İnsanları radikalleştiren akıl dışı yasaklardır. Dün, Dünya Kadınlar Günüydü, Taksim'e yürümek isteyen kadınlar polis şiddeti ve dayakla karşılandılar. Onlarca kadın gözaltına alındı.

Benzer görüntüleri 28 Şubat'ta başörtülü hanımlara yapılırken de görmüş, tepki göstermiştik. O da yanlıştı bu da yanlış. İçişleri bakanı Soylu, Kadınların Taksim dışında her yerde gösteri yapabileceğini ancak Taksim'in bu gösterilere kapalı olduğunu söylemişti.

Güvenlikten kaynaklı sınırlamalar olabilir, bunu vatandaşa ya iyi anlatacaksınız, yahut lüzumsuz yasaklarla insanları devletle, polisle karşı karşıya getirmeyeceksiniz.

Kadına şiddet doğru değil, Kadın cinayetleri ne kadar yanlış ise bir gösteriyi Taksimde yapmak istiyorlar diye kadınlara bu ölçüde şiddet kullanmak da o kadar yanlış. Yani bu organizasyon Taksim'de olsa ne olur? Devletin hangi menfaati zarara uğrar? Nihayetinde barışçı bir yürüyüş, şiddet yok, sağa sola saldırma yok, kadın bunlar, gönülleri hoş edilse kim ne kaybeder?

28 Şubat'ın üzerinden 22 yıl geçti, değişen hiç bir şey yok. Dün başka kadınlar bugün başa kadınlar şiddet görüyor. İktidarların adı sağ-sol veya siyasal İslamcı ama bu tip olaylar karşısında duruş ve davranışları aynı. Hastalık genel, ideolojik farklılık farklı davranmaya yetmiyor. Devlet bu tip şiddet içermeyen organizasyonlardan korkmamalı. Konuşan, dertlerini haykıran bir toplumdan korkulmaz. İnsanlar konuşamadıkları, öfkelerini içlerinde biriktirdiklerinde korkmak gerek. Konuşan deşarj olur. İçini boşaltır, konuşamayan balon gibi şişer şartları oluşunca da içindeki kini her yolla kusar. Bırakın kadınlarımız yürüsün, fikirlerine katılmasak da kendilerini ifade etsinler. Korkmayın hanımlar konuşuyor diye devlet bir şey kaybetmez.

BABACAN'IN PARTİSİ

Uzun süredir kuruluş çalışmalarını sürdüren Babacan, nihayet partisini kurdu. Beklendiği gibi parti daha çok yeni isimlerden oluşuyor. Eskiler de var, yeniler de. Sağdan isimler de var, soldan ve AKP'den isimler de. Bir partinin başarılı olup olmamasından daha önemli olan - yeni partilere ihtiyaç duyulduğuna dair- sosyal ve siyasal bir zeminin olmasıdır. Partileri var eden, siyasi kadroları cesaretlendiren budur. Bugün iki parti kurulduysa bunun iki anlamı var, birincisi zeminin yeni partilere açık olması, ikincisi her iki partinin kurucu başkanlarının AKP içinden gelmesidir. Bunun anlamı, AKP'nin artık toplumsal ihtiyaçlara cevap verme yeteneğini kaybetmiş olması ve giderek bu partiden umuların kesilmesidir. Onca baskıya, tehdide, hukuk ve ahlak dışı müdahaleye rağmen yeni partiler kurulabiliyorsa bu yeni bir siyasete duyulan şiddetli ihtiyacın göstergesidir. Gerçekten de AKP toplumsal sorunları çözme yeteneğini tamamen kaybetti. İdlip'te verilen şehitler, Rusya'da düşülen utanç verici durum, hukuk ve adaletten uzaklaşma istikametindeki uygulamalar , muhacirin diye plansız, programsız içeri alınan sığınmacıların şimdi kapı dışarı edilmeye çalışılması, hala diplomatik bir dil kullanmamadaki ısrar, her dakika aleyhimize işleyen Suriye politikası, yeni bir siyasete geçmenin gerekliliğini gösteren bir kaç örnekten bazıları. AKP ve Erdoğan'la Suriye'de yeni bir sayfa açmak mümkün değil. Tek adam düzeninin hukuk ve demokrasiyi nasıl tahrip ettiği ortada. Daha dün bir mahkemenin bıraktığı gazeteci Murat Ağırel'i bir başka mahkeme tutukladı. Yargının bıraktığını kimi tepkiler tutuklattı. Yargının bağımsız olmadığı yerde adalet, adaletin olmadığı yerde devlet olmaz. Davutoğlu ve Babacan'ın partilerinden sonra artık hiç bir partinin alternatifimiz yok diyebilme imkanı kalmamıştır. İYİ Parti genel Başkanı Sn Akşener, AKP tabanına dokunamadık demişti. Şimdi bu tabana dokunacak bir değil, iki parti var. Demek ki umutsuzluğa gerek yok, yanlış yapan alternatifini de doğuruyor.