Bâzen öyle bir ân geliyor ki gözlerimin önünde boş boş bana bakan word sahifesine yalnızca üç nokta koymak ve yazmak istediklerimi o üç noktanın içinde saklamak istiyorum... Birinci noktanın içine hâtıraları, ikinci noktanın içine geleceğe yazdığım mektuplarımı ve üçüncü noktanın içine de hayal kırıklıklarımı atmak ve öylece de yayınlamak...

Bir sır gibi.. bir ifşâ gibi.. bir metafor gibi.. bir müstear gibi.. bir gölge gibi.. bir işâret gibi... bir iz gibi.. bir tereke gibi... Çünkü üç noktanın içine attıklarımı yazsam, sanıyorum durmaksızın aylarca klavyenin başından ayrılamayacağım ve yazdıkça, bir ömrün neredeyse tüm ideallerini, bir ömrün neredeyse tüm kavgalarını, bir ömrün önemli portrelerini, bir ömrün neredeyse tüm hassasiyetlerini, bir ömrün neredeyse fedâkârlıklarını, bir ömrün neredeyse tüm sabrını, bir ömrün neredeyse ödenmiş tüm bedellerini bir defin merâsimi düzenleyip gömeceğim...

Ve üzerine kürek kürek toprak atarak ’bir sâhil kasabasına yerleşmek metaforu’na ilticâ edeceğim. O sâhilde uzun uzun yürüyüp attığım her adımda hayıflanacağım, attığım her adıma esef edeceğim... Ve yine yeniden Sezen Aksu’nun o muhteşem şarkısını mırıldanacağım:
“Şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler...”


Veya hayatın gulgule-i deminin içinde debelenmeye devam edip yazacağım yine... Madenci babasının yırtık lastik ayakkabılarını yazacağım... Ermenek’te madende kalan cansız bedenlerin, dışarıda acı içinde kıvranan  “oğlum yüzme bilmiyor”  diyen annesini, oğlunun cenâzesinde ayağındaki yırtık lastikleriyle sandalyeye yığılan babasını yazacağım; “senin lastiklerindeki o yırtıklar, yolsuzluklardan ar damarları yırtılmış olanların yanında senin ve bizim şerefimizdir”  diyeceğim o acılı babaya... Kayseri’de bir câmideki kepâzeliği yazacağım...

Kayseri’nin Talas ilçesinde Müftülüğün düzenlediği bir etkinlik, câmiye protokol masaları ve kürsü konularak, câmi AKP bürokrasisinin emrine âmâde kılındı. Seçim atmosferinde AKP’li adayların ellerinde mikrofon, câmide cemaate siyâsî propaganda yaptığı günlerden, câmilere protokol masası konulmasına kadar varan kepâzelik tek parti dönemi CHP’sine rahmet okutturmaya aday. Tekrar yazıyorum, Türkiye Cumhuriyeti tarihi bu kadar politize olan ve kurumunu iktidarın hizmetine sunan başkaca bir Diyânet İşleri Başkanı görmedi. Hadis kürsüsünden iktidar bendegânlığına giden bir kariyerin sonu, muhakkak milletvekili koltuğu olmalı artık, yakışanı budur... Ve... Ankara’da, Tâcedddin Dergâhı’ndaki Gönüllerde Birlik Vakfı’nda gerçekleşen bir konferans ve ziyâreti yazacağım... Yazsam tesiri olur mu bilmiyorum, sussam gönül râzı gelmiyor... Bedri Rahmi’nin şiiri geliyor aklıma:


“Her şey çürüyor canım kardeşim bu dünyada, hâtıralar bile...”


Muhsin Başkan’ın dâvâsına tâkipsizlik kararı veren hâkimi ve eşini terfî ettiren AKP hükümetinin bürokratlarına vakıfta kürsü veriliyor. Neymiş, Türkiye sevgisi imandanmış.. Sevsinler sizin Türkiye sevginizi... Bir başka ziyâret.. Günler öncesinden afişleri asılarak ilan ediliyor. Muhsin Yazıcıoğlu’nun kabri başında siyâsî nutuklar atılıyor... Vakfın yöneticileri için neredeyse ‘dogma’ haline gelen galoş rafa kaldırılıyor. Yüzlercesi ayakkabıyla vakfa giriyor, halılar kirletiliyor, halılar temizliğe yollanıyor... “Keşke kirlenen yalnızca halılar olsaydı”  diyorum...
Ve üç nokta koyuyorum...
...
İçine ne yazarsanız yazın...