Nihal Bengisu Karaca, 3 Şubat’ta Özhan Eren’in bestelediği “Güldür Gül” ilâhisi üzerinden geçmişe yaptığı yolculuğu yazdı. Karaca, ilâhinin meşhur olduğu 90’lı yıllara gidince hıçkıra hıçkıra ağlamış. Şu cümleleri dikkatinize sunuyorum:

“Erdoğan’ın Peygamber sevgimizi, gül ile tartılma niyetimizi temiz bir dünyevîlikle perçinleyeceğimizi sandığımız günlerin fonuydu bu beste.

Ne acayip günlerdi..... İyi insanlardık ya da kötülük yapmaya henüz fırsat bulamamıştık.”

Karaca, göz yaşartan bir nostalji yaptıktan sonra kötülük yapmaya fırsat bulduğumuz günleri şöyle ifâde etmiş:

“Bahçe târumâr, ne bülbül ötmekte ne de açmakta çiçek.”

Yazının içindeki bir cümle, özellikle dikkatimi çekti.

“Başörtülü olmak, kitap okumaktı sözgelimi.”

Evet o yıllarda başörtülü olmak, kitap okumaktı. Hattâ dindar erkekleri korkutacak derecede kitap okumaktı. “Bunlar, reçel yapmayı bilmiyorlar.” diye üzülüyorlardı.

Sâdece kitap okumak değildi, başörtülü olmak. Yalan söylememek, iftira atmamaktı. Fırıldak olmamak, haktan adâletten yana olmaktı. Bizi sevmeyenler bile, kişilikli olduğumuza şehâdet ederlerdi.

Başörtülü yazarların da örnek bir duruşları vardı. Onlar, yalan yazmazlardı. Onlar, yanlıştan yana olmazlardı. Onlar, dün kara dediklerine bugün beyaz; dün beyaz dediklerine bugün kara demezlerdi. Onların eleştiri nâmusu vardı.

Peki, bugün aynı şeyi söyleyebiliyor muyuz?

Geçenlerde başörtüye son derece saygısı olan bir misâfirim, sohbet esnâsında bana dönerek, ”Lütfen yanlış anlama! Başörtülülere gıcık oluyorum artık.” dedi.

Bir savunma yapamadım. “Rahat ol! Başörtü ilkeli, ahlâklı olmayı temsil etmiyor artık.” dedim.

Başörtülü yazarların bu hâle gelmemizdeki katkı paylarından, “Basının başörtülü falling starları” başlıklı yazımda bahsetmiştim. Yazdıkları (ve dahî yazmadıkları) yüzünden sürekli kayıp kayıp yere kapaklanıyorlar.

Hiciv ustası Servet Avcı, bugünki köşe yazısında, “Gülüyoruz ama komik değil” diyerek ülkücülere karakter dersi vermeye kalkan bir başörtülü yazarın karaktersizliklerini hatırlatarak, “Komik ama gülmüyoruz!” dedi. Ellerine dillerine sağlık!

Nihal Hanım’ı ağlatan, Servet Avcı’yı güldürmeyen hâlimize bir misâl de ben vereyim:

Bir belediye başkanının şöförü, belediyede konuşma yapacak başörtülü yazarı evinden almaya gidiyor. Yazılarına ve tv’lerdeki konuşmalarına hayran olduğu hanımefendiye hizmet edececeği için bir hayli heyecanlı. Fakat nakil işlemi bittiğinde büyük bir hayâl kııklığı yaşıyor. Çünkü yazarın hâl hareketleri ve konuşmaları, son derece basit. Tv kanallarında ve köşe yazılarında on numara rol yapan yazar, muhtemelen şöförün yanında rol yapma ihtiyacı hissetmemiş olmalı.

Komik ama gülemedim!

Bahçe, gerçekten târumâr! Bülbül ötmeyince kargalar, kurbağalar cirit atıyor!