Eskiden düşünce utanır, “Gören var mı?” diye çevremize bakıp hemen toparlanırdık. Sâdece düşmenin utancı değildi. Ya oramız buramız açıldıysa, ya düşmanımız hâlimize gülerse gibi kaygılarımız vardı.

“Falling star” diye bir akım başlamış. Kayan yıldız demekmiş. Mahsustan yere düşüp iki seksen uzanmış hâlde poz vermekmiş. Bu akıma başörtülü hanımlar da katılınca bir hayli eleştiriler yapıldı. Yeni Şafak yazarı Özlem Albayrak ve İnternethaber’den Hatice Kübra, bu konuda çok güzel yazılar yazdılar. Her ikisi de gelinen sürecin hangi hatâların sonucu olduğunu sorguladılar. Özlem Hanım, başörtülülerin bu akıma kapılmasına şaşırmıyor ve yazısını şöyle bitiriyordu.

“Ondan sonrası yalapşap kılınan ya da hiç kılınmayan namazlar, rüşvet paralarıyla gidilen umreler, neredeyse süs niyetine örtülen başörtüler oldu… Falling star akımına kapılma konusunda birinciliği kimselere kaptırmayan dindarlar, bu yüzden hiç de şaşırtıcı değil. Daha neler göreceğiz kimbilir...”

Kayan başörtülüler gündem olduğu sırada başka bir başörtülü yazar Hilâl Kaplan, başörtülü fenomenler meselesine girdi. Başını yarım örtüp poz verenler varmış. “Başörtüsü yasakları kalktı diye sevinirken, başörtüsünü kendiliğinden kaldıran, iptal eden bir vasata mı ulaşacaktık?” diye soran Kaplan, fenomen hanıma şöyle seslendi:

“Seni incitmek değil amacım. O yüzden ismini ve çalıştığın markaları zikretmedim. Ancak istesen de istemesen de yaptığın iş itibariyle Allah’a ve topluma borçlusun. Mademki başörtülü kadınlara örnek gösteriliyorsun, örnek davranmadığın düşünülürse de eleştiriye tabi olacaksın.”

Dün yazdığını bugün inkâr eden, dün inkâr ettiğini bugün savunan, dün Gülen’e şiir yazıp Erdoğan’a vahşi diyen yazar, saçının perçemi görünen kadını başörtü dâvâsına ihânetle suçladı. Bayrağa şehidlere dil uzatmak, başörtüyle uyuşuyor ama bir tutam saç gösterince dâvâ zarar görüyor öyle mi?

Vah vah! Bu ne basit bir dâvâ ki bir tutam saçlık işi var?

Özetlersek, başörtülü yazarlar hem başörtüye yakışmayan işler yapan hem de başını tam örtmeyen başörtülülerden rahatsızlar....

Başörtülü fenomen, reklamını yaptığı marka ve verdiği poz itibariyle topluma ve Allah’a borçlu da başörtülü yazar, yazdıkları sebebiyle borçlu değil mi? Elinde tuttuğu kalemin Kur’an-ı Kerim’de üzerine yemin edilen bir nesne olduğunu bilmiyor mu?

Açık söyleyeyim, başörtü dâvâsına en büyük zarârı, başörtülü yazarlar verdiler. Köşe başı tutan başörtülü yazarların hâlini görünce “Keşke başları örtülü olmasaydı” diyorum. (Konu sebebiyle bu ifadeleri kullanmak zorunda kaldığım için başörtülü olmayan hanımlardan özür diliyorum. Ahlâkın ölçüsü saç baş değildir)

Başörtülü yazarların artışının en önemli sebeplerinden birisi, kamusal alana girememeleriydi. Her yerden kovulan başörtülülere muhâfazakâr medya kapılarını açtı. Allah için, bu yazarlar, o mağdûriyet günlerinde gökyüzündeki venüs yıldızı gibi parlıyorlardı.

Sonra iktidar elimize geçti. Başörtülü yazarların kıymeti daha da arttı. Gel zaman git zaman, devletin en üst katında i’tibar gördüler. Resepsiyona, uçağa çağrıldılar. İşte bu kısım, sonun başlangıcı oldu. Devlet katında i’tibar görmenin ağırlığını taşıyamadılar. Bu ikbâli kaybetmemek için bir gazetecinin en mühim vazîfesi olan eleştiriden geri durdular. Böylece yazılardaki hikmet kaybolmaya başladı.

Elbette eleştiri yapanlar da oldu. Oldu ama bir bir piyasadan silindiler. Yâni mesele uçağa binmemek, resepsiyona gitmemekle sınırlı kalmadı. Köşeleri de kaybetme riski baş gösterdi. Bâzı başörtülü yazarlar, sanki o güne kadar siyâsete hiç bulaşmamış gibi siyâsetten münezzeh yazılar yazarak çözüm buldular.

Siyâset yazanları ise ikiye ayrıldı. Vicdânı ile cüzdanı arasında kalanlar ve dolu dizgin yandaşlık yapanlar.

Vicdânı ile cüzdanı arasında kalanlar için romanı, hikâyesi yazılacak bir örnek var. İsim vermeyeceğim. Ara sıra vicdânî çıkışlar yapıyor. Bir ara, “Çok yorgunum. Keyfim yok” dedi. Eski yazılarını bildiğim için, fetö meselesindeki haksızlıklara canının sıkıldığını tahmin ediyordum. Çocuklarını verdiği dersânedeki abla ve âbileri öven yazıları vardı. Fakat bir türlü “adâlet” diye çığlık atamadı. En sonunda devlette iyi bir kadro verildi. Değil Türkiye’ye, yeryüzüne adâlet gelmişçesine mutlu. Tekkelerde üç beş yaşlı yazarla toplanınca vatan kurtulmuş oluyor. Al da o yazarları, bir gece Taksim’e gitsene!

Kınamıyorum. Müze müdürlüğünden alınınca iktidara ağzına geleni sayan dünyâca ünlü târihçi profesörümüz bile, bürokratik bir görev alınca sâkinleşti.

Başörtülü yazarların dolu dizgin yandaşlığı öyle bir hâle geldi ki geçtim üç beş seneyi, aynı aynı yıl içinde, hattâ aynı ay içinde tükürdüklerini yaladıkları, kendilerini yalanladıkları yazılara imzâ attılar.

Hele o ajans haberlerini alt alta dizip dış politika yazısı diye yutturmaya kalkmaları yok mu? Tam bir rezâlet!

Peki, utanıp sıkılıyorlar mı?

Ne münâsebet! Çünkü mühim olan şey, resepsiyona gitmek ve uçağa binmek. Dibe vuran yazılarla uçağa binmeleri, tam da şâirin “yükseldik sanıyorlar alçaldıkça tabana” mısrâına uyuyor.

Daha evvel yazdığım bir husûsu hatırlatmak istiyorum. Saçının bir telini göstermek istemeyen 28 Şubat mağdûru başörtülü bir hanım, Türkiye’yi, Avrupa İnsan Hakları Mahkmesi’ne şikâyet etmişti. Pardesü ve başörtüsüyle örnek bir tesettür tarzı vardı.

Sonra ne oldu? Vekil oldu. Uymamak için Avrupalara şikâyet ettiği Atatürk ilke ve inkılapları üzerine şeref nâmus yemini etti. Bu arada pardesüyü çıkardı. Pardesü ve vekillik bir arada olmuyordu.

Hilâl Hanım, bir tutam saçı gösterip poz verene tepkili ama ikbâl için çarşafı, pardesüyü çıkaranları eleştirmiyor. Oysa artık herkes, kendi tesettür dâiresinden çıkarak poz vermeye başladı. Meselâ, kendisi de bir zamanlar el sıkışmaya karşıydı. Hattâ el sıkışmanın cinselliği başlattığını iddiâ ediyordu. Şimdi el sıkıyor. Bu da bir çeşit açılım değil mi?

Bir başka başörtülü yazar Halime Kökçe, İngiltere’den eli boş dönülünce Kraliçe’nin bunak olduğunu; Mehtap Yılmaz ise her kıyâfeti özel tasarlanan Kraliçe’nin elbisesinin nevresim gibi olduğunu yazdı. Ne kadar profesyonel bir gazetecilik değil mi?

Daha çok örnek var. Burada bırakayım.

Şimdi bu yazarlara bir tavsiyem var.

Falling starlarla, saçını gösterip poz verenlerle uğraşmak yerine kendi falling starlıklarına bakmalılar. Yazdıkları (ve dahî yazmadıkları) yüzünden sürekli kayıp kayıp yere kapaklanıyorlar.