Aokigahara Ormanı

Aokigahara Ormanı, Japonya'nın meşhur Fuji Dağı'nın hemen yanı başında bulunan ve uzaktan bakıldığında yeşilin her tonuyla dikkat çeken bir doğal güzellik.Yerli ve yabancı turistler bu ormana Fuji Dağı'nı çeşitli açılardan görmek, dağın fotoğraflarını çekmek ve hazırlanan parkurlarda doğayla iç içe yürüş yapmak için geliyor.

İnsanlar kendileri için belirlenen rotalardan şaşmamaları gerektiğinin bilincinde. Çünkü inanılmaz sık olan bitki örtüsü kaybolduğunuz an yönünüzü bulmanızı veya sesinizi duyurmanızı imkansızlaştırıyor.

Fakat bir de bu rotalardan bilerek çıkan ve ormanın derinliklerine yürüyenler var. Onlara belirlenen parkurlardan çıkma cesaretini veren ise zaten oraya intihar etmek için gitmiş olmaları.

Japon tarihinde mistik bir yeri olan ve ölü ruhlarla özdeşleşen Aokigahara, Seicho Matsumoto'nun iki karakterinin bu ormanda intihar ettiği romanı Kuroi Kaiju'dan sonra bir intihar merkezi haline gelmiş.Aokigahara'nın girişine gelindiğinde rastlanan, son kez bu ormana gelmek için kullanılmış ve terk edilmiş arabalar zaten nasıl bir ortam olduğu hakkında ilk fikri veriyor.

Ormana girdiğinizde "ateş yakmayın, çöp atmayın" gibi klasik uyarılar yerine "lütfen intihar etmeyin, hayat size verilmiş bir hediye, ailenizi ve arkadaşlarınızı düşünün" gibi ifadeler yazılı.

Ormanın derinliklerine doğru gidildiğinde önce ağaçlarda topluma ya da geride kalanlara sitem amaçlı, mesaj veren çivilenmiş objeler ve bırakılmış veda notları görülüyor.

Sonra ise çoğunluğu kendini ağaçlara asarak bazıları ise ağaç diplerinde aşırı dozda ilaç alarak kendini öldürmüş insanların bedenleri.

Ve bazılarının aldıkları kararı son bir kez düşünmek için bir kaç gün kaldığı bazen dolu bazen boş bulunan çadırlar görülüyor.

Kimi bölgeleri gündüz saatlerinde bile ağaç sıklığından zifiri karanlık olan ormanda yetkililer her aramaya çıktıklarında en az bir cesetle karşılaşıyor.

Yıldan yıla artması ve özendirici bulunması nedeniyle Japonya bu ormandaki intiharların sayısını resmi olarak açıklamıyor fakat sayının yıl başına 50-100 arası olduğu tahmin ediliyor.

Overtoun Köprüsü

İskoçya’nın Batı Dunbartonshire bölgesinde, Milton yakınlarında yer alıyor. Tarihi Overtoun Kalesi’ne gitmek için kullanılan bu 2 metre uzunluğundaki köprüde, diğer köprülerde pek de yaşanmayan bir şey yaşanıyor. Hem mimari hem estetik hem de tarihi açıdan oldukça önem taşıyan köprü, sırf bu farklılığı yüzünden daha az ziyaretçi alıyor. Öyle ki köprü artık “intihar köprüsü” olarak anılıyor ve kimsenin gizemini çözmediği bu olay yüzünden köprü adını dünyada gitmesi cesaret isteyen yerler listesine yazdırıyor. Peki, bu gizemli olay ne?

1950’lerde bir gün…

Köprünün yapımı 1859 yılına tekabül ediyor. 1950’de, yani köprü yapılıp kullanıma açıldıktan bir yıl sonra ise köprüde o değişik olay yaşanıyor. Köprüden o gün kaleye gitmek amaçlı sıradan bir ziyaretçi geçiyor. Ancak ziyaretçi yalnız değil, yanında köpeği de var. Köprüyü geçerken başlarda hiçbir sorun çıkmıyor ama köprünün tam ortasına geldiklerinde ziyaretçi, köpeğinin hareketlerinde bazı değişiklikler seziyor. Köpeğin suratı değişiyor, belli ki bir şeylere sinirleniyor. Derken ziyaretçi daha ne olduğunu anlamadan köpek sahibinin elinden kurtulup saniyeler içerisinde köprüden atlayarak intihar ediyor.

600’ü aşkın köpek aynı yerde, aynı hizada…

Olay bununla da sınırlı kalmıyor. 1950’den sonra Overtoun Köprüsü’nden kim köpekle geçse köpekleri hep aynı tepkiyi vererek köprüden atlıyor. Öyle ki bugüne dek köprüden atlayan köpeklerin sayısı 600’ü buluyor. Üstelik olayın gizemini arttıran bir ayrıntı daha var: 600 köpeğin, 600’ünün de ölümü hep aynı şekilde oluyor; köpekler köprünün başında gayet sakin şekilde yollarına devam ediyor ancak ortalara doğru hareketlerinde bir tuhaflık seziliyor. Hızlanıyorlar, sinirleniyorlar ve hiç beklenmedik bir anda sahiplerinin ellerinden kurtularak kendilerini köprüden aşağı atıyorlar. Üstelik hep aynı noktadan ve aynı hizadan…

İntihar vakalarının bu şekilde artmasıyla halk olaya kendilerince bir yorum getiriyor: “Overtoun Kalesi içerisinde bulunan kötü ruhlar, köpeklerin kaleye girmesini istemedikleri için onları lanetleyerek köprüden geçmelerini engelliyor, intihar etmelerini sağlıyor.”

Bilim mi kehanet mi? Bilimin gizemini çözemediği köprü

Halkın olaya fantastik yaklaşımı bir kenara bırakılarak Hayvan Davranışları Uzmanı Dr. David Sand’in araştırmasına bakılabilir. Dr. David Sand, intihar olaylarını ve köprünün gizemini çözmek için kalkıp köprüye gidiyor. Yaptığı araştırmalar sonucunda köpeklerin atlamasına sebep olan etkeni buluyor. Köprünün altında vizonlar yaşıyor ve bu vizonların yaydıkları koku, köpekleri sinirlendiriyor. Kokuya dayanamayan köpekler, kendilerini tutamayarak kokuyu bulmak için refleks olarak köprüden atlıyor.

Ancak halk, köpeklerin hep aynı hizadan aynı şekilde atlamasının asla bilimle açıklanamayacağına inanmaya devam ediyor. Son çare olarak köprünün her tarafına ziyaretçilerinin köpeğini sıkıca tutmasına dair notlar asılıyor.

Siz yine de Overtoun Köprüsü’ne gitmekten çekinmeyin ama giderken köpeğinizi evde bıraksanız daha iyi olur.

Winchester Gizem Evi

Amerika Birleşik Devletleri’nin Kaliforniya eyaletinin San Jose şehrinde bulunan Winchester Gizem Evi her yıl binlerce turisti kendine çekiyor. 52’si gökyüzünü seyretmek için çatıya konumlandırılan 10.000 pencerenin, 2.000 kapının, 47 şöminenin, irili ufaklı 40 merdiven ve yatak odasının, 6 mutfağın, 3 asansörün ve 160 odanın birleşiminden oluşan bu devasa yapı, 44 dönümlük bir alana yayılıyor. Birçok gizli geçide sahip malikanenin hala açıklanamayan birçok sırrı bulunuyor.

Winchester Gizem Evi’nin Hikayesi

Winchester Gizem Evi’nin kendine has eşsiz tasarımı ve büyüklüğü kadar hikayesi de kelimenin tam anlamıyla ziyaretçilerini büyülüyor. Aslında her şey mason olduğu iddia edilen Sarah Lockwood Pardee’nin Winchester Tüfekleri’nin tek mirasçısı William Winchester ile evlenmesiyle başlıyor. Yeni soyadıyla beraber Sarah Winchester, evlendikten belli bir süre sonra dul kalıyor ve oldukça büyük bir servetin tek sahibi oluyor. Sarah, üzüntüsünü dindirmesi için çıktığı Avrupa gezisinden döndüğünde tüm işlerini bir kenara bırakıp, San Jose’ye yerleşiyor ve Winchester Gizem Evi’ni yaptırmaya başlıyor. Sarah Winchester’ın Avrupa’da gördüğü mimari motifler, malikanenin şekillenmesinde oldukça büyük bir rol oynuyor.

Winchester Gizem Evi’nin İlginç Tarihi

Winchester Gizem Evi’nin yapımı 1884’te başlıyor, kendini baş mimar olarak nitelendiren Sarah Winchester’in 1922’deki ölümüne dek devam ediyor. 38 yıl boyunca malikaneyi inşa eden 22 marangozla her sabah toplantı yapan Sarah Winchester, çizdiği mimari taslakları ve evle ilgili kafasında düşündüklerini marangozlara anlatıyor ve inşaata hiçbir gün ara verdirmiyor.

Ailesinin lanetli olduğuna inanan Sarah Winchester, ölen ailesinin ruhlarının kendisini takip ettiğini düşünür ve bu sebepten dolayı malikaneye sürekli olarak yeni odalar ekletir. Bir medyumun Sarah Winchester’a ruhların, inşaatı hiç bitmeyecek bir eve giremeyeceğini söylemesi üzerine şekillenen Winchester Gizem Evi, dul Sarah’ın hayatını baştan sona etkiler. Hatta odanın içine hapsolmuş odalara sahip Winchester Gizem Evi’nde aradan yıllar geçmesine rahmen keşfedilemeyen alanlar mevcut.

Sedlec Kemikliği

Sedlec Kemikliği ile sizleri Çek Cumhuriyeti’nin başkenti Prag’ın kucağına taşıyoruz. Bu kiliseyi görenler gözlerine inanamıyor çünkü Sedlec Kemikliği, ismi üzerinde insan kemiklerinden yapılmış bir iç dizayna sahip. İşte ünlü yapının gizemli sırrı:

50.000 kemiğin sırrını taşıyor

Sedlec Kemikliği, Prag’ın yaklaşık 75 km doğusunda bulunan Kutna Hora’nın bir banliyösünde, küçük bir katolik kilisesi olarak 12-13.yy’da inşa ediliyor. Her yıl milyonlarca ziyaretçinin akın ettiği kemikli kilise, Avrupa’da modern mezar heykeli oluşum sürecinin bir başlangıcı olarak kabul ediliyor. En dikkat çekici hikayesi ise şöyle; manastırın başrahibi Heinrich, Çek kralı II.Otakar tarafından elçi olarak Filistin kutsal topraklarına gönderiliyor.

Heinrich dönüşte Golgotha’dan bir avuç toprakla dönüyor ve manastırın şapeline serpiştiriyor. Rahibin bu davranışı halkın kiliseye kutsal toprakların bir parçası gözüyle bakmasına yol açıyor. Kilise haliyle herkesin gömülmek istediği bir şapele dönüşüyor. Bir efsaneye göre şapelde, 14.yy’da veba salgınına yakalanan 30.000 insanın kemiği bulunuyor. Başka bir efsaneye göre ise bu kemikler o yıllarda savaşlarda hayatını kaybeden Hristiyanlara ait.

San Zhi

Bazı yerlerin hikayesi, kendinden daha çok ön plana çıkar: San Zhi de bu yerlerden biri. Bir yer düşünün; ülkenin turizm gelirine katkı sağlaması umuduyla, farklı tasarımı ve özellikleriyle ön plana çıkarak dünyanın her yerinden ziyaretçileri kendine çekmesi için inşa ediliyor. Dikkat çekici tasarımı ve zengin kitlelere hitap eden kalitesiyle kısa sürede ülkeyi daha iyi bir yer haline getireceği düşünülüyor; fakat buna rağmen inşasına başlandıktan iki yıl sonra hayalet bir kasabaya dönüşmek zorunda kalıyor. San Zhi’ye hoş geldiniz!

Umudun lanetli bir hikayeye dönüştüğü yer

Tayvan’da bulunan San Zhi kenti, dünya çapında ‘Ufo Evler’ olarak tanınan, inşa edilmeye başlandığı 1978 yılının tasarımlarına göre, zamanın ötesinde mimarisiyle dikkat çeken bir kent. Adını aldığı UFO benzeri daireleri ve yapısıyla dönemin en çok umut vadeden bölgelerinden biri olarak düşünülse de, kentin inşası, yaşanan aksilikler sonucu, dünya üzerinde birçok örnekte görüldüğü gibi yarım bırakılmak zorunda kalınmış. Günümüzde terk edilmiş ve ürpertici görünen hayalet kasabalardan birine dönüşen San Zhi, şimdilerde meraklılarının ve fotoğrafçıların rağbet gösterdiği bir yer haline gelmiş bulunuyor.

San Zhi’nin lanetli tarihi

Kentin inşasına 1978 yılında başlansa da, henüz yapılar ortaya bile çıkmamışken inşaat firması işi bırakarak projeden geri çekilmiş. Ardından başka firmalar ekibe dahil olsa da, hepsi bu projeden kaçarcasına uzaklaşmış. Bunun en büyük nedeni ise inşaat çalışmaları sırasında birçok iş kazasının meydana gelmesi ve ölümlerin yaşanması! Üstelik bu kazaların bir çoğu imkansız denebilecek şekillerde gerçekleşerek, kimsenin bu ‘Ufo Evler’ için çalışmayı göze alamayacağı bir hikaye meydana getirmiş. Zaman geçtikçe San Zhi’nin inşasına devam etmeye çalışmak neredeyse imkansızlaşmış. İş kazası ölümlerinin ve hatta intiharların ardından yatırımcı firmaların sırayla iflas etmesi, bu kazaların üzerine tuz biber olmuş ve projenin aksamasına ortam hazırlamış.

Her şeyin sorumlusu olan heykel ve hayalet hikayesi

Gün geçtikçe San Zhi efsanesi, halk arasında dilden dile yayılarak hikayeye farklı bir boyut gelmesine ve bölgenin lanetli ilan edilmesine yol açmış. İnşaat çalışmalarında ölen kişilerin hayaletlerini duyduğunu ve gördüğünü anlatanlar, alanı hayaletli bir yer olarak mimlemiş. Bununla birlikte, inşaat çalışmaları sırasında bölgede bulunan toplu bir mezar da, bu hikayeyi destekleyerek daha ürpertici bir hale getirmiş. Tüm bunların sorumlusu ise birçok kişiye göre sadece bir ejderha heykeli! Bu evlerin inşasına başlamadan önce yıkılan beton ejderha heykelinin ruhunun, bölgeye musallat olduğuna inanan halk, tüm bunların o heykel yıkıldığı için gerçekleştiğine inanır olmuş. Yani bir zamanların umudu olan San Zhi, yıllar boyunca kimsenin önünden geçmeye bile cesaret edemediği bir yere dönüşmüş ve geçtiğimiz yıllarda yıkılmasına karar verilmiş.

Pripyat

Pripyat, Ukrayna'nın kuzeyinde, Kiev oblastında, terkedilmiş bir şehirdir. Şehir Çernobil Nükleer Santrali çalışanları için 1970 yılında kurulmuştur. 1986 yılında Çernobil reaktör kazasının meydana gelmesi sonucu şehir boşaltılmıştır. Yaklaşık 1000 yıl sonra tekrar yaşanabilecek radyasyon düzeyine erişebilecek olan şehir, bugün terkedilmiş haliyle ilgi çekmektedir.

Editör: TE Bilişim