12 Eylül öncesinde, ülkücülerin aklında, o günkü çetin mücadeleyi kazanmak, en geniş yeri işgal ediyordu. Bütün ülkücüler, ülkede, gelmekte olan bir Marksist diktatörlüğün engellenmesi hedefine kilitlenmişlerdi. Bu yüzden, içinde yaşadıkları mevcut demokratik ortamın veya daha gelişmişinin, kendi içlerinde olup olmadığına bakmadılar. Ölüm kalım mücadelesi içinde görev almak yürek işiydi. Göreve talip olanlar takdir edilir, ilçelerde, illerde kongrelerle görevler verilirdi. 

Darbeden sonra, partiler üç dört yıl yoktu. Bu sırada ülkücülerin, kendini yetiştirmiş aktif kesimi, mahpuslardaydı. Partiler kurulduğunda da ülkücülerin parti kurmasına müsaade edilmesi mümkün değildi ve kurulmadı. Darbe konseyi üç partiye izin verdi. Yasaksız olan ülkücüler, bu üç partiden ikisine dağıldı. Ülkücülerin ilk dağılması bu oldu. 

Sonrasında, Muhafazakar Parti, arkasından MÇP kurulsa da ülkücülerin bir kısmı, iktidar partisinin dağıttığı nimetlere kapılmışlar, yeni partilerine ilgi göstermemişlerdi. İlgi gösterenler ise, demokratik seçimler olsa da ağırlıklı olarak , Genelmerkez'deki kadronun tavassutu ile görev alıyorlardı. Diğer partilere gitmemiş ya da gidip yer bulamamış bütün ülkücüler, partide görev alma yarışındaydılar. Biraz da artık can korkusunun yerini, partiden geçinme almıştı. Devam eden yıllarda MÇP, MHP olmuş, ideolojik nüansların ve bu darbe sonrası demokrasi eksikliğinin neticesinde, parti içinden BBP çıkmış ve kısmi dağınıklık devam etmiştir. 

Bu ayrılmalar sırasında , ülkücüler arasında, bir "Lider, teşkilat, doktrin eleştirilmez." gibi, liderin, teşkilatı ve doktrini kuranın ağzından duyulmayan, bir söylem gelişmeye başlamıştı. Bu söylem, Alparslan Türkeş'in vefatı ve Devlet Bahçeli'nin göreve gelmesiyle, iyice zirve yapmıştı. Bu söylem, tabi ki, mevcut sıkıntısız ortamda teşkilatlarda görev almış, meclis üyesi, belediye başkanı, milletvekili olmuş, ya da olma potansiyeli olan ve ya olmayı umanlar arasında yayılmaktaydı. Bunlar, kendilerini Genelmerkez'in adamı olarak görüyorlar ve ülkücü tabanın demokratik bir seçiminde, devre dışı kalma ihtimaline karşı, bu garantici yolu seçiyor, bu garantici söyleme sarılıyorlardı. Hal böyle olunca tabanda yeri olan nice cengaver, nice fikir adamı, göreve hakkıyla layık nice ülkücü devre dışı kalıyordu. Bahçeli'nin DSP koalisyonuna katılmasından sonra, parti içinde olup da Bahçeli'yi, gidilen yolu, yanlışları eleştirenler de bu "Lider, teşkilat, doktrin eleştirilmez." safsatasının kurbanı olmaya başlamışlardı. Bu yeni MHP doktrini sayesinde, Bahçeli'nin etrafındaki ülkü erleri de birer ikişer uzaklaştırılıyorlardı. Bu yanlışlar neticesinde, parti baraja takılmış, ama yeni doktrin hala işliyor, partiden atmalar, küsmeler, ayrılmalar devam ediyordu. Bahçeli genelbaşkanlığında girilen ilk seçimde alınan oy oranına, geçen 20 yılda, yapılan haklı eleştirilerin gerekçesiyle hiç bir zaman ulaşılamadı, ama Bahçeli de demokrasiyi işletmedi, genelbaşkanlığı bırakmayı asla istemedi. 

2015, artık tabanın sabrının taştığı yıl oldu. Ülkücü taban partide olağanüstü demokratik bir kongre ile genelbaşkanı, yeni doktrincilerin değişiyle "lideri" değiştirmek istiyordu. Delege çoğunluğu değişim için imzayı vermişti. Bahçeli de aday olursa, beş aday vardı. Yapılan bütün anketlerde 1.Meral Akşener, 2.Sinan Oğan, 3. Devlet Bahçeli, 4. Ümit Özdağ, 5. Koray Aydın olarak görünüyordu. Bahçeli'nin kesin olarak kaybettiği görülünce, menfaatinden olacak etrafı, "Lider, teşkilat, doktrin eleştirmez." yeni doktrinini alevlendirdiler. Bu doktrin,kaybetmeyi engellemeye yetmeyince kongre talebi, partiler tarihinde görülmedik biçimde, delege çoğunluğuna rağmen, yerine getirilmedi ve mahkeme yolu gösterildi. Ülkücü taban, kongreyi yapabilmek için, çaresiz mahkemeye müracaat etti.Bu sefer de "Vay, partiyi mahkemeye verdiler." yaygarası başladı. Oysaki Bahçeli'nin bizzat kendisi, "Kongreyi yapmıyorum, mahkemeye gitsinler." mealinde açıklamalar yapmıştı. 

Mahkemeler, iktidarın mahkemesiydi ve iktidar MHP'de bir genelbaşkanlık değişiminin, kendilerini iktidardan düşüreceğini görmüştü. Yönlendirilen mahkemeler, Bahçeli'ye, kongrenin yapılmaması için her türlü yardımı yaptılar ve kongre olmadı. Ülkücüler yeni bir bölünmenin eşiğine daha gelmişti. Kongresi cebren elinden alınan ülkücüler, içlerine başka partilerden, farklı görüşlerden insanlar da alarak milliyetçi çizgideki İYİ Parti'yi kurdular. 

"Lider, teşkilat, doktrin eleştirilmez." yeni doktrini, ülkücüleri bir defa daha dağıtmıştı. Oysaki MHP, Başbuğ Alparslan Türkeş'in vefatı sonrasında bütün kongrelerinde her şeyi tartışsaydı ve arkasından demokratik seçimlerini yapsaydı, ülkücüler hangi kongrede kimi seçmişse, onlar partiyi yönetseydi bu dağılmalar olmayacaktı. Ayrıca, vaktiyle başka partilere gitmiş ülkücüler de geri dönecekti. O zaman MHP ülkede iktidarın tek alternatifi olacaktı. 

Şimdi de aynı şey, İYİ Parti'den bekleniyor. Var mı? Hayır. Şimdilik mazeretleri var. Yeni kurulmuş olmak, baskın seçimler, sıkışık takvimler. Bunlar kabul edilebilir mazeretler. İYİ Parti Yönetimi'nin, 31 Mart 2019' dan sonra,kendileri için hiç bir mazeretin geçerli olmayacağını bildiklerini düşünüyorum. Lider de teşkilat da doktrin de eleştirilir, haberiniz ola. Eğer, aksini iddia edenler olursa, MHP'nin geldiği noktaya baksınlar yeter.