“Aynı gemide olduğumuza göre nimetlerden faydalandığımız gibi külfetleri de birlikte göğüslemeliyiz” deniyor. Kulağa hoş gelen bir söz değil mi? Ama gerçekten de öyle mi acaba?

Bir yanda devlet kurumlarında aile boyu mevki makam sahibi yapılan şanslı, tercihli, torpilli kişiler; üç – beş yerden maaş bağlanan ballı kaymaklılar; vasıflarına bakılmadan bol maaşlı kamu şirketleri ile bankalarda Yönetim Kurulu üyelikleri bahşedilenler; bütün önemli ve bol paralı devlet ihalelerinin vazgeçilmez müteahhitleri; branşına, vasfına bakılmaksızın bir yerlere müdür, amir, memur yapılanlar; devlet bankalarından geri dönüşü olup olmadığı “ticari sır” diye saklanan kredi verilen iş adamları; “Bakara makara, takara tukara” diye Allah Kelamı ile dalga geçtiği halde Büyükelçi yapılanlar; KPSS sınavlarında düşük puan almalarına rağmen mülakatlarda adeta “mucizeler yaratarak” kadrolara yerleştirilenler; öbür yanda da zamlar, vergiler, haksızlık ve hukuksuzluklar altında ezilen insanlar; devlet kurumlarına ve bankalara borcunu ödeyemediği için tarlaları, ekmek teknesi olan traktörleri haczedilen üreticiler; KPSS sınavlarında 80 – 90, hatta 100 aldığı halde her ne hikmetse mülakatlarda “dilleri tutulup” elenerek işe giremeyenler; ucuz ekmek ve yağ alabilmek için eksi bilmem kaç derecelerde saatlerce sıra bekleyenler…

Ben bu kadarını sıraladım. Herkes bildiğini ekleyerek listeyi uzatabilir.

Bu yazılanlar bile herkesin aynı gemide olmadığını, ülkemizin nimetlerinden yeterince faydalanmadığını, belli bir kesim nimetleri tepe tepe kullanırken geri kalanların da külfeti omuzladıklarını gösteriyor.

Yalnız bu kadar da değil tabii…

Bazı Büyükşehir Belediye Başkanlıklarınca ihtiyaç sahiplerine derman olmak üzere açılan hesaplara, İçişleri Bakanlığı’nın emri ile Valiliklerce el konmuş ve toplanan paralar bloke edilmişti. O hesapların serbest bırakılıp amacı doğrultusunda kullanılması beklenirken bu yazıyı kaleme aldığım sıralarda İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nce açılan hesaplarda biriken ve bloke olarak duran 6 milyon TL’nin üzerindeki paranın Hazine’ye aktarıldığı haberi geldi. Hani zaman zaman, “Yazılarımı yazarken Allah bana yardım ediyor” diye not düşüyorum ya, yine öyle oldu da Musa el-Eş’ari’den rivayet edilen şu Hadis-i Şerif önüme düştü:

“Kendisine emanet edileni tam tamına, eksiksiz olarak ve gönül hoşluğu ile yerine getirip, verilmesi istenilen kişiye ulaştıran güvenilir Müslüman kasadar, sadaka veren iki kişiden biridir.”

Kurban olduğumuz Allah’ın işine bakın ki tam da ihtiyaç sahiplerine yani “aynı gemide” olmayanların bir bölümüne ulaştırılmak üzere “Güvenilir kişi/kurum” kabul edilerek belediyeye teslim edilen paralarla ilgili aktarma işleminin duyulduğu gün bu Hadis-i Şerif’in önümüze düşmesine tevafuk mu diyelim, Allah’ın birilerine verdiği bir ders mi bilemedim!

Konuyu, ilmine ve dini konulardaki hassasiyetine güvendiğim din âlimlerimizden birine sorunca da şu cevabı aldım:

“Vatandaştan toplanan paraları, onların amaçları doğrultusunda değil de başka bir iradenin emrine verilerek ya da el konularak başka bir amaçla kullanmak asla caiz olmaz!”

Peki, ne olacak şimdi? İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin su, elektrik vb. faturalarını ödeyemeyenlere, gıda maddelerine ihtiyaç duyanlara destek olmak amacıyla açtığı hesaplara para yatıranların niyetlerini yok sayarak o paraların başka amaçlarla kullanılması tam da yukarıda zikredilen Hadis-i Şerif’in konusunun içinde. Toplanan paralar, başka bir iradenin emrine verilmiş. Yani dinimizce caiz olmayan bir iş var ortada. Şimdi, başta Diyanet İşleri Başkanı olmak üzere “İktidarın Fetvacısı” olarak ün yapan Prof. Dr. Hayrettin Karaman ve Hadis Profesörü olduğunu bildiğim Rize’deki Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Cem Zorlu’yu söz konusu Hadis-i Şerif’in ışığında iktidarı aydınlatmaya davet ediyorum.

Ben de mesela aynı amaçla Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin açtığı bir hesaba para yatırmıştım. Niyetim de o para ile su faturasını ödeyemeyen ya da evine ekmek götüremeyenlerin derdine bir nebzecik de olsa ortak olabilmekti. Niyetim halis, Belediyemizin niyetinin de halis olduğuna inanıyorum. Bizim niyetimizi engelleyenlere hakkımı helal etmem, edemem. Haliyle aynı gemide olmamız da mümkün değildir.

Zaten haksızlık ve hukuksuzluklar almış başını gidiyor. Kamuoyunda “Beşli Çete” olarak bilinen müteahhitlere “Yap İşlet Devret” saçmalığı ile “Müşteri ve döviz garantili” olarak verilen paranın, 18 yılda tam 220 Milyar Dolara ulaştığı söyleniyor. Daha da ekleneceği aşikâr. Hele bir de Zafer Havaalanı gibi göz göre göre millete atılan kazığı unutmak mümkün değil. Afyonkarahisar, Uşak ve Kütahya illerinin ortasına yapılan bu havaalanına yıllık olarak verilen yolcu garantisi nerede ise bu üç ilin nüfusları toplamı kadar. Bir yılda geçen yolcu sayısı ise vaat edilenin yanında devede kulak misali. Üstünü ise yapımcı şirkete siz, biz, hepimiz birlikte ödüyoruz. Yani nimete değil ama külfete ortak olduğumuz doğru. Diğer Yap – İşlet projelerinin hemen hepsi de üç aşağı beş yukarı aynı şartları taşıyor ve 25 – 30 yıllık anlaşmaları olduğu için bırakın çocuklarımızı, torunlarımız da borç altına girmiş durumdalar. Hem de döviz borcu! Borç ödeyenler, borç ödeneceklerle aynı gemide olabilirler mi? Biz çalışıp ödeyelim ki onların gemileri yüzmeye devam etsin!

Ya şu memleketimizin nimetlerinden fazlasıyla faydalanan üç şanslı hanıma ne demeli? İsimleri malum, üçü de siyasetçi, üçünün de tuzları kuru. İstanbul Büyükşehir Belediyesi AKP’de iken üçüne de belediye bütçesinden Dolar ve Euro üzerinden yüklü miktarda burslar verilerek ABD ve Almanya’ya gönderilmişler. Toplam meblağ 6 Milyon TL’ye yakın. Hadi, belediyelerin böyle bir imkânı var da verilmiş diyelim. Diyelim ama burs vermenin ve almanın şartları vardır. Bir defa burs verilen kişi belediyede çalışıyor olacak, belediye tarafından bilgi, görgü, araştırma için yurt dışına gidiyor olacak. Bunun için taahhütname imzalayacak. İşini, görevini, öğrenimini, doktorasını bitirdikten sonra da dönüp paşa paşa ya da hanım hanım belediyede görev yapacak. Devlet burslarının şartları böyledir. Şartlar yerine getirilmiyor, öğrenim yarıda bırakılıyor ya da döndükten sonra ilgili kurumda görev almayıp başka işlere giriliyor ve örneklerimizde olduğu gibi siyasete atılınıyorsa da alınan burslar kuruşu kuruşuna ve hatta faiziyle birlikte ödenmelidir.

Kırk yıldan fazla süren devlet tecrübeme dayanarak bu konuyu çok iyi biliyorum. Üstelik bir dostumuzun devletten yurt dışı bursu alarak ABD’ye giden oğluna kefil olmuştum. Geri ödemelerinde biraz gecikme olunca bir tebligat almıştım ve feleğim şaşmıştı. Çünkü para benden tahsil edilecekti. Neyse ki ödemesini yapmışlar ve biz de derin bir nefes almıştık. “Devlet alacağına şahindir” derlerdi ama buna meydan vermeden alınan paralar ödense idi ne olurdu? Konu mahkemeye intikal ettiğine göre hâkimlerimiz İnşaallah devletimizin şahinliğini göstereceklerdir.

Adalet, hak ve hukuk herkese lazım ama “Devletin dini adalettir” hikmetli sözü gereğince Devlet ve kurumları tavizsiz, şeksiz ve şüphesiz adalet üzere olup hukuku uygulamak zorundadır. Mademki Hadis-i Şerif’le başladık, dinimizden bir örnek daha verelim. Umulur ki anlayacakları dilden konuşmak bazılarına iyi gelir.

Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:

“Vergi toplamak için gönderdiğimiz tahsildarlara ne oluyor? Vergileri topladıktan sonra yanıma gelerek şöyle diyorlar:

-Şunlar devlet için topladığım vergiler, şunlar da bana verilen hediyeler!

Sorarım size, bu adam anasının veya babasının evinde otursa idi ve bekleseydi ona hediye veren olur muydu, olmaz mıydı? Nefsim yedi kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki: Böyle devlet hesabına vergi topladığı zaman kendisine hediye ismi altında gayri meşru menfaat temin eden kimse yarın kıyamet gününde o mal sırtında ortaya çıkacak ve bunun hesabını verecektir. Hediye ismi altındaki bu mal deve ise deve sesi çıkararak, sığır ise, sığır gibi böğürerek, koyun ise koyun sesi çıkararak o hayvan sırtında mahşer halkına bunun hesabını verecektir.”

İşte örnek, işte gerçek… Anlatıp yazdıklarımızı bu Hadis-i Şerif’in ışığında değerlendirebilirsiniz. Böylece, neden aynı gemide olmadığımız, olamayacağımız daha iyi anlaşılmış olur.