Geçen sene bu zamanlar, Eskişehir’deki yazar dostum Gökçe Güneyoğlu’ndan imza günü ve söyleşi yapmak üzere Eskişehir’e davet almıştım. Bu sene yine aynı vakitlerde, tam da oğlum Alibek’in doğum gününde, yeni mekânı olan “Mahfil” e beni davet etti. Benim için çok değerli olan bu insanın davetini geri çevirmedim, annem ve oğlumla trene atladığımız gibi Eskişehir’in yolunu tuttuk. Doğrusu, bu memleketin ayazı fena oluyor ama insanı çok güzel. Tren garından hemen yürüme mesafesiyle varılabilecek olan Mahfil, içeri girdiğim andan itibaren bana “mekânın ruhu” olduğunu hissettirdi. O mekâna ruh kazandıranın Gökçe Bey’in kendisi olduğunu düşünüyorum. Bazı insanlar, ellerinin değdiği her yerde bir güzellik var edebiliyorlar. Gökçe kesinlikle, kültür sanat camiasına bu bakımdan hizmet eden ve son derece üretken bir insan. Kendisinin Rölanti Supi isimli eseri, basılı tek eseri. Bunun yanında Tiyatro eserleri yazıyor, derleme eserler üzerinde çalışıyor ve Mahfil’de her cumartesi akşamı düzenledikleri: “Çalgını Al Gel” etkinliği ile kendi bestesi olan eserleri icra ediyor. Kudüm vuruyor, gitar çalıyor ve şarkı söylüyor. Tüm bunların yanında tek başına o mekânı işletiyor, gelenleri ihmal etmiyor ve yemekleri harika. Dedem derdi ki: “Bir güzellik gördüğünde onu dile getirmezsen, onun sende hatırı kalır” bu bakımdan, Kıymetli arkadaşımın bu üretken ve çalışkan tutumunu tebrik ediyorum.

Eskişehir’de Okan Tosun önderliğinde kurulan Anda Derneği’ni ziyaret etmesek olmazdı tabii. Anda İstanbul’da Arama Kurtarma Gönüllüsü olarak var olsam da Eskişehir ekibinden kimseyi tanımıyordum. Bir şekilde ulaştık ve Şair Fuzuli’deki ANDA Eskişehir binasında bir araya geldik. Henüz ikinci kez baba olan ve oğlunun ismini “Bilge Kağan” koyan Yılmaz Çetin Ağabey ve Sosyal Hizmet Uzmanı, adeta insanlığı onarmak için doğmuş olan Ayşe Hanımefendi ile tanıştık. Esasen, ANDA Derneğinin büyülü ve birleştirici bir tarafı var. Okan Ağabey’e bize bu kardeşliği armağan ettiği için ne kadar teşekkür etsek az kalacaktır. Zabıta büyüğümüz Şuayip Abi de bize katılınca, o akşam ANDA Eskişehir binasında öyle sohbetler ettik ki hem insanlık adına beraber dertlendik hem de karşılıklı olarak birbirimizi şehirlerimize davet edip: “Artık burada bir ailen, bir kardeşin var” dedik. İnsan, bir başka şehre/ülkeye gittiği zaman, bu cümleyi duymayı bekliyor ve bundan büyük bir “aidiyet hissi” alıyor. Kendisini bir başkasına yuva/sığınak haline getiren herkese müteşekkirim.

25 Aralık 2022 tarihine geldiğimizde, Mahfil’de 15.00’da Betül Azra ismi anons edildi ve bendeniz, birkaç dakika evvel Kıymetli Arkadaşım Ömer Faruk’un hediye ettiği Atatürk Büstünü masama, önüme yerleştirip konuşmaya başladım. ANDA’dan yeni tanıştığım arkadaşlarım saflarda yerini tutmuştu. Daha evvel tanımadığım, sosyal medyadan tanış olduğum, bir kez görüştüğüm yahut o an geçerken rastlayan birkaç insanla hasbihal ettik. Sanat Tarihçisi, Fransızca Tercüman’ı, Öykü Yarışması Birincisi, Zabıta Memuru, Askeri, Güvenlik Görevlisi, Lise Öğrencisi, Edebiyatçısı, Karanlık Masal Anlatıcısı ve Çocuklarıyla geleni, hepsi beni izleyen gözleriyle dinleyen kulaklarıyla zatımı bahtiyar etti. 

Bu söyleşi, sabahtan itibaren aklımda dönen birkaç bahisten açılıp, bambaşka yerlere gitti ve bana önceki söyleşilerden bu yana kendimi ne kadar sakin, dingin, gelişime açık konuma getirdiğimi gösterdi. Zaman bizi sadeliğe itiyordu ve biz iddialarımızın altını yavaş yavaş dolduruyorduk. Yüksek sesle konuşan ve kendisini ancak böyle duyuracağını zanneden Azra’nın yerini olağan gücüyle sakin ve heyecanını karşı tarafla bölüşerek konuşan bir Azra almıştı. Bir insanın doğar doğmaz hakkında ilk ve en kesin bilginin “ölecek olması” üzerine konuştuk. Ve ilk romanım olan Binbir Gece Masalları’ndaki “geleceğin kahramanı” motifi üzerine birlikte düşündük. Kitabın sonunda gelecekte yer alan bir kahraman resmetmek istedim. Yazar Dostum Caner Kara’ya “Hangi zamanın kahramanıyla tanışmak isterdiniz?” minvalinde sorulan bir soruya: “Geleceğin kahramanı ile” yanıtını vermesi bende bu bakışı doğurmuştu, seneler evvel…

Bugün ve yarın, kahramanlığın tek bir kişiye ait olmayacağını düşünerek, kahramanların aramızda ve içimizde olduğunu beyan ettim. Ama romanda bir tek kahraman anlatmam gerekiyordu. Orada bir doğum ve isim alma sahnesi yazdım ve kendimce okurlara şunu söylemiş oldum: “Her doğan çocuk, geleceğin kahramanı olmaya namzettir” Nasıl ki bir eser vermek, geleceğe ok atmak oluyorsa, bir çocuk dünyaya getirmek de geleceğe bir kahraman yetiştirmek imkânına sahip olmaktır, dedim. Beraberce güldük, ağladık, şarkılar söyledik ve kitap imzaladık. Eskişehir bana mevsim olarak kışı, kalbimde ise baharı yaşattı. 

Atsız’ın: “Okurlarımız üzülmesin, bozkurtlar dirilecektir” ifadesinden esinlenerek buradan duyurmak isterim ki:

“Okurlarımız hazır olsun, Uçan Halı Romanı yakında geliyor”