Ankara’da basına sızmayan bir intihar vak’ası işitmiştim. Bir memur, 7-8 katlı binânın en üst katına çıkıp intihar etmek istiyor. Üst düzey âmirlerden birisi, iknâ edip vazgeçiriyor.

Sonra ne olduğunu duyunca kulaklarıma inanamadım. Psikiyatriste götürülmesi gereken memuru, masasına oturtmuşlar. Herkes yerine dönünce tekrar çatıya çıkmış. Bu sefer atlamayı başarmış ve ölmüş.

Hangi endişeyle böyle bir ihmâlin yapıldığını, genç bir akdemisyenin intiharından sonra gözler, mobbing yaptığı iddiâ edilen rektöre çevrilince daha iyi anladım. Üzeri örtülmeli ki ağzımızın tadı kaçmasın! Üzeri örtülmeli ki o işyerinin iyi yönetilmediği belli olmasın! Hele hele basın, hiç duymasın!

Bartın Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu Öğretim Üyesi Güneş Günay Sezer’in 5 katlı okul binâsının en üst katından atlayarak intihar etmesi, mobbing denilen kavramla yüzleşmemiz gerektiğini gösterdi. Hukuk kelimesinin rafa kalktığı bir zamanda buna ne kadar cesâret edebileceğimizi bilmiyorum. Güce tapılan bir ülkede mobbingi konuşmanın ne faydası olabilir ki?

“Psikolojik tâciz” anlamına gelen mobbing, işyerlerinde intihara kadar götürebilen zulmün adı. Bu ilkelliği zevk hâline getirenler, güç alanları dışındaki dünyâda inanılmaz pozitif görünürler. Kibardırlar, terbiyelidirler, sempatiktirler. Hiç ihtimâl vermezsiniz, mobbing mekânında birer canavar olduklarına.

Mobbingin ilkel ve insanlık dışı olduğunu, yapanlar da biliyorlar. Dolayısıyla, "Ben tâcizciyim." demeleri imkânsız. İşte mobbing zorbalarının en zayıf tarafı! Zorba ve ilkel olarak bilinmek istemiyorlar. Kendilerini kandırdıkları gibi toplumu da kandırıyorlar. Siz hiç, "Çalıştığım işyerinde mobbing yapıyorum. Bana itaat etmeyenlere, herkesin küsmesini sağlıyorum. Ellerime sağlık." diyen bir memur; “İşyerinde bilgi-işlem sorumlusuyum. Canımın istemediğine bilgisayar vermiyorum." diye övünen bir idâreci veya "Benim emrime girmediği için filanca komşuyu canından bezdirip taşınmasını sağladım." diye itiraf eden bir site sâkini tanıdınız mı? Mümkün değil. İtirafları, kendi çeteleri içindedir ya da sırf kendi içlerindedir.

O hâlde bunların ifşâ edilip rezil edilmesi, önemli bir çözüm. Direk isimleriyle anlatmak, riskli bir iş. İspat edemezseniz iftiracı olursunuz. Son zamanlarda çâresiz kalıp, cep telefonuyla çektikleri görüntüleri sosyal medyada yayınlayanlara şâhit oluyoruz. Öğretim üyelerine küfreden dekanı, sosyal medyadaki videosu olmasa nereden bilecektik? Hangi mahkeme cezâsını verecekti? Şikâyet eden, suçlu olurdu.

Allah korkusu, adâlet, hukuk, bu gibi zorbaların umûrunda değil. Ama rezil olmak, umurlarında.

DUYGULARIN RENGİ

Mobbinge uğrayan insanlar sağlıklı bir çıkış yolu bulamazlarsa hayatları kararıyor. Psikolojik tedâvi görenler, intihar edenler, hattâ suç işleyenler var. Evlerine, mutsuz dönüyorlar. Âileleri de etkileniyor.

Henüz sosyal medyanın olmadığı bir zamanda bir akademisyenin, kendisine mobbing yapan bölüm başkanından (veya hocası) nasıl intikam aldığını duymuştum. Genç akademisyen, doçentliğini alana kadar anasından emdiği sütleri burnundan getiren hocanın hikâyesini, başka bir fakülteye geçince bütün çıplaklığıyla yazmış. İsim vermemiş ama kitabı okuyan herkes, anlatılanın kim olduğunu biliyormuş. Hoca, utancından günlerce dışarı çıkamamış. Dâvâcı da olamamış.

2011 yılıydı. Duyguların Rengi filmi, -bıçak kemiğe nasıl dayandıysa artık- bana böyle bir ilham vermişti. Önce, bir vesileyle kitabı okumuş; sonra filmini seyretmiştim.

Bir tanıdığım, "İyilerin ve kötülerin olduğu filmlerden rol seç! Hangisi sana daha uygun ya da hangisi olmak istersin?" demişti. Duyguların Rengi'ni seyredince bu sözü hatırladım. Kendime bir rol seçtim. Eugenia Phelan. Ne mi yapıyor? Zenci hizmetçilere zulmeden ırkçı beyaz kadınların zulümlerini, farklı isimlerle yazarak kitap hâline getirip deşifre ediyor. Hizmetçilere son derece kibirli ve ilkel bir tutum sergileyen ama dışarıya son derece medenî görünen bu kadınlar, ilkel taraflarının bilinmesini istemediklerinden kitaptaki yazılanlarınla alâkaları olmadığını ispata çalışıyorlar.

Yazma fikri, çok hoşuma gitti. Şâhit olduğum ve dinlediğim mobbing hikâyelerini, bir internet sitesinde yazmaya başladım. İsim ve kurum adı yoktu. Tam bir komedi filmi gibiydi. İşyeri karıştı. Kimse karşıma çıkıp, “Beni nasıl yazarsın?” diyemedi. Burnundan soluyanlar, oh çekenler olduğu gibi, bir alâkası olmadığı hâlde, “Orada yazdığın ben miyim?” diye soran andavallılar bile çıktı. En komiği de paçavraya çevirdiğiniz dâire başkanıyla merdivenlerde karşılaşmak. İnanın, fonda, “İyi Kötü Çirkin” filminin müziği vardı desem, abartmış olmam. Basamakları sağ sâlim inince şükrettim.

Ne kadar garip değil mi? Adam, yazılmasından rahatsız olduğu ilkelliği, bayıla bayıla yapıyor.

"İşyerlerinde Psikolojik Tâcizin (Mobbing) Önlenmesi" başlıklı Başbakanlık genelgesi, 19 Mart 2011’de Resmî Gazete'de yayımlandığında çok umutlanmıştım. Mobbing, nihâyet devletin ilgi alanına girmişti.

Genelge yayınlandığında dönemin başbakanı, "Kasıtlı ve sistematik olarak belirli bir süre çalışanın aşağılanması, küçümsenmesi, dışlanması, kişiliğinin ve saygınlığının zedelenmesi, kötü muameleye tabi tutulması, yıldırılması ve benzeri şekillerde ortaya çıkan psikolojik tacizin önlenmesi, gerek iş sağlığı ve güvenliği gerekse çalışma barışının geliştirilmesi açısından çok önemlidir." değerlendirmesinde bulunmuştu.

Aradan 8 yıl geçti. Mobbing yaptığı için şikâyet edilenin değil, şikâyet edenin suçlu olup mobbinglerden mobbing beğendiği; mobbinge uğrayan bir akademisyenin bile intihar ederek sesini duyurduğu bir ülke olduk.

İntihar ettiğinde haber değeri olmayacak alt düzey memurlara Allah yardım etsin!

........

19 Mart 2011 Mobbing Genelgesi’nin maddeleri:

1. İşyerinde psikolojik tacizle mücadele öncelikle işverenin sorumluluğunda olup işverenler çalışanların tacize maruz kalmamaları için gerekli bütün önlemleri alacaktır.

2. Bütün çalışanlar psikolojik taciz olarak değerlendirilebilecek her türlü eylem ve davranışlardan uzak duracaklardır.

3. Toplu iş sözleşmelerine, işyerinde psikolojik taciz vakalarının yaşanmaması için önleyici nitelikte hükümler konulmasına özen gösterilecektir.

4. Psikolojik tacizle mücadeleyi güçlendirmek üzere Çalışma ve Sosyal Güvenlik İletişim Merkezi, ALO 170 üzerinden psikologlar vasıtasıyla çalışanlara yardım ve destek sağlanacaktır.

5. Çalışanların uğradığı psikolojik taciz olaylarını izlemek, değerlendirmek ve önleyici politikalar üretmek üzere Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bünyesinde, Devlet Personel Başkanlığı, sivil toplum kuruluşları ve ilgili tarafların katılımıyla 'Psikolojik Tacizle Mücadele Kurulu' kurulacaktır.

6. Denetim elemanları, psikolojik taciz şikayetlerini titizlikle inceleyip en kısa sürede sonuçlandıracaktır.

7. Psikolojik taciz iddialarıyla ilgili yürütülen iş ve işlemlerde kişilerin özel yaşamlarının korunmasına azami özen gösterilecektir.

8. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Devlet Personel Başkanlığı ve sosyal taraflar, işyerlerinde psikolojik tacize yönelik farkındalık yaratmak amacıyla eğitim ve bilgilendirme toplantıları ile seminerler düzenleyeceklerdir.