Öğret öğretmen, eğit öğretmen.. Sabret öğretmen.. Dinle öğretmen.. Sus, hakkını dahi savunma öğretmen.. Sen, sadece söylenileni yap öğretmen…

Sulanmayan çiçek gibi, zaman içinde kuru öğretmen.. Sorumluluklara gark olarak, kendini dahi unut öğretmen… Süpermen yaratılmışçasına , ondan mütemadiyen “süper olmanın” beklendiği ama onu da insan olduğunun çoğu vakit unutulduğu, cefakar öğretmen…Maaşını aldığı günden itibaren ,gelecek ayını da hesaplamak zorunda olan ,yirmi dört kasımdan bir sonraki yirmi dört kasıma kadar isminin dahi hatırlanmadığı öğretmen… Bu zaman zarfında birileri çıkıp, bir kez bile sormayı akıl etmez : BİR ÖĞRETMEN NE İSTER YA DA NE İSTEMEZ??

Hiç sorulmadığından ,elimden geldiği, dilimin döndüğü, kalemim konuştuğu kadar anlatmaya çalışayım efendim.. Bize anlamsız gelen anlamsızlıklardan da bahsederek, zülfü yâre de dokunalım biraz.

Öğretmen, kendisini , öğretmen gibi görmeye göreve atandığı gün başlamaz. Tarifi mümkün olmayan bu güzel hissi , eğitim fakültesini kazandığını duyduğu anda hissetmeye başlar. Bir öğretmen, öncelikle , okulunu bitirdikten sonra işsiz kalma korkusunun olmamasını ister.

Meslekte gözünü açtığı ilk yerin “bir dağın başının” olmamasını temenni eder. Çünkü yanında mesleğinin ilk yıllarında ona destek ve örnek olacak meslektaşlarının olmasını diler. Can tehlikesi olmadan, akşam evine dönüp dönemeyeceğinin endişesini yaşamadan(yaşamış birisiyim),okuluna gönül rahatlığı ile gidip gelmek de ister.

Öğretmenin mesleki tanımı , okulda ve sınıfta ,sadece ve sadece “eğitim ve öğretim” işleri ile ilgilenen kişi anlamına gelmektedir. Fakat ülkemizde, okulların imkanları ve donanımları düşünüldüğünde ,bu tanımlamaların çok ötesinde ,aslında olmaması gereken görevlerin de öğretmenlere yüklendiği gerçeğiyle karşı karşıyayız. Gerekli donanıma sahip olmayan sınıfların teknolojik araçlarını tamamlamak, sınıf içi ihtiyaçları gidermek ve tüm bunlar için velilere aynı şeyleri onlarca kez anlatmak zorunda kalmak, öğretmenlerin mecburi görev, tanımlamasına girmiş durumdadır. Aslında öğretmen “zorunlu tahsildarlık yapma” sıfatından arınmak için de can atmaktadır. Bu mesleğe sahip olanlar okullarda ve sınıflarda , üniversite öğretim üyelerinde olduğu gibi kendilerine ait çalışma odası ister. Zira öğretmen bilgiyle, kitapla , ön hazırlıkla icra edilen bir meslektir.

Bir millete yön veren , aydın insanların oluşturduğu ,mesleğin adıdır öğretmenlik. Hiçbir insan yoktur ki ,bir öğretmenin ışığından faydalanmamış olsun. Bu anlamda geleceğin nesillerine şekil veren bu mimarlar , YERLERE DÜŞÜRÜLEN İTİBARININ iadesini isterler. Toplumun bu mesleğe geçmiş dönemlerdeki gibi saygı duymasını isterler. Günümüzde bu kutsal mesleğin toplumsal statüsü yara almış durumdadır. ”Öğretmeni şikayet hattı” ifadesi dahi, bu yaranın vahametini ispat niteliği taşımaktadır. Bu uygulamaya karşı “alo, öğretmeni dinleme hattı “ifadesini de duymak ister o yanlı yanın yapan televizyon kanallarından . Binlerce güzel örnek teşkil eden mesleğin içinden, cımbızla çekilmişçesine öne sürülen, “çoğu zaman insani” hataların ayyuka çıkarılarak, manşet haber haline dönüştürülmesi, bu meslekteki her kişide his ve güven kaybına sebep olduğu gerçeği aşikardır. Sınıf ortamını ve o ortamdaki aile olma hissini, dışarıdan tahayyül etmek mümkün olmayabilir. Bir öğrenci ,öğretmenin gözünde evladından farksızdır. Anne, baba yeri geldiğinde evladına nasıl kızıyorsa ,onu seviyorsa, hatta yeri gelip kulağını çekiyorsa, aynı haklar öğretmen için de aynen geçerlidir. (Öğrenciler ailelerinden daha çok , öğretmenler ile zaman geçirmektedir)

Belki, eski kafa, olarak nitelendirenler olabilir beni fakat benim fikir dünyamda “eti de senin, kemiği de senin hocam” mantığı aynen devam etmektedir. Bu mantıkta güven esastır, halis niyetler vardır karşılıklı olması gereken..

Yani işin özü, öğretmenler ,üst mercilerden kendisini öğretmen sanan ,öğretmene karşı öğretmencilik oynama küstahlığını kendinde hak gibi gören ve ona teknik öğretme hadsizliğinde bulunan, kendini bilmez veli potansiyeli ( bir çok veliyi tenzih ederim) karşısında, öğretmeninin arkasında kale gibi durmasını beklerler.. Bu duygu insanları ,müfettişlerin tepelerinde boza pişirmesinden sıkılmış durumdadırlar.. Bu konuyla ilgili , tarihi bir kıssadan bahsetmeden edemeyeceğim:

Molla Gürani, FATİH SULTAN MEHMET’ in Akşemseddin Hazretleri’nden de önceki hocasıydı. Fatih şehzadelik döneminde, Molla Gürani’nin eğitiminden geçmiştir. Gürani uzun boylu, heybetli ve sert tabiatlı birisi olmakla birlikte, ilkelerinden taviz vermeyen bir öğretmendir. Fatih’in babası 2.Murat küçük şehzadeye Molla Gürani’ nin ders vermesini ister. Molla Gürani ‘Eğitim şekline müdahale edilmemesi’ şartı ile bu eğitimi kabul eder…Küçük Şehzade, derslerde şımarık davranışlarda bulununca ,hocası Gürani elinde sopa ile derslere gelmeye başlar.. Şehzade Mehmed, elindeki sopa ile ne yapağını sorar..Gürani Hoca dersi dinlemeyenin ve saygısızlık yapanın şehzede bile olsa döveceğini söyleyince, şehzade kahkaha atar. Bu kahkaha üzerine Molla Gürani şehzadeyi öyle bir döver ki, o günden sonra Mehmed bir gün bile derslerini aksatmaz, saygısızlık yapmaz.

Aynı şehzade Peygamber övgüsüne mazhar olmuştur. Fatih Sultan Mehmed ,İstanbul fethediğinde, Bizanslı kızların yollarda kendilerine sundukları çiçekleri hemen yanı başında olan hocalarına hediye ettirmiştir.. Onların atlarından kaftanına sıçrayan çamura dahi, övgüler yağdırmıştır..(PADİŞAHLAR BÖYLE YETİŞTİ)

Öğretmenler kendilerinin üstü olan mercilere güvenmek isterler.. Eğitim kitapları ve programlarını hazırlayan , sunan ve sunulması istenen komisyonlara sırtını sorgulama gereği duymadan dayamak dilerler. Dünyadaki eğitim sistemlerini çok iyi araştıran, kendini yenileyen, milletinin ve çocuklarının özelliklerini çok iyi tahlil etmiş ,en faydalı ve uygun olan sistemi okullarına uzun vadede sunacak bir Milli Eğitim Bakanlığı da isterler. Niyazlarında hükümet ve eğitim politikasının ayrımına varmış bir devlet hayali vardır. Türk Okullarındaki öğretmenler , Mustafa Kemal Atatürk ‘ün eğitim sistemini benimsemiş, Cumhuriyet’ine sahip çıkan ve her daim çıkacak olan mefkureleri olan ülkü insanlardır.

Çileye talip olmuş bu kişiler , ekonomik güçlerinin Dünya ülkelerindeki meslektaşlarına denk olmasını da hayal ederler. Tabi ki ilim irfan para ile tahvil edilecek kadar ucuz değildir. Lakin bir öğretmenin tüm enerjisini mesleğine kanalize etmesi ekonomik rahatlığı ile doğrudan ilgilidir. Bunları yazarken aklıma yine Atatürk geldi:

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK ’e vekil maaşlarının ne kadar olacağı sorulur. Atatürk’ten gelen cevap çok çok manidar olup ,ders çıkarma niteliği taşımaktadır:

“ ÖĞRETMEN MAAŞLARINI GEÇMESİN”

Peygamber Efendimiz: ”Alimin uykusu, cahilin ibadetinden hayırlıdır” buyurmuştur.. İlmi Çin’de de olsa alıp gelen, peygamber mesleğini icra eden öğretmenlere ,gereken değerin ve önemin verildiği, onların da mesleki anlamda mutlu oldukları umut dolu günlere “MERHABA” diyebilmek hayali ile…..Hoş kalın ,hoşçakalın efendim…