Son zamanlar da yaşanan ‘’Basın özgürlüğü’’ sorununa binaen.. diye başlamak isterdim. Ancak kabul etmemiz gerekiyor ki, bu sorun her zaman vardı. Her seferinde yeni başlayan bir sorun gibi muamele gören bu konunun ‘’bir gazetecinin yayınlarına yasak gelmesi’’, ‘’bir gazetecinin TV programlarından yasaklanması’’ ‘’bir gazetecinin linç edilmesi’’ , ‘’bir gazetecinin ceza evine girmesi’’ vs gibi konularla cereyan etmesi tazeliğini koruyor olabilir ancak bu çok eskilere dayanan sorunun, köklü çözümü yapılamıyor. Hiçbir sonuca bağlanamıyor. En azından okuduklarım arasından en uzun vade de bildiğim Padişah Vahdettin’in milli çıkarları değil kendi çıkarlarını gözetmesi üzerine Mustafa Kemal’i basın yoluyla hain ilan etme ve hatta Anadolu’daki karışıklıkların Mustafa Kemal’in başının altından çıkmasını empoze etmeye çalışmasıdır. Basın her zaman güçlü ve çabuk yayılabilen haber niteliğine sahip olduğu için, ne kadar inanan olsa o kar demektir. Mustafa Kemal’in Erzurum’dayken Padişah Vahdetin tarafından görevden alınması, Osmanlı Devleti’nin Resmi Gazetesi olan Takvimi Vekayi’de yayımlanmıştır. Ve hatta teşkilatlandırmayı devam ettiren Mustafa Kemal, İstanbul Divan Harbi tarfından yargılıyor (yokluğunda) ve idam cezasına mahkum ediliyor. Padişah Vahdettin de bu kararı onaylıyor. (24 Mayıs 1920)  Bunlar basın yoluyla duyuruluyor.

Yani demem o ki, böyle bir ortamda, savaş, açlık, gelecek kaygısı, çökmekte olan bir devletin kıtlığı arasında ve basının bu derece yaygın olmadığı dönemlerde bile güç ve haber özgürlüğü tekel de toplanıp, ‘’Bu yayınlanacak’’ , ‘’bu yayınlanmayacak’’ , ‘’bu cümle çıkartılsın, şu cümle yazılsın’’ gibi baskıların olduğu açıktır. 

Böyle bir ortamda ne kadar doğru habercilik yapılabilir? Vatandaşa ne derece şeffaf bilgi verilebilir? Ki şuan ki teknolojiye bakacak olursak, teknolojinin bu derece gelişmesiyle beraber sosyal medya da şahsi bir paylaşımımız bile haber niteliği taşıyabiliyor. Hatta yargı sürecine taşınabiliyor. Deprem oluyor, deprem araştırma enstitüsü yayın yapmadan ‘’deprem oldu’’ yazıyoruz. Nerdeyse ölçümü evlerimizde yapacağız, nümerik ifadeler kullanacağız.

Peki biz bu basın özgürlüğünü neden sağlayamıyoruz? 

Hep tekel yönetimleri, baskıları, manipülasyonları konuşmayalım. Birazda çuvaldızı kendimize batıralım. Gazeteciler arasında sindirilmiş, yanlı, partizan, çıkarcı, korku kapanında hisseden, silik bir karakter oluştu. Gazetecilerimiz hiç okumayıp hep yazıyor. Kaç gazetecimiz Aziz Nesin okumuş, kaç gazetecimiz Necati okumuş? Nefi? Köroğlu? Nabi? Ruhsati? Namık Kemal? Şair Eşref? Rıza Tevfik? Mehmet Akif Ersoy? Neyzen Tevfik? Aşık Veysel? Nazım Hikmet? Orhan Veli? Şemsi Yastıman? Barış Erdoğan? Ve aklımıza gelmeyen bir sürü ‘’sivri dilli’’ olarak nitelendirdiğimiz yazarlar. Yazıyorsan dilin de biraz sivri olacak zaten. Doğru söyleyen midir sivri dilli olan? Her şeyi yumuşatarak pazarlamak ne derece doğrudur? Okumadan yazmak ne derece yeterlidir? Fikri olmayanların bu camia da söz hakkı olması içler acısıdır. Doğru habere ulaşmak için geçilmesi gereken ilk bariyer, tekelden yönetilmek değil, geçilmesi gereken ilk bariyer bir gazetecinin içine işleyen korku hissidir. Önce bu bariyeri geçeceksiniz. Önce korku nedir bilmeden ‘’kim ne derse desin bu olay böyle oldu, halkın bilmeye hakkı var’’ dediğiniz an halk sizi kucaklayacaktır. Korkularınızı da saracaktır. Gazeteci olmanın da bir vasfı vardır, bir parametresi vardır. Öyle eline kalem alıp ‘’bu cümleyi nasıl yumuşatsam da kimse alınmasa, bana bir şey sıçramasa’’ demekle olmaz bu işler. ‘’Bu cümleyi nasıl yazsam da kimler nemalansa, bu topluma fayda sağlayacak bu insanları nasıl uyandıracağım, ben bu halkanın hangi parçasıyım, ve bütüne nasıl bir fayda sağlarım’’ diye düşünerek yazmayan her gazeteci sadece yazdığını sanan gazetecidir. Basına özgürlük istemeden önce, beyinlerinizin ne derece özgür olduğunu sorgulamalıyız. Sizler TV’lerden Gazetelerden insanların beynine akıyorsunuz. Kendi beyin özgürlüğünüzü sağladığınızdan emin olmalısınız.  

Şayet cevabınız olumlu olursa lütfen yazmadan önce biraz okuyunuz. Daha önce bu konu da kimler neleri kaleme almışlar, neler söylemişler, nasıl ötelenmişler gibi konuları okuyup bilgi sahibi olun, sonra fikir sahibi olun. 

Lütfen beyninizin özgür olması noktasında cevabınız olumsuz ise, hemen yazmayı bırakın. Zehirli beyninizi kaleme alarak insanların beynine sızmayın. Önce bireysel bir özgürlüğünüz ve fikriniz olsun, daha sonra toplumsal özgürlüğün ve fikir ayrılıklarının destekçisi olun. Birbirimizi zehirlemeyi bırakalım, bireysel huzurumuzu sağlayalım. Böylece hepimiz kafesin kapısını aralamış olacağız. Fikirleri, davranışları, tutumları eleştirin, yargısız infaz yapmayın, hakaret etmeyin, okuyucuya tepeden bakmayın, zulüm etmeyin. Okuyun ve sivri bir şeyi argo kelimeler kullanmadan ifade edebilmeyi öğrenin. İğreti olmayın, özgür olun.

Saygılarımla..