Demokrasi ve Atılım Partisi (DEVA) Genel Başkanı Ali Babacan, partisinin Karabük il kongresinde yaptığı konuşmada hükumeti çok sert sözlerle eleştirdi.

Babacan iktidara, “Şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkesine uymayan hiçbir iktidara güven olmaz. Bu sizin kendi malınız mülkünüz değil. 84 milyonun hakkı olan bir sitemi yönetiyorsunuz. Kimden neyi saklıyorsunuz? Kanun metnine, her türlü denetimden aridir yazılır mı? Neyi gizliyorsunuz” sözleriyle yüklendi.

Babacan'ın konuşmasından satır başları şöyle:

DEVLET YÖNETİMİ EMANETTİR

“Şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkesine uymayan hiçbir iktidara güven olmaz. Bu sizin kendi malınız mülkünüz değil. 84 milyonun hakkı olan bir sitemi yönetiyorsunuz. Kimden neyi saklıyorsunuz? Kanun metnine, her türlü denetimden aridir yazılır mı? Neyi gizliyorsunuz? Bu emanettir. Emaneti koruyun, emanete zarar vermeyin. Kim ki 'ben, ben' demeye başlar, ondan sonra hatalar birbirini kovalar. Devlet yönetimine emanet gözüyle bakmayanlardan korkun.

BU ÜLKENİN İNSANLARINDAN NE İSTİYORSUNUZ

Ülkeyi yönetenler içe kapalı bir rejim inşa ettiler. Şeffaflık, hesap verilebilirlik gibi temel ilkeleri tamamen sözlüklerinden çıkardılar. Bunun en acı sonuçlarından birini maalesef içinde bulunduğumuz Covid-19 sürecinde görüyoruz. Halkımızın sağlığını umursamadan, sayıları değiştirdiklerini ilan ettiler. Çok acı bir itiraftı bu. Türk Tabipler Birliği aylarca 'sayılar yanlış, bunları beşle çarpın, onla çarpın' diye feryat ediyordu. Ama sırf gerçekleri söyledikleri için kıymetli sağlık çalışanlarımıza 'hain' dediler. Ne zaman beğenmedikleri bir fikirle karşılaşsalar başlıyorlar hain demeye. Saymaya bir başlasak onlara göre ülkenin yarısı hain.Bu hükmetin hakikatle bağı kalmadı. Açıkladıkları tabloların doğruyu göstermediğini kabul ettiler. Bir de buna 'ulusal çıkar' dediler. Halkımız hastalanıyor, ölüyor. Bunun şakası yok. Vatandaşını yaşatmaktan daha önemli hangi ulusal çıkar olabilir ki? Aklımızla dalga geçer gibi 'Vaka ayrı, hasta ayrı' açıklaması geldi. Bu rakamları da sadece Dünya Sağlık Örgütü’ne verdiler. Bizim vatandaşımıza yine bu rakamlar açıklanmıyor. Yahu siz bu ülkenin insanlarından ne istiyorsunuz? Bütün özgürlüklerini bir bir ellerinden alıyorsunuz, adaletsiz bırakıyorsunuz, siz bu ülkenin insanından ne istiyorsunuz? Ekonomiyi batırdınız, insanları kuru ekmeğe muhtaç ettiniz, ne istiyorsunuz? Tüm dünyanın pençesine düştüğü Covid-19’la mücadelede onları yalanlarla kandırdınız. Tüm bu zulümler yetmedi de bir de vatandaşımızın sağlığına adeta göz diktiniz. Böyle salgın falan yönetilmez. Böyle ülke yönetilemez.

GELİN BU ZULME DUR DİYELİM

Bu ülke cumhuriyet tarihi boyunca bir kısır döngü yaşadı. Üste çıkanın altta kalanı ezdiği; ezilenlerin de bir gün üste çıkıp ötekileri ezmeye çalıştığı bir ülke oldu bu topraklar. Biliyorsunuz, şu anda iktidarda olan parti, bundan 18 yıl önce, 'altta kalanlar' adına yola koyularak geniş bir toplum kesiminin desteğini aldı. Peki geniş toplum kesiminin gerçekte istediği Türkiye bugünkü Türkiye miydi? Aydınların fikirleri yüzünden hapis yattığı, muhalefetin her görüldüğü yerde ezildiği, tek bir sesin bütün sesleri bastırdığı bir ülke mi hayal etmişlerdi? Devran dönsün ve aynı adaletsizlikler bu defa başkaları tarafından yaşansın mı istemişlerdi? Hayır, bu değildi istedikleri. Bugünkü iktidar partisi, 28 Şubat sürecinden sonra, içinden geldikleri kesimlerin ezilmesine itiraz olarak ortaya çıkan bir partiydi. O gün bu siyasi partiye destek verenlerin büyük çoğunluğu bugün derin bir hayal kırıklığı içinde. 'Biz böyle olmasını istememiştik' diyorlar, 'Bize yapılan haksızlıkları başkalarına yapmak için iktidar olmadık' diyorlar. 'Bu yapılanlar bizim ahlakımıza, inancımıza, örfümüze, adetimize uymaz', diyorlar. Büyük çoğunluk henüz yüksek sesle söyleyemiyor bunları. Ama biliyorum ki, o adaletli insanlar aile meclislerinde, mahalle kahvelerinde, komşularıyla baş başa verdiklerinde bunları konuşuyorlar. Şimdi ben buradan, büyük umutlarla iktidara taşıdığı o siyasi hareketin icraatlarını artık içine sindiremeyen, o yüce gönüllü insanlara sesleniyorum: Aziz dostlarım, gelin, eski mağdurların yeni mağduriyetler karşısında kayıtsız kalmayacağını gösterelim. Gelin, bu haksızlığa, bu zulme birlikte karşı çıkalım. Gelin, kendi fikrinden olmayanları hain ilan edenleri durduralım. Gelin toplumu, ikiye bölen, ötekileştiren, susturmaya çalışanlara 'artık yeter' diyelim.

TOPLUMU AYRIŞTIRIYORLAR

Bugünkü yönetim, kendi seçmen tabanını daha bağımlı hale getirmek için, diğer toplum kesimleri tamamen öteleyerek devleti yönetiyor. İnsanları siyasi fikrine, mensubu bulundukları topluma, etnik kökenine, dinine, diline, cinsiyetine göre ayırıyor, ötekileştiriyor. Biz bu anlayışı kabul etmiyoruz.

VATANDAŞA YOKSULLUK REVA GÖRÜLDÜ

Pandemi döneminde bin TL gibi sosyal yardımlarla vatandaşa yoksulluk reva görüldü. Yönetemiyorlar ve halkımızın onuruyla oynuyorlar. Halkımızın onuruyla oynamayın. Önce yoksulluğa mahkum edip sonra lütuf gibi ekmek yardımından söz etmeyin. Ama üzülerek söylüyorum ki bu yönetim anlayışı ile daha iyisini görmemiz mümkün değil. Olmayacak. Memleketin sorunlarını bu hükümet yönetemeyecek. Devlet vatandaşına adil bir sosyal koruma sağlayamıyor. Vatandaş da devlete güvenmiyor. Sosyal yardımları bile objektif kriterlere göre değil, siyasi tercihlere göre dağıtabiliyorlar.

KHK’LILAR DİYE YENİ BİR KİMLİK YARATTILAR

Bu yönetim yeni bir mağdur kimlik yarattı: KHKlılar. KHK ile son dört yılda tam 125 bin 678 kişi işinden atılmış. Öyle yargı kararı falan olmadan, denetimden geçmeden KHK ile. Yani yürütme kendini hem yasama yerine hem yargı yerine koyarak vatandaşlarımızı işten atmış. 125 bin 678 kişi ne demek? Bu kadar insanın, yüzbinlerce ailenin ekmeğiyle oynamak demek. Aklınız alabiliyor mu? KHK ile işlerine son verildiği sigorta kaydında görüldüğü için bu insanlar özel sektörde de işe giremediler. Ülkemizde korku iklimi öyle hakim ki özel sektör de onları işe almaktan korktu. KHK’lılar, haklarında yargı kararı olmadan 'vatan haini' olarak etiketlenip toplumdan dışlandı, her türlü ayrımcılığa uğradı. Bir devlet vatandaşına bunu yapar mı? Vatandaşını işsizliğe, açlığa, yokluğa mahkum eder mi? Bağımsız ve tarafsız yargı kararı olmadan, birilerinin nasıl yaptığı belli olmayan listelerle isimler alt alta konup binlerce insanın işine son verilir mi? Bu olmaz. Adına olağanüstü dönem deseniz de olmaz. Devleti yönetenler, hukuka bağlı kalmak zorundadır. Demokratik bir hukuk devletinde, eğer birinin suçla ilişkisi olduğuna dair şüphe varsa yapılacak olan adil yargılanma hakkı çerçevesinde gerçekleşecek olan idari ve adli soruşturmalardır. Tüm bu kararların da denetime açık olması gerekir. Ama KHK ile işine son verilen vatandaşlarımızın işlerine geri dönebilmeleri için mahkemede beraat etmeleri bile yetmedi.

SANA GÖRE, BANA GÖRE ADALET OLMAZ

Devleti ayakta tutacak tek şey adalettir. Adaletin 'sana göre'si, 'bana göre'si, 'bizce'si, 'sizce'si olmaz. Her koşulda ve herkes için adalet olmak zorundadır, devlet adil olmak zorundadır. Buradan sesleniyorum; bağımsız ve tarafsız yargı makamlarınca haklarında kesinleşmiş karar verilmemiş herkes masumdur. Bu kişilerin sorunları acilen çözülmelidir. Bu kadar geniş mağdur kitlesini görmezden gelmek çok daha ciddi siyasi, sosyal ve ekonomik problemlere yol açar. Bu nedenle hukukun temel ilkelerini uygulayarak, vatandaşlarımızın mağduriyetleri giderilmelidir. Bu insanlar tekrar topluma kazandırılmalıdır. Özlük hakları iade edilmelidir. İtibarları iade edilmelidir. Yapılan hukuksuz işlemler nedeniyle maruz kaldıkları tüm zararlar telafi edilmelidir.

FAKİRLEŞİYORUZ

Ekonomimiz uzun zamandır karanlık bir tünelin içinde. Işık falan da görünmüyor. Ekonomi yönetimi, lokomotif, tren falan diyerek durumu idare etmeye çalışsa da sizler trenin uzun zaman önce raydan çıktığını çok iyi biliyorsunuz. Doğru politikalar ve doğru adımlar ile kolayca refaha ermemiz mümkünken, ısrarla, inatla yanlışlarından vazgeçmeyen bir yönetim anlayışıyla karşı karşıyayız. İki hafta önce ekonomik programla fakirleştiğimizi zaten hükümet kendisi ilan etti. Ben ve arkadaşlarım yönetimdeyken kişi başına milli gelirimiz 12 bin 594 dolar iken şimdi 8 bin 381 dolara düşeceği açıklandı. İsraf ve yanlış yönetim sonucu hükümetin bütçe açığı tarihin en yüksek seviyesinde, fakirleşiyoruz. Bunun tek bir nedeni var, öyle dış güçler iç güçler falan değil: Kötü yönetim."

Editör: TE Bilişim