Her yıl nüfusu 160 bin artış gösteren İstanbul, Türkiye'de en çok sehirleşme sorunu yaşayan bölgeydi. Nüfus 3 milyonu aşan İstanbul'da 20 yıldan beri aralıksız olarak Hıfzıssıhha Enstitüsü tarafından kontrol ediliyordu. Başlarda 44 personel çalıştıran bu enstitü bir yılda 30 bin besin maddesinin kimyasal ve bakteriyolojik analizini yapıyordu. O yıllarda 1267 sayılı yasa tasarısı uyarınca Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığına bağlı idi.14 Aralık 1983 tarihindeki Resmi Gazete’de yayınlanıp yürürlüğe göre 181 sayılı kanun hükmünde kararname ile kurumun adı Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı olarak değiştirilmiştir ve tarihten beri de Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığına bağlı bir kuruluş olmuştur.

AŞI ÜRETİLİYORDU

1931 yılında ağızdan uygulanan BCG isimli aşının üretimine başlanmıştı bu nedenle yurtdışından serum ithal etmeyi Türkiye durdurmuşdu. 1933 yılında Simple Metodu yoluyla kuduz aşısı yapıldı ve bir sene sonra İstanbul Aşıhanesi, Enstitü bünyesine nakledildi. O yıl,  çiçek hastalığı tedavisinde kullanılacak aşının tüm Türkiye'nin ihtiyacını karşılayacak düzeye getirildi.

1936'da Hıfzıssıhha Okulu açıldı, 1937'de kuduz aşısı üretimine başlandı.

TİFUS AŞISI SATIYORDU

Afrika'nın doğusunda, Amerika'nın ortası ve güneyi, Asya'nın ise dağlık bölgelerinde görünen Tifus adlı bulaşıcı hastalık için 1940 yılında aşı üretti ve bu aşıyı Orta Doğu ülkelerine sattı.

1950' den sonra halkımızın sağlığı için laboratuvarları ülkemize yayma girişimleri başlatıldı ve 16 ilde şubeler açıldı.

SONRA NE OLDU?

1997 de üretim faaliyetleri durduruldu. 99' da aşı üretim tesisleri kapatıldı. Büyük yokluk içindeyken Mustafa Kemal Atatürk tarafından yapılan enstitünün 2 Kasım 2011 tarihinde Resmi Gazete ’de yayımlanan 663 sayılı kararname ile kapısına kilit vurdular. 

ŞİMDİ SORUYORUZ

Aşı politikası eskisi gibi desteklenseydi üretimler, eğitim ve araştırmalar devam etseydi bugün başka ülkelerden koronavirüs aşısı bekler miydik? Beklemezdik... Avuç içi kadar Hollanda olamadık...



 

Editör: TE Bilişim