Selim Çoraklı bugünkü  "Lan diye bağırarak tebliğ yapılır mı?" başlıklı köşe yazısında "medyada yıldızı parlatan ya da parlatılan imamlardan biri" olarak tanımladığı 'Halil Konakçı'yı anlattı. 
Çoraklı'nın yazısının tamamı şöyle:

Son zamanlarda medyada yıldızı parlatan ya da parlatılan imamlardan biri Halil Konakçı. Birkaç konuşmaını dinledim. İslami ilimlerde fazla bir derinliği olmayan, İslamiyet’i camiye gelmiş Müslümanlara bağırıp çağırarak, hakaret ederek anlatan biri olarak değerlendirdim. Kendisini anlattığı konularda ve hitabet şeklinde Timurtaş Uçar veya Şevki Yılmaz’a benzemeye çalıştığını gördüm. Bir de anlattığı bazı konulara kattığı uydurma hadiseler sebebiyle kendisine bir türlü ısınamadım.

Geçmişte birçok örneğinde görüldüğü üzere bu tür medyatik hocalar gündemden düşünce ne kadar şaz mesele varsa gündeme getirip kendilerini medya malzemesi yapmaktan hiç çekinmezler.

Hatırladığım kadarıyla Halil Konakçı Ankara Melike Hatun Camiinde verdiği bir vaazda da “Hilafet” çağrısı yapmış ve medyanın ağzına düşmüştü.

Şimdi yine yaptığı bir konuşma ile yeniden medyanın gündemine oturdu.

Reklamcılar, “Reklamın kötüsü olmaz.” Derler. Herhalde Halil Konakçı bu sırrı keşfetmiş olmalı ki gündeme gelmek için bu kez belki de bile bile kadınlar üzerinden gündem oldu.

Gündeme gelmesine vesile olan videoyu dinlediğimizde yine bağırarak namaz kılmak ve ibadet yapmak için camiye gelen cemaate aynen şunları söylüyor:

“Bak sokaklar ne hale geldi! Kasap dükkânı gibi. Et görmekten içimiz dışımıza çıkıyor artık. 100 yıl önce dedelerimizin yatak odasında göremediği kıyafetleri biz çarşıda pazarda plajda görüyoruz. Hiç mi kıskanmıyorsun lan! Bu kadınların başında yok mu adamları, abileri, babaları, kocaları? Geçtim helali haramı hadi buna inanmıyorsun. Tamam, ateistsin, imanın zayıf… Ya hiç mi kıskanmıyorsun lan? Kızın, karın öyle sokağa çıkarken, video paylaşırken hiç mi vicdanın sızlamıyor? Benim aklım bu işi almıyor. Allah sonumuzu hayretsin.”

Konakçı bu konuşmayı yaptığı cemaatinin içinde kızının, karısının anlatıtğı gibi gezen birileri olduğunu düşündü mü acaba? Varsa bunlara “Lan kıskanmıyor musun?” derken acaba empati yapmış mıdır? Ne hikmetse bazı hocalar kürsüde mikrofonu ele alınca kendilerini siyaset meydanında konuşma yapan politikacı zannediyor?

Konakçı’nın kürsüden yaptığı yukarıdaki konuşmasına medyadan büyük tepki geldi. Ancak tepki verenlerin çoğu hayatında camiye girmemiş, İslamiyet’i bir hayat nizamı olarak kabul etmemiş kesimlerdi. Bazıları da konuşmayı farklı mecralara çekmek için, “Bu zihniyetler yüzünden şiddet görüyoruz, taciz ediliyoruz, öldürülüyoruz.” Gibi yorumlar bile paylaştılar. Bu kesimlerin Halil Konakçı’ya saldırmalarının zihni altyapısında İslam düşmanlığı yaptığı çok belli oluyor. Ancak İslami kesimden de Halil Konakçı’ya birçok tepki geldi. Konakçı’nın geçmiş dönemde bağırarak, hakaret ederek anlattığı bazı konuların uydurulmuş hurafeler olduğununu söyleyenler oldu. Bunlardan bir tanesi de Hz. Meryem’in ahirette Hz. Muhammet ile evleneceği uydurmasıydı. Bu uydurmaya tepki veren bir yorumcu aynen şunları yazdı:

“Halil Konakçı’ya verdiğim desteği geri çekiyorum ve bunun yaptığım için Rabbimden af diliyorum. Adam tam bir FETÖ inançlı imiş. Melun FETÖ de yıllar önce vaaz kürsülerinden Hz. Meryem’in ahirette Hz. Muhammet ile evleneceği uydurmasını savunmuştu. Hatta bir adım ileri gidip Hz. İsa’nın babasının Hz. Muhammed olabileceğini söylemişti. Baktım Halil Konakçı da aynı herzeyi savunuyor. Nasıl ki Konakçı’nın çıplakları gördüğü zaman içi dışına çıkıyorsa, benim de Konakçı gibi hocaların bu türden sapık konuşmalarını duyduğumda içim dışıma çıkıyor.”

Genel İslami anlayış içinde Halil Konakçı’nın kadınlarla ilgili söyledikleri doğru olsa da söyleme biçimi ve üslubu hiç de İslami olmadığı ortadadır. Allah (cc) Kur’an’da, “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et; onlarla en güzel yöntemle tartış. Kuşkusuz senin rabbin, yolundan sapanların kim olduğunu en iyi bilendir; O, doğru yolda bulunanları da çok iyi bilir.” (Nahl, 125) Derken Konakçı’nın kınayarak, “Lan” gibi argo kelimeler kullanarak, bağırarak anlatmasının hiçbir İslami dayanağı olmadığı ortadadır.

Konu dikkate alındığında Nahl 25. ayetteki davetin muhatap tarafı, genellikle Müslüman olmayan ve İslâm konusunda Resulullah ile tartışmaya girişenler olduğu görülmektedir. Ancak âyette muhatap belirtilmeyip ifadenin mutlak bırakılması, burada genel olarak davet ve tartışma konusunda bir yöntem bilgisinin verildiğini açıkça göstermektedir. Başka bir ifadeyle âyet, farklı seviyelerdeki insanlara yönelik olarak özelde İslâm davetinin, genelde ilmî ve fikrî tartışmaların, eğitim ve öğretimin başlıca yöntemlerini özetlemektedir. Konumuz olan âyette tartışmanın en güzel yöntem ve üslûpla yapılması şartının getirilmesi İslam’ın tebliğdeki hassasiyetini yansıtmaktadır.

Yine Allah (cc) Kur’an’da Resulüne, “Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara yumuşak davrandın. Ama eğer onlara karşı katı yürekli davransaydın, kesinlikle senden uzaklaşırlardı: Şu halde onları affet, affedilmeleri için de dua et ve yönetim işinde onlarla istişare(ye devam) et! Artık kararını verdiğin zaman da, Allah’a güven! Çünkü Allah kendisine güvenenleri sever.” (Al-i İmran, 159) Derken Konakçı’nın kürsüdan bağırarak, hakaret ederek hangi İslami esası tebliğ edebilir dersiniz?

Halil Konakçı’nın konuşmalarına genel olarak baktığımızda daha çok tasavvuf/tarikat ağırlıklı meselelerin gündeme getirildiğini gözlemliyoruz.  Yukarıda bir vatandaşın önce Konakçı’ya destek verip sonra desteğini çekme meselesi ise tamamıyla rivayet kültürüne dayalı, Kur’an ve sahih hadislerden referans alamayacak bir konudur ve geçmişte Fetullah Gülen gibi yüzüne İslam maskesi takmış kişiler de Hz. Meryem’in ahirette Hz. Muhammed ile nikâhlanacağını sık sık gündeme getirilmiştir. Hatta Fetullah daha da ileri giderek Hz. İsa’nın babasının Hz. Muhammed olduğunu ileri sürmüştü.

Halil Konakçı’nın da başka bir vaazında dile getirdiği bu konu hakkında Fethullah Gülen, 2000 yılında basılan “Kur’an’dan İdrake Yansıyanlar” isimli kitabının 247 ve 248. Saygalarında aynen şu herzeleri aktarmaktadır:

“Sonra, insanlardan gizlenmek için bir perde germişti. Ruhumuzu göndermiştik de ona tam bir insan olarak görünmüştü. (Meryem, 17)

Bu ayette geçen bu ruh neydi? Hemen büyük çoğunluğu itibariyle bütün tefsirler, ayeti kerime de: ‘Ruhumuzu gönderdik… ‘ diye belirtilen ruhun Cebrail olduğunu ifade etmektedirler. Ne var ki, burada Kur’an “Ruh” tabirini kullanıyor; ruh’un tayinin de ise ihtilaf vardır. İhtimalin sınırları ise ihtilafın çerçevesini aşkındır; hatta Hz. Muhammed’in ruhunu içine alacak kadar da geniştir. Evet bu da muhtemeldir; zira Hz. Meryem çok afife ve nezihe bir kadındı. Bu itibarla da gözlerinin içine başka bir hayal girmemişti ve girmemeliydi de. Ona sadece kendisine helal olan biri bakmalıydı. O da olsa olsa Hz. Muhammed olabilirdi; zira o bir münasebetle Hz. Meryem’in kendisiyle nikâhlandığına işaret buyuruyordu. Bu açıdan da Ruh’un Hz. Muhammed’in ruhu olabileceği de ihtimal dâhilindedir.”

Fetullah’ın bir münasebetle dediği hadis diye aktarılan ise şu sözlerdir:

“Allah, İmran kızı Meryem’i, Firavun’un hanımı Âsiye’yi ve Musa’nın kız kardeşi Gülsüm’ü cennette bana zevce olarak vermeyi hükmeyledi.” (Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebir, VIII/258. Rivayet zayıftır. bk. Mecmau’z-Zevâid, IX/218)

Hadis âlimleri genel olarak bu tür rivayetlerin delil olarak kullanılamayacak derecede zayıf ve uydurma olduğunu belirtmişlerdir. Bu yüzden olsa gerek Ehl-i sünnetin esas olarak kabul ettiği altı hadis kitabında bu rivayet yer almamıştır.

Fetullah’ın ve Konakçı’nın bu türden akıl ve mantık dışı yorumlarını kabul etmek İslam’a en büyük hakaretlerden biri olur. Zaten bu türden yorumlar “Dinlerarası Diyalog” isimli safsatanın çerçevesini ve altyapısını sağlam kurabilmek için yeniden gündeme getirilmiştir.

Hatta o dönemler kendini Fetullah Gülen’in sağ kolu olarak lanse eden Hüseyin Gülerce 21 Ekim 2004 tarihli köşe yazısında bu konuyla alakalı şunu yazmıştır:

“İnsanımıza doğru örnekler gösterildiğinde tarihin her döneminde biz güzelliklerin başlatıcısı olduk. Hz. Meryem projesi de bunlardan birisi. Geçtiğimiz nisanda Amerika’daki Zaman okuyucularından dinlemiştim. Orada da Türkler diyalog adına iftar yemekleri veriyorlar. Geçen yıl bir ilahiyatçı arkadaş Kur’an’dan Hz. Meryem suresini okuyup mealini veriyor. Salonda bir şaşkınlık. Duyduklarına inanamıyorlar. Zira Hz. Meryem validemiz hakkında böylesine güzel ifadeleri kendi dünyalarında bile dinlememişler. Bir daha okur musunuz? Diyorlar. Ayetler bir daha okunup mânâsı yeniden veriliyor. Yaşlı bir Amerikalı dayanamayıp ayağa kalkıyor ve bir de sana Müslüman diyorlar diye haykırıyor. Bunlar dünyamızda yeni değil, yeniden yaşanan güzellikler. Diyalog ve hoşgörünün bugün en önemli ismi Fethullah Gülen öyle diyor.”

Halil Konakçı’nın kadınlar üzerinden yaptığı konuşmaya gelen tepkilerden birini de Yeni Şafak yazarı İsmail Kılıçarslan verdi ve bu türden bağırıp çağırmalı tebliğlerin netice itibariyle hiçbir müspet sonuç vermeyeceğini şu cümlelerle aktardı:

“Halil Konakçı’nın vaazlarını dinlemeye başladığında ‘Parlak, sözü tesirli bir hoca ile karşı karşıyayız. Üstelik genç ve belli ki oldukça yetkin. İnşallah kitlesi hocayı zorlamaz.’ diye düşünmeye başladım. Fakat gördüğüm o ki kitlesi hocayı zorladı. Hem de çok zorladı. Şimdi soru şu: Halil Hoca çok açık giyinen kadınlara ‘kasap vitrini seyreder gibiyiz, et pazarı ortalık’ dediğinde çok açık giyinen kadınlar üzerindeki etkisi ‘hoca çok haklı’ cümlesi mi oldu yoksa ‘yahu bu ne ayıp bir benzetme’ cümlesi mi oldu? Dahası, Halil Hoca bu kadınların abilerine, babalarına, kocalarına ‘namus’ üzerinden çeşitli imalarda bulunduğunda o abiler, o babalar, o kocalar ne hissetti? Yani davetçi, beklediği etkiyi aldı mı? Bence hayır. Peki, ne oldu? Halil Hoca’nın üslubunu belirleyen kitle biraz daha memnun oldu. Biraz daha tatmin oldu. ‘Gördün mü bak, hocamız mübarek ne koydu ama lafı gediğine’ diyerek anlık bir haz yaşadılar. Peki, kaç kadın o vaaz üzerine giyimine kuşamına dikkat etme kararı aldı? Söyleyeyim; Sıfır.

Peki, soru şu bu sefer: Halil Hoca, keskin ve şehvetli olanı seçmek yerine ‘doğru ve uzun yoldan gidilecek olanı’ seçseydi ve bu meseleyi bambaşka şekilde anlatsaydı daha az bilinirlik ve daha çok etki elde eder miydi? Evet ve elbette. Çünkü adetullaha uygun olan budur. Sünnetullaha uygun olan budur.”

Sırf Müslüman olduğu için saldıran kesim yüzünden Halil Konakçı’ya sahip çıkanlar, sosyal medyada “Halil Konakçı yalnız değil.” Gibi bir slogan kullanmaya başladılar. Gerçekten de bu türden düşünceler ve rivayete dayalı şaz görüşler sadece Konakçı’ya ait değil; aksine o bir zihniyeti temsil ediyor. Bu zihniyete göre kurtulan sadece kendileri, mensup oldukları tarikat mensupları. Onun dışında kalan herkes cehennemi böyluyor. Mesela bir kadın açık geçdiği için onu hemen cehenneme yollayan bu türden zihniyetler bugün devlet erkini elinde tutan yöneticilerin Allah’ın başka bir haramı olan faizi kullanmalarına hiç ses etmemekte ve bu fiili işleyen idarecileri asla Cenehheme yollamamaktadır.

İslam’da günah ve sevaplar müstakildir. Günahı işleyen cezasını, helali, ibadeti yapan da mükâfatını görür. “Kim zerre miktar hayır işlerse karşılığını görür. Kim de bir şer işlerse karşılığını görür.” Ayeti bunu açık biçimde ortaya koyar. “Bir kişi günahı işledi diye başka sevaplar işlemesine gerek yok.” Gibi anlayışlar Kur’an’dan asla referans alamazlar.

Makalemi bitirirken Halil Konakçı gibi camiye ibadet için gelen cemaate bağırarak, başkalarına “Lan” diye hitap ederek, uydurma rivayetleri din diye azarlayarak tebliğ yapmaya çalışan hocalara şunu söylemek istiyorum:

“Allah’tan daha merhametli değilsiniz. İslam, Cennet ve Cehennem sizin tekelinizde değil. Devletten aldığınız maaşla millete bağırmayın, lan diye hitap etmeyin. İnsanları ve bahusus kadınları aşağılamayın. Kimbilir bugün aşağıladığınız o kadınlar yarın sizden benden daha çok İslam’ı yaşayabilirler. Onun için insanlara haşin davranmadan, Rabbimizin yoluna, hikmetle, ilimle, yumuşaklıkla davet edin. İslami davetinizi şovlara çevirmeyin. İslam üzerinden kendinizi meşhur etmeyin. Tebliğde en önemli şeyin ihlas ile anlatmak olduğunu unutmayın. Bir de insanlara hidayet verenin siz olduğunuzu zannetmeyin. Allah, Resulünü bile ikaz ederek hidayet verenin kendisi olduğunu ayette belirtiyor. Sizin vazifeniz sadece ilkelerine uyarak anlatmaktır. Yine sizin vazifeniz İslamiyet’i Kur’an ve Resul kaynaklı sevdirerek, nefret ettirmeyerek, korkutmadan müjdeleyerek anlatmaktır. Kur’an merkezli Müslümanlığı öyle bir anlatın ki insanlar fevç fevç İslam’a koşsun. Ayrıca tebliğinizi sadece cami kürsülerinde yapmayın. Hayatın içinde günah işlemek için açılan kurumlarda da (Mesela meyhane, genel evi, barlar, pavyonlar, zenginlerin partileri vs.vs.) sizi görmek isteriz.”
 

Editör: Gökçe Sevim