ÜLKELERİ ANLAMAK YAZI DİZİSİ 1 - SUUDİ ARABİSTAN 2. BÖLÜM

Saddam’ın Kuveyt’i işgal etmesi Suudilerin ve İslam dünyasının acı bir gerçekle yüzleşmesine yol açtı. Bu olaya kadar dünyanın her tarafındaki Vehhabi grupların Suudilerin kontrolünde olduğu varsayılıyordu. Gerçi Suudi ailesine ve rejimine, bazı uygulamalara eleştiri getiren gruplar vardı ama bu eleştiriler ‘’aile içi’’ kabul ediliyor Vehhabilerin Suudi devletine olan sadakatinden şüphe edilmiyordu.

Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri, Saddam’ı Kuveyt’ten çıkarmak için Amerikan ordusunun ‘’kutsal İslam topraklarında’’ konuşlanmasına izin verince, özellikle cihatçı Vehhabiler ayaklandılar. Cihatçılar, SSCB Afganistan’ı işgal ettiğinde oraya cihat etmek için gidenlerden bakiye kalanlardan oluşuyordu. Bu gruplar Çeçenistan, Sudan Bosna, Kosova… onlara göre nerede cihat varsa oraya gittiler. Böylece savaşmaya alışmış, öldürmeyi içselleştirmiş ve normal yaşama intibak etmekte zorlanan on binlerce cihatçı yetişmişti.

El Kaide, DEAŞ, Taliban, Bako Haram ve El Nusra bu selefi (Vehhabiler bir insanla ilişkilendirilmemek için kendilerine selefi derler) cihatçılar tarafından kuruldu. Bu örgütler önce ABD hedeflerine sonra kendilerine karşı olan her devlete saldırdılar. Ama Amerika’dan sonraki ilk hedefleri Suudilerdi. Zira Suudiler çoğu vatandaşları olan bu kişilerin çoğunu yargılamış ve gıyaplarında mahkum etmişti.

Bu öngörülmeyen gelişme Suudilerin Vehhabilik propagandasını azaltmasına yol açtı. Oluşturmaya çalıştığı yumuşak güç, kendisine yönelen en büyük tehdide dönüşmüştü. Suudiler bu konsept değişikliğini yaparken başlayan Arap Baharı kısa sürede Suudi Arabistan ve müttefiklerini de sallamaya başladı. Rejimlerin değişmesini isteyen gösteriler kısa sürede yayıldı. Bazı gruplar silahlandı.

Arap Baharının Suudileri panikleten tarafı, rejim değişikliği olan ülkelerde (Mısır, Tunus gibi) iktidara Müslüman Kardeşlerin gelmesiydi. Düşman selefi örgütlerin devletler kurmasıydı. Rejimlerin zayıflamasından istifade eden İran’ın güçlenmesiydi. Müslüman Kardeşler İslamcı ve cumhuriyetçi bir örgüttür. İslam’a uygun olmadığını düşündüklerinden monarşiye ve batı yanlısı rejimlere de karşıdır.

Bu tablo ve Riyad’da yönetime Selman’ın gelmesi Suudilerin dış politikasında değişikliğe gitmelerine yol açtı. BAE ile koalisyon kurdular. Ordularını paralı askerlerle güçlendirdiler. Yeni hedefleri düşman gördükleri rejimleri devirerek yerlerine dostlarını getirmekti. Mısır’da Mursi gitti, Sisi geldi. Tunus’ta NAHDA tasfiye edildi. Sudan’da Beşir devrildi. Libya’da Hafter güçlendirildi. Sisi iktidara geldiğinde Mısırda koalisyona katıldı.

Koalisyonun karşısında iki blok vardı. Bunlar İran ve Şii Hilali ile Türkiye ve Katar’dı. Türkiye ve Katar Arap ülkelerinin hepsinde örgütlenmiş olan Müslüman Kardeşleri yumuşak güç unsuru olarak gördüğünden destekliyorlardı. Koalisyon Türkiye’de hem hendek-çukur kalkışmasını hem de 15 Temmuz ihanetini destekledi. Hedefleri Türkiye’yi zayıflatmak ve dışarıya konsantre olmasını önlemekti. Başarılı olamadılar. Katar’da darbe yapmaya kalktılar ama sonuç alamadılar. Bunun üzerine Katar’ı ablukaya alsalar da Türkiye’nin hava köprüsü kurması sayesinde sonuç alamadılar.

Yemende, Lübnan’da ve Suriye’de İran karşısında başarılı olamadılar. Irak’ta destekledikleri Sadr seçimleri kazansa da iktidara gelemedi. Üstüne üstlük Türkiye müdahale edince Libya, Sudan ve Somali’de kazanımlarını kaybettiler. Bir muhasebe yaptıklarında trilyon dolarlarının boşa gittiğini gördüler. Bunun en temel nedeni, Suudi ve BAE ordularının baskın çoğunluğunun yabancı ücretli askerlerden oluşmasıdır. Bir Afrikalı ya da Bangladeşli neden Suudi rejimi için canını versin? Ordunuz en modern silahlara bile sahip olsa neticede savaşanlar insan. Yabancı askerler savaşmıyorlar, savaşıyormuş gibi yapıyorlar.

Bu durumu değiştirmek isteyen koalisyonun ilk hamlesi Türkiye ve Katar blokuyla ilişkilerini düzeltmek oldu. Mücadele ettikleri cephe daralsa da sonuç alamadılar. Düşünün Suudi ordusu derme çatma Husiler karşısında çaresiz kaldı. Bu durum Suudi Arabistan’ın dost rejimler oluşturma politikasından vaz geçerek yurtdışındaki askeri operasyonları minimuma indirmesine ve kaynaklarını robotlara, dijital teknolojiye, yapay zekaya ve yüksek teknolojiye aktarmasına yol açtı.

Sadece araştırma-geliştirme merkezleri kurmakla ve yüzlerce yetkin bilim adamını transfer etmekle yetinmediler. Aynı zamanda ABD’de de silikon vadilerine büyük yatırımlar yapıyorlar. Bu trend kararlılıkla sürdürülebilirse Suudiler teknolojide devrim yapabilirler. Suudiler daha çok kadın haklarıyla ve özgürlük alanlarının genişletilmesiyle ilgili yaptıkları iyileştirmelerle haber oluyorlar. Oysa bunlar değişimin sadece bir kısmı. Asıl devrim teknolojide ve eğitimde yapılıyor. Riyad gelecek yirmi yılda ekonomisini petrole bağımlı olmaktan kurtarmayı hedefliyor.

Suudi Arabistan’ın uzun zamandır bölgede sükunu sağlamaya çalışmasının ardında bu zihniyet yatıyor. Suudiler en kuvvetli desteği ABD ve İngiltere’den alıyor. İstedikleri neticeyi alamasalar da istikrarı bozduğunu düşündükleri ve tehdit olarak algıladıkları Müslüman Kardeşleri ve İran’ı gerilettiler. Türkiye ve Katarla anlaştılar. Aslında İsrail’le başlatılan İbrahim anlaşmaları da aynı gayeye matuf. İsrail’in yaptığı katliamlara sessiz kalınmasının en önemli nedeni HAMAS ve Hizbullah’ın tasfiye edilmesinin istenmesi.

Sadece Suudi Arabistan değil İran ve İsrail dışındaki bütün bölge ülkeleri, göçten bunalan Avrupa ve Çin’e konsantre olmak isteyen ABD’de Ortadoğu’da emniyetin ve istikrarın sağlanmasının peşinde. Ancak bu sayede yeni terör örgütlerinin doğması engellenebilir.

Türkiye, bu konjonktürü görerek Esad’ın devrilmesi ve terörsüz Türkiye süreçlerini başlattı. Bu konjonktür nedeniyle PKK silah bırakacak ve PYD Suriye ordusuna eklemlenecek. Önümüzdeki dönemde Suudi Arabistan ve Türkiye’nin hiç olmadığı kadar yakın olacaklarını ve birlikte siyaset yürüteceklerini göreceğiz.