Vergi Kaçakçılığı Suçunda Hapis Cezası Kalktı Mı ?
Vergi Kaçakçılığı Suçunda Hapis Cezası Kalktı Mı ?
21 Nis, 2015
Özet
Türk vergi hukukunda vergi kaçakçılığı suçu için mükellefler, hem hapis cezası hem de para cezası ile cezalandırılabilmektedir. Günümüze kadar gelen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) uygulamalarında da bu durum “non bis in idem” ilkesine aykırı olarak kabul edilmiyordu. Ancak yakın tarihli bir AİHM kararı ile içtihatta değişikliğe gidilmiş ve bu tarihten itibaren verilen kararlarda her iki cezanın da uygulanmasının ilkeye aykırı olduğu sonucuna varılmıştır.
1. Giriş
Glantz kararı ile AİHM, vergi kaçakçılığı fiilinin işlenmesi halinde uygulanan adli-idari ceza ayrımının “non bis in idem” ilkesi açısından değerlendirilmesinde içtihat değişikliğine gitmiştir. Son zamanlarda kamuoyunda da bu konu tartışılmış; bazı yazarlarca vergi kaçakçılığı suçunda hapis cezası kalktı şeklinde yorumlanmıştır.
Bu çalışmada hem Glantz kararı öncesi durum hem de karar sonrası getirilen yeni uygulama ayrı ayrı ele alınmış ve bu yeni durumun Türk vergi sistemi üzerindeki etkilerinin neler olabileceği tartışılmıştır.
2. Non Bis İn İdem İlkesi
Bu ilke ceza hukukunun önemli ilkelerinden birisi olup aynı suçtan ötürü iki kez yargılanmama ve cezalandırılmama anlamını gelmektedir. Söz konusu ilkenin, uluslararası boyuttaki düzenlemesi ise Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS) ek 7 Nolu Protokol’ün 4. maddesinde yer almaktadır. “Aynı suçtan iki kez yargılanmama ve cezalandırılmama hakkı” başlıklı bu maddenin 1. fıkrasına göre; “Hiç kimse bir devletin ceza yargılaması usulüne ve yasaya uygun olarak kesin bir hükümle mahkum edildiği ya da beraat ettiği bir suçtan dolayı aynı devletin yargısal yetkisi altındaki yargılama usulleri çerçevesinde yeniden yargılanamaz ve mahkum edilemez.”
Türkiye’nin tarafı olduğu Birleşmiş Milletler Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin “Adil yargılanma hakkı” başlığını taşıyan 14. maddesinin 7 numaralı bendine göre de; “Bir ülkenin hukukuna ve ceza yargılama usulüne uygun olarak daha önce kesin biçimde mahkum olan veya beraat eden bir kimse aynı suçtan ötürü ikinci kez yargılanamaz ve cezalandırılamaz.”
3.Glantz Kararı Öncesi Vergi Davalarındaki AİHM İçtihadı
Mükellefin gerçekleştirmiş olduğu fiil nedeniyle hem para cezası hem de hapis cezasıyla cezalandırılabileceğine ilişkin olarak aşağıda özetle beş tane kabul edilebilirlik kararı üzerinde durulacaktır. Bu kararların ortak noktası Mahkemenin, kişinin işlemiş olduğu tek bir fiil nedeniyle hem hapis cezası hem de para cezası ile cezalandırılmasının non bis in idem ilkesine aykırı olmadığı, bu nedenle de yapılan başvuruların kabul edilemez olduğu sonucuna varmış olmasıdır.
Mahkeme aşağıda özetlenen kararlarda görüleceği üzere, idari ceza-adli ceza ayrımında temel kurucu unsurlarının ve amacın aynı olup olmadığı üzerinde durmuş; hapis cezası ile para cezasının kurucu unsurları ile amacının farklı olduğu, bu nedenle de verilen iki cezanın da farklı ceza olduğu ve farklı fiiller nedeniyle verildiğinden hareketle, çifte cezalandırma olarak kabul edilemeyeceğini vurgulamıştır.
3.1. Ponsetti & Fransa Davası (Başvuru No. 36855/97): Başvuran 1988, 1989 ve 1990 yıllarına ilişkin gelir vergisi beyannamelerini zamanında vermemiştir. 1991 Nisan ayında vergi idaresi tarafından yapılan denetim sonucunda ilave vergi, para cezası ve gecikme faizi hesaplanmıştır. Aynı zamanda, vergi kaçakçılığı iddiasıyla cezai süreç işletilmiştir. Ceza mahkemesi, başvuranı suçlu bulmuş ve onu hapis cezasına ve para cezasına çarptırmıştır. Bunun üzerine başvuran temyiz mahkemesine başvurmuş, ancak buradan da bir sonuç elde edememiştir. Bunun üzerine, aynı suçtan dolayı, hem vergi idaresi hem de ceza mahkemesi tarafından, iki kez cezalandırıldığı, bunun 7 Nolu Protokol’ün 4. maddesini ihlal ettiği iddiasıyla AİHM’e başvurmuştur.
Mahkeme, kaçakçılığın kasten işlenebilen bir suç olduğu, dolayısıyla kaçakçılık suçunun ve mali suçun kurucu unsurlarının birbirinden farklı olduğu, yasaların söz konusu düzenlemelerinin aynı suçu düzenlemediği gerekçesiyle söz konusu olayda 7 Nolu Protokol’ün 4. maddesini ilgilendiren bir sorun olamayacağını belirterek oybirliğiyle başvurunun kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.
3.2. Chesnel & Fransa Davası (Başvuru No. 41731/98): Bay Chesnel’in aylık olarak vermesi gereken KDV beyannamelerini zamanında vermediği ve KDV borcu olduğu vergi idaresi tarafından tespit edilmiştir Ayrıca cezai süreç başlatılmıştır. Ceza mahkemesi Bay Chesnel’i suçlu bulmuş; hapis ve para cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Başvuran temyiz merciinden de sonuç elde edememiştir. Bunun üzerine, aynı suçtan dolayı, hem vergi idaresi hem de ceza mahkemesi tarafından, iki kez cezalandırıldığı, bunun 7 Nolu Protokol’ün 4. maddesini ihlal ettiği iddiasıyla AİHM’e başvurmuştur.
Mahkeme, kaçakçılığın kasten işlenebilen bir suç olduğunu, dolayısıyla kaçakçılık suçunun ve mali suçun kurucu unsurlarının birbirinden farklı olduğu, yasaların söz konusu düzenlemelerinin aynı suçu düzenlemediği gerekçesiyle söz konusu olayda da 7 Nolu Protokol’ün 4. maddesini ilgilendiren bir sorun olamayacağını belirterek oybirliğiyle başvurunun kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.
3.3. Rosenquist & İsveç Davası (Başvuru No. 60619/00): Başvuran, 1991 yılı gelirlerine ilişkin olarak vergi beyannamesi verme yükümlülüğünü yerine getirmemiştir. Başvuran hakkında yapılan vergi incelemeleri neticesinde ek vergi tarhiyatları gerçekleştirilmiştir. Vergi idaresinin kararı üzerine başvuran idare mahkemesine başvurmuş ancak mahkeme talebi reddetmiştir. Karar istinaf ve yüksek idare mahkemesi tarafından da onanmıştır. Bu arada başvuran hakkında 1991 yılındaki vergi beyannamesini vermediği için vergi kaçakçılığı suçuna istinaden dava açılmıştır. Başvuranın 7 Nolu Protokol’ün 4. maddesine dayandırdığı iddiaları mahkemece reddedilmiştir. Temyiz süreci de başvuranın aleyhine sonuçlanmış ve hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvuran aynı suçtan ötürü iki kez cezalandırıldığı ve bu durumun 7 Nolu Protokol’ün 4. maddesine aykırı olduğu iddiasıyla AİHM’e başvurmuştur.
Mahkeme, suçların temel unsurlarının aynı olup olmadığını tartışmıştır. Vergi kaçakçılığı suçunda kişinin kast veya ağır ihmal ile hareket etmesi gerekmektedir. Ancak bu unsurlar para cezaları bakımından aranmamaktadır. Dolayısıyla vergi kaçakçılık suçunun temel kurucu unsuru kasıt veya ağır ihmaldir. Ayrıca mahkeme, para cezası ile kaçakçılık nedeniyle verilen hapis cezasının amaç bakımından da farklı olduğunu belirtmiştir. Para cezasının amacının, ulusal vergi sisteminin korunması, kontrol edilmesi, vergi alacağının güvence altına alınması olarak belirtilmiştir. Netice itibariyle Mahkeme, iki suçun birbirinden tamamen ayrı olduğunu ve temel unsurlarının da tamamen farklı olduğunu belirterek, 7 Nolu Protokol’ün 4. maddesine herhangi bir uyumsuzluk görmeyerek başvuruyu kabul edilemez bulmuştur.
3.4. Manasson & İsveç Davası (Başvuru No. 41265/98): Yapılan denetimlerde başvuranın firmasının 1993 yılı gelirleriyle ilgili 1994 yılı vergi beyannamesinde önemli aykırılıklar tespit edilmiştir. Vergi idaresi başvuran hakkında ek gelir vergisi, KDV ve işveren katkısı çıkarmıştır. Ayrıca, vergi beyannamesinde yer alan bilgilerin yanlış olması nedeniyle başvuran hakkında para cezası uygulanmıştır. 5 Eylül 1997 tarihinde Stockholm savcılığı tarafından, başvuran hakkında dava açılmış ve yargılama sonucunda da mahkeme, 1993 yılına ilişkin gelirin ve ücret ödemelerinin kasıtlı bir biçimde defterlere kaydının yapılmadığını tespit ederek hapis cezasına hükmetmiştir. Temyiz sürecinden de sonuç alamayan Bay Manasson, aynı suçtan ötürü ilki vergi cezası, ikincisi trafik lisansının iptali, üçüncüsü de hapis cezası olmak üzere üç kere cezalandırıldığı, bu nedenle 7 Nolu Protokol’ün 4. maddesinin ihlal edildiği iddiasıyla AİHM’e başvurmuştur.
Mahkeme yine, kurucu unsurların aynı olup olmadığına ilişkin bir değerlendirme yapmıştır ve neticede, gelirin ve ücret ödemelerinin kasıtlı olarak deftere işlenmemesi fiili dolayısıyla hapis cezasına; beyannamede gelirin eksik gösterilmesi nedeniyle de para cezasına hükmedildiğini, dolayısıyla söz konusu iki cezanın altında yatan fiillerin farklı olduğuna, bu nedenle de çifte cezalandırmanın söz konusu olmadığına karar verilmiştir. Mahkeme oybirliğiyle başvuruyu kabul edilebilir bulmamıştır.
3.5. J.B. & İsviçre Davası (Başvuru No. 31827/96): Vergi idaresi, 1979 ve 1985 yılları arasında başvuranın bazı yatırımlarda bulunduğunu ancak buna ilişkin tutarların 1981/82 ve 1987/88 arasındaki vergilendirme dönemlerinde gösterilmediğini tespit etmiştir. Bunun üzerine 11 Aralık 1987 tarihinde vergi komisyonu, vergi kaçırma prosedürünü başlatmıştır. Başvuran, 1979-1985 arasındaki döneme ilişkin söz konusu yatırımlarını ve bunları beyan etmediğini kabul etmiş ancak istenen belgeleri idareye vermemiştir. 24 Haziran 1988′de başvuranın yatırımıyla ilgili gelirinin kaynağını açıklaması istenmiş, ancak bu talep yanıtsız kalmıştır. Devam eden süreçte başvuran yatırım gelirinin kaynağına ilişkin soruları yine yanıtsız bırakmıştır. Bu nedenle de hakkında, toplamda dört kez disiplin cezası uygulanmıştır. Başvuran, bilgi vermeyi reddetmesi nedeniyle kesilen disiplin cezalarının 7 Nolu Protokol’ün 4. maddesinde yer alan non bis in idem ilkesine aykırı olduğunu, aynı fiili nedeniyle defalarca cezalandırılamayacağı iddiasıyla AİHM’e başvurmuştur.
AİHM’in içtihadına göre söz konusu ilke, nihai karar ile sonuçlandırılmış ceza yargılamasının tekrarının engellenmesini amaçlamaktadır. Mahkeme, başvurana kesilen ilk cezanın bilgi vermeyi reddetme nedeniyle kesildiğini, diğerinin ise başvuranın bilgi vermeyi reddetmeyi sürdürmesi nedeniyle ilkinden 21 ay sonra verildiğini, dolayısıyla cezalandırılan davranışların zaman ve içerik bakımından farklı olduğunu belirterek başvuruyu oybirliğiyle kabul edilmez bulmuştur.
4. Glantz Kararı Sonrası Durum
Glantz kararı sonrası durum hakkındaki tartışmaya geçmeden önce kararın içeriği üzerinde durmak gerekmektedir.
4.1. Glantz & Finlandiya Davası (20 Mayıs 2014; 20 Ağustos 2014 final): Vergi idaresi tarafından başvuranın 2000 ve 2004 yılları arasındaki dönemde şirketinden örtülü temettü elde ettiği tespit edilmiştir. Söz konusu örtülü kazancın miktarı sırasıyla; 107,152 Avro, 1,673 Avro, 48,711 Avro, 32,759 Avro ve 18,842 Avro’dur. Bunun üzerine vergi idaresi tarafından ek vergi tarh edilmiş ve para cezası kesilmiştir. Başvuran yargı yolundan da sonuç elde edememiştir. 15 Aralık 2008′de savcılık, başvuran hakkında, 1997 ve 2003 yılları arasındaki dönem bakımından zimmete para geçirme ve ağırlaştırılmış vergi kaçakçılığı suçu iddiasıyla dava açmış ve başvuranı hapis cezasına çarptırmıştır. Ayrıca başvuranın vergi idaresine para cezası ödemesine hükmetmiştir. Başvuranın istinaf ve temyiz mahkemelerine yapmış olduğu başvurular da reddedilmiştir. Başvuran, ağırlaştırılmış vergi kaçakçılığı suçundan mahkum olması nedeniyle, 7 Nolu Protokol’ün 4. maddesinde yer alan ilkenin ihlal edildiği, aynı fiil nedeniyle vergi yargılamasında da para cezasına çarptırıldığı, vergi yargılamasının 11 Ocak 2010, ceza yargılamasının ise 18 Mayıs 2011 tarihinde sonuçlandırıldığı iddialarıyla AİHM’e başvurmuştur.
Mahkeme değerlendirmelerine ilk olarak para cezasının cezai nitelikte olup olmadığını araştırmakla başlamıştır. Mahkeme içtihatlarına göre bunun saptanmasında üç kriter rol oynamaktadır. “Engel kriterleri” olarak da bilinen bu kriterlerin ilki yasal sınıflandırma, ikincisi suçun doğası, üçüncüsü de kişinin maruz kaldığı cezanın şiddet derecesidir. Netice itibariyle Mahkeme, içtihatlara uygun olarak para cezasının cezai nitelikte olduğunu saptamıştır. (parag. 48-51) Ardından Mahkeme, başvurucuya yüklenilen suçların aynı olup olmadığı hususunu değerlendirmeye başlamıştır. Bu konuda pek çok yaklaşım bulunmaktadır.
Birinci yaklaşım hukuki sınıflandırmaya bakılmaksızın “aynı fiil” kriterini esas almaktadır. İkincisi, yargılamaya neden olan fiil aynı olmakla birlikte, bu tek fiilin birden fazla suç oluşturmasına odaklanılan yaklaşımdır. Çünkü Sözleşme, aynı fiilin çeşitli suçlara yol açmasını değil, aynı suçtan iki kere yargılanmayı yasaklamaktadır. Üçüncüsü ise, iki suçun “esaslı unsurlarını” ön plana çıkaran yaklaşımdır. Mahkeme bu yaklaşım farklılıklarının hukuki belirlilik bakımından tehlikeli olduğunu, bu nedenle de “aynı suç” kavramı için uyumlaştırılmış bir yaklaşım geliştirilmesi ihtiyacını vurgulamıştır. Mahkeme, söz konusu iki suçun yasal nitelendirilmesine dayalı olan yaklaşımın bireyin haklarını sınırladığı; sözleşmenin birebir yahut esaslı şekilde aynı olan olaylardan doğan ikinci suçun yargılanmasını veya cezalandırılmasını yasakladığı sonucuna varmıştır. Mahkemeye göre araştırma, somut bir dizi olgusal koşulları içeren olaya odaklanmalıdır. Bu olgusal koşullar, aynı sanıkla ilgili olmalı ve zaman ve yer bakımından birbirine ayrılamaz bir biçimde bağlı bulunmalıdır.
İşte Mahkeme, başvurucunun cezalandırıldığı suçların aynı olup olmadığı hususunu değerlendirirken Zolotukhin davasında ortaya konulan bu kriteri Glantz davasına uygulamıştır. Mevcut durumda, her iki sürecinde kaynağı aynı olaydır ve bu olay da aynı başvuranın, gelirini bildirmemesidir. Yine her iki süreç de, aynı zaman dilimine ilişkindir ve de yaklaşık olarak aynı tutarda vergi kaçağıyla ilgilidir. (parag. 53) Dolayısıyla olayda başvurucuya yüklenen suçlar “aynı” olarak değerlendirilebilir.
Daha sonra Mahkeme, olayda kesin hükmün varlığı konusunu araştırmıştır. Çünkü 7 Nolu Protokol’ün 4. maddesi, kesin hükümle sonuçlanmış ceza yargılanmasının tekrarını yasaklamaktadır. Mevcut davada, vergiye ilişkin yargılama ve para cezası 11 Ocak 2010 tarihindeki temyiz mahkemesi kararıyla kesin hükme bağlanmıştır. Dolayısıyla olayda kesin hüküm mevcuttur. (parag. 54-56)
Son olarak Mahkeme, çifte yargılama olup olmadığı konusunu araştırarak incelemelerini sonuçlandırmıştır. Mahkeme 7 Nolu Protokol’ün 4. maddesinin sadece çifte cezalandırılmama hakkını değil, aynı zamanda çifte yargılanmama hakkını da içerdiğinin altını çizmiştir. Bu bağlamda hiç kimse aynı suçtan ötürü iki kez yargılanamaz ve iki kez cezalandırılamaz. (parag. 57)
Mevcut davada, iki paralel ve ayrı yargılama söz konusudur. İlk yargılama 11 Ocak 2010 tarihinde kesinleşmiştir. Bu sırada 15 Aralık 2008′de ikinci yargılanmaya başlanmıştır. İki yargılama ilkinin kesinleştiği tarih olan 11 Ocak 2010 tarihine kadar aynı zaman diliminde devam etmiştir; ancak ikinci yargılamaya, ilkinin kesinleşmesinden sonra da devam edilmiştir. İkinci yargılama da 18 Mayıs 2011 tarihinde kesinleşmiştir. Dolayısıyla başvuran, iki kez cezalandırılmıştır. Sonuç olarak AİHM, 7 Nolu Protokol’ün 4. maddesinin ihlaline karar vermiştir. (parag. 62-64)
4.2. Glantz Kararının Ardından
Yukarıda kabul edilemezlik kararı örnekleri üzerinde durulduğu üzere, Mahkemenin Zolotukhin kararı öncesi içtihadında devletlerin mükellef hakkında, vergi kaçakçılığı fiili nedeniyle hem vergi idaresince para cezası hem de ceza mahkemesince hapis cezası uygulaması non bis in idem ilkesine aykırı olarak değerlendirilmiyordu.
Zolotukhin kararı ile “aynı suç” kavramı bakımından yeni bir görüş ortaya atılmış ve kabul görmüştür. Buna göre aynı suç kavramından bahsedebilmek için, olaylar aynı sanıkla ilgili olmalı; zaman ve yer bakımından birbirine ayrılamaz bir biçimde bağlı bulunmalıdır. Bu iki koşul bir arada bulunuyorsa ortada “aynı suç” var demektir. Vergiye ilişkin olmayan bu kararın, vergi hukukundaki yansımaları da dikkat çekici olmuştur. Mahkeme bir vergi davası olan Glantz davasında verdiği kararda “aynı suç” değerlendirmesinde bu kriteri dikkate almış ve Mahkeme içtihadını değiştiren bir karar ortaya çıkmıştır. Getirilen yeni yorum neticesinde artık, vergi kaçakçılığı ve para cezası suçlarının kurucu unsur farklılığı gerekçesiyle farklı suçlar olduğunu söylemek mümkün değildir.
Yeri gelmişken belirtmek gerekir ki, 7 Nolu Protokol’ün 4. maddesi paralel yargılamaları yasaklamamaktadır. Mükellef örneğin, idarenin re’sen vergi tarhı kararına karşı yargı yoluna başvurabilir. Vergiye ilişkin yargılama süreci devam ederken bir yandan da kaçakçılık nedeniyle cezai yargılama süreci başlatılabilir. Protokol buna engel değildir. Mahkeme de bunun, başvuranın aynı suçtan birkaç kez yargılanması anlamına gelmediğini belirtmiştir. Zira ortada henüz kesin hüküm yoktur. Asıl mesele, ikinci yargılama süreci başladığında ilk yargılama süreci sona ermiş ve karar kesinleşmişse ortaya çıkmaktadır. İşte Protokol yargılamalardan birisinde kesin hüküm kurulursa, ikinci yargılamanın sona erdirilmesini gerektirmektedir. Ancak Glantz davasında olduğu gibi ikinci yargılamaya, ilk yargılamadaki kesin hükme rağmen devam edilirse, Mahkeme ihlal kararı verebilecektir.
5.Türk Vergi Sistemi Açısından Değerlendirme
Vergi Usul Kanunu’nun “kaçakçılık suçları ve cezaları” başlıklı 359. maddesinde kaçakçılığa neden olan suç ve cezalar ayrı ayrı sayıldıktan sonra, son fıkrada “Kaçakçılık suçlarını işleyenler hakkında bu maddede yazılı cezaların uygulanması 344. maddede yazılı olan vergi ziyaı cezasının ayrıca uygulanmasına engel teşkil etmez” hükmüne yer verilmiştir. Yine vergi ziyaına ilişkin olan 344. maddenin 2. fıkrasında da “Vergi ziyaına 359. maddede yazılı fiillerle sebebiyet verilmesi halinde bu ceza 3 kat … olarak uygulanır” ifadesi bulunmaktadır.
Türk vergi mevzuatındaki düzenleme AİHM’ nin önceki içtihadına uygun olmasına karşın, “aynı suç” kavramına ilişkin olarak getirilen yeni uygulama ile uyumlu değildir. Esasında VUK’daki bu düzenlemeler içtimaya ilişkin olan TCK m.44 ve Kabahatler Kanunu m.15 ile de uyumlu değildir ve değiştirilmesi yerinde olacaktır.
VUK’da yer alan ve Protokol ile uyumsuz olan bir diğer madde de “Bazı kaçakçılık suçlarının cezalandırılmasında usul” başlıklı 367. maddedir. Bu madde uyarınca mükellef hakkında kaçakçılıktan ötürü cezaya hükmedilmesi, vergi ziyaı ve usulsüzlük cezalarının uygulanmasına engel değildir. Ayrıca ceza mahkemesi kararları da vergi cezalarını uygulayacakların kararlarına etkili olmadığı gibi, bu kararlar ceza hakimini de bağlamamaktadır. Dolayısıyla yürütülen paralel süreçlerde verilen ve kesin hüküm teşkil eden bir karar diğer kararı etkilememektedir. Halbuki AİHM’in yeni içtihadına göre, ikinci yargılama süreci başladığında ilk yargılama süreci sona ermiş ve karar kesinleşmişse, ikinci yargılamanın sona erdirilmesini gerektirmektedir. Bu nedenle de söz konusu maddenin değiştirilmesi ve “bekletici mesele” kurumunun getirilmesi gerekmektedir. Vergi yargılamasının ceza yargılamasının sonucunu beklemesi yerinde olacaktır. Zira ceza yargılaması neticesinde mükellefin hapis cezasına çarptırılması halinde zaten vergi yargılamasının para cezasına ilişkin sonucunun bir önemi kalmayacaktır.
6. Sonuç
Bireysel başvuru kapsamında herkes, Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden AİHS kapsamındaki birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir (AY m. 148/3).
Anayasa’nın 38. maddesinde non bis in idem ilkesine ilişkin bir düzenleme bulunmamaktadır. Buradan hareketle bu ilkenin Anayasa’da güvence altına alınmamış olmasına dayanılarak, bireysel başvuru kapsamında ileri sürülemeyeceği düşüncesinin yerinde olup olmadığı değerlendirilmelidir.
Her ne kadar bireysel başvuru kurumu Anayasa’da güvence altına alınmış olan temel hak ve özgürlükleri kapsamına almış olsa da bize göre, Anayasal temelinin bulunmadığı gerekçesiyle mükellefin non bis in idem ilkesine dayanarak bireysel başvuru yapamayacağı düşüncesi hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmamaktadır.
Türkiye her ne kadar 7 Nolu Protokolü henüz onaylamamış olsa da, tarafı olduğu Birleşmiş Milletler Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nde adil yargılanma hakkı kapsamında bu ilke zaten düzenlenmektedir. Bu nedenle, non bis in idem ilkesinin adil yargılanma hakkı çerçevesinde değerlendirilerek bireysel başvuruya konu yapılmasına hiçbir engel yoktur. Yine Anayasa’nın 90. maddesinin son fıkrası da bu ilkenin iç hukukta uygulanmasına olanak vermektedir.
Kaynakça
-BİLİCİ, Nurettin, Türk Vergi Sistemi, Cilt 2, Savaş Yayınevi, 34. Baskı, Ankara, 2015.
-KOCAER, Şenol, “Artık, sahte faturaya hapis yok!”, Dünya, 26 Şubat 2015, s. 12.
-YALTI, Billur, “İHAM’ın Glantz Kararının Ardından: Kaçakçılıkta Para Cezası ve Hapis Cezası Uygulamasının Non bis in idem İlkesine Aykırılığı Üzerine”, Vergi Sorunları Dergisi, S. 317, Şubat 2015, s. 85-92.
-YALTI, Billur, Vergi Yükümlüsünün Hakları, Beta, İstanbul, 2006.
* Bu Makale Lebib Yalkın Yayınlarının izni ile yayınlanmış olup, LYY Mevzuat Dergisi Nisan 2015 Sayısından alınmıştır. Lebib Yalkın Yayınlarına ve Değerli Yazara MÜHAK’a desteklerinden ötürü teşekkür ederiz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.