Erzurum’dan Adana’ya göçen bir aile, gece sıcacık evlerinde kıtlama çay eşliğinde televizyon seyretmektedir. Sırada hava durumu vardır. Spiker, “Erzurum gündüz eksi 1, gece eksi 15 derece” deyince, çay servisi yapan evin gelini gayri ihtiyari söylenir, “ne olacağ sahapsız(!) memleket…”

Peki şüheda kanıyla yoğrulan bu vatan sahipsiz mi ki her önüne gelen posta koyuyor, çalıyor, atıyor, satıyor? Siz kimsiniz, sahi kimsiniz ki Türk Milletini, şehitlerimizi, devletimizi bu kadar aşağılama cüretini gösteriyorsunuz? Ve hele ekranlarda ve hele TBMM kürsülerinde…

Örneğin;
Can Ataklı, şehit babasına “… Kavala’ya veya Öcalan’a özgürlük isteyenlere hakkımızı helal etmiyoruz diyorsun. Kimsin lan kimsin, yani şehit babası olunca canının istediğini söyleme hakkın mı var?” diyor. İşte bu sözler var ya “solun sorunsalıdır”, zaten var olan eksen kaymasının ekranlara yansımasıdır.

Bu arada şehit babasının özellikle öz evladının, şehidimizin cenaze töreninde, can yangısıyla da olsa haklı da olsa bu tür açıklamalar yapması bırakalım Türk töresini, aşiret kültürüne dahi uymaz. O sözü başkaları söyleyebilir, söyledi de. Her kim olursa, madem oraya gelerek son görevde bulunmak istemiş, kan davalısı da olsa cenaze sahipleri onları iyi karşılayıp hoş uğurlamak zorundadır. Aksi halde yeterince bölündüğümüz kampların sayısını biraz daha artırmış oluruz.  

Örneğin;
Askerlerimiz, enselerinde ölümün nefesi, sınır ötesi dağlarda kendi aralarında eğlenirken “bozkurt” işareti yapıyorlar. Aziz Nesin’in gelini bundan sadece rahatsız olmuyor, paylaştığı videonun altına, “…Burası kışla mı yoksa MHP gençlik kollarının piknik alanı mı?" notunu düşüyor. Varsa toprağımız için, bayrağımız için, sancağımız için, milletimiz için ölümü göze alan başkaları gitsinler sözleşmeli er olsunlar, uzman çavuş olsunlar, dağlarda kendi işaretlerini yapsınlar. İster salon ulusalcılarının veya PKK’nin simgesi haline gelen “V” işaretini, isterse tuzu kuruların “Rabia” işaretini yapsınlar. Kendi adına alkışlamayan haysiyet yoksunudur. 

Örneğin;
PKK’nın en güçlü siyasi propaganda alanı TBMM olacak gibi. En etkili dil de Sırrı Süreyya Önder… İki de bir, “bir Türk ananın ve Türk babanın evladı olarak” diye başlıyor, anlattığı fıkralar ve dillendirdiği darbımesellerle tatlı tatlı(!) kamçılıyor. Sempatisiyle yaptığı hakaretler bile hoş görülüyor. TBMM Başkan Vekili olarak yönettiği oturumda, iktidarın Gurup Başkan vekili Akbaşoğlu söz isteyince, “hele de bakalım derdin nedir” diyor. Çıt yok… Siyasi yaşamının tamamı, doğuda ve güneydoğuda gönlü üniter yapıdan yana olan kökeni ne olursa olsun Türk vatandaşlarını, ölüm tehditleriyle göçe zorlayıp alan boşaltan partilerin içinde geçen Sırrı Bey de coştukça coşuyor.

Örneğin;
HÜDAPAR dini hassasiyetleri olan bir parti iken DEM ile nasıl oluyor da federasyon söyleminde, Şeyh Sait ortak paydasında buluşabiliyor. Şimdiki ismiyle DEM TBMM’sinde grup kurmuş, Türkiye Cumhuriyeti devletinin milletvekilleri ama Türkiye Cumhuriyeti devletinin istiklal marşını okumuyor, ama maaşını alıyor, aracını kullanıyor, emeklilik haklarından faydalanıyor, iş bitiriyor.

Örneğin;
TBMM’nde terörü kınama bildirisine CHP imza atmıyor. 12 şehidimiz var, yürekler dağlandı, ailelerin ocağına ateş düştü ama birileri oy peşinde. Kendi içlerindeki akli selim ses veriyor ama duymuyorlar bile.

Hülasa;
Köroğlu’nun, “delikli demir çıktı, mertlik bozuldu” sözünü teyit edercesine, nereye baksak mertliğin, ahlakın, omurganın çürüdüğünü görüyoruz. Kırpılmayan ortak paydamız kalmasın niyetindeler. Ey salon kelamcıları, ey Türk’e atalarından miras kinin takipçisi kriptolar, ey iliğine kadar sömürdüğü topraklara sevdasız para babaları, şunu unutmayın, her ne ad altında olursa olsun, Anadolu coğrafyasında bir federasyon, özerklik, otonomi fikrinin yaşam bulması Türkiye’nin bütünüyle yok olması demektir. Size de yar olmaz. Dağlardaki fakirlerin kaybedeceği maddiyat sizin variyetinizin damlası bile olmaz. Ah o vatan sevdası…

Es-selam olsun, ves-selam olsun, has-kelam olsun, Peygamber Ocağından Firdevs’e varanlara.