Genç yaşlarımda Almanya'da yaşayan gurbetçi vatandaşlarımızın dertleri ile dertlenmeye başladım.

Avrupa'da bütün evrensel haklar öyle zannedildiği gibi verilmediğini devletin de bunda bir etkisi olmadığını gördüm.

Sanayi devleti olan Almanya'da emekçilerin ve işçilerin haklarını almaları 1350'li yıllarda bazı meslek guruplarının örgütlenmesi ile başlar.

Sanayinin başlaması ile 1848 yılından sonra Lokal İşçi Dernekleri adı altında daha sonraki yıllarda 8 sendika hareketin Almanya Sendikal Birliği [ DGB Deutscher Gewerkschaftsbund ] olarak Almanya'da faaliyetlerine başladığını görmekteyiz.

Bu süreçte binlerce işçi, emekçi hak arayışı ve gelecek kaygısı için verdiği onurlu mücadeleyi hayatı ile ödemiştir.

Biz gurbetçiler de Almanya'da bazı temel haklarımızı elde etmek için pek çok yürüyüş, miting, protestolara katıldık.

İnanç özgürlüğü, başörtüsü, okullarda din eğitimi, dil dersi, eğitimi için.

Türkiye'de yaşanılan terör eylemlerinde, dünyada Müslüman toplumlara yapılan zulüm ve işkencelere, hukuksuz eylemlere karşı yaşadığımız coğrafyada bir ses olmak amacıyla, mitingler ve gösteriler yaparak sesimizi yükselttik.

Örnek verecek olursak, Azerbaycan - Karabağ`da yapılan Ermeni mezalimine, Filistin'de yaşanılan zulme, Bulgaristan Türklerinin sürgününe, Uygur - Doğu Türkistan'da Çin baskısına ve son olarak da soydaşımız olan Türkmenlere karşı hep ses olduk ve bulunduğumuz platformlarda dile getirdik.

Bütün bunlara katıldığım gibi arkadaşlarım ile organize yaptıklarımda oldu.

Bir tanesinden örnek verecek olursam;

1998 Türkiye'de siyasi gelişmeler sonrası Suriye'den PKK'nın sözde lideri Abdullah Öcalan kaçmak durumunda kaldı.

Bu kaçış serüveni esnasında Avrupa'da birkaç devlete sığınmak zorunda kaldı bunlardan biri de İtalya oldu.

Biz de Almanya'da İtalyan Büyükelçiliğine kınama mektubu ile bir siyah çelenk hazırlayıp Almanya’nın başkenti Bonn yakınında bulunan İtalyan Büyükelçiliğine bir yürüyüş organize ettik.

Müracaatımızı yaptık kısa zamanda onay aldık.

Fakat milli hissiyatın ve duyguların yüksek olduğu bu süreçte güvenliği nasıl sağlarız diye Alman Emniyet Teşkilatı ile sürekli toplantılar düzenledik.

Emniyetin bize devamlı telkinde bulunduğu şey şuydu;

“Dışarıdan size tahrik, saldırı olabilir sakın ola ki tepki vermeyin bize arkadaşlar bildirsinler, biz müdahale ederiz. Bu sizin yasal hakkınız, bizim sizin yasal hakkınız olan yürüyüş, miting, ifade, düşünce özgürlüğünüzü koruyup kollamak ile sorumluyuz.”

Bizler 40 bin kişilik yürüyüşü emniyet müdürü, güvenlik güçleri, vekiller, sivil toplum örgütleri ile birlikte, her türlü tahrik, taciz, hakaretlere rağmen herhangi bir taşkınlık kargaşa olmadan bitirdik.

Bütün bunları niçin yazdım, bu günlerde Türkiye'deki bazı üniversiteler ile başlayan protesto, miting gibi eylemlerini görünce aklıma geldi.

Batıda yasal başvuru ile yapılan eylem, miting, protesto, yürüyüşü polis, güvenlik güçleri tarafından eylem yapanlara dışarıdan müdahale, saldırı, kargaşa çıkmasın diye korunur.

Onlarla yakın markaj içerisinde yürür o guruba kimse girmesin bir olumsuzluk olmasın diye.

Ülkemizde yürüyüş, protesto, miting eylemleri, ifade özgürlüğü nasıl yapılıyor bunu bir düşünmek lazım!

Burada siyasetin, sivil toplum kuruluşları, kolluk kuvvetlerinin yeri nerede?

Bunlar üzerinden siz değerli okurlarımın düşünmenizi istirham ediyorum.

Kalın sağlıcakla...