“Nutuk” ambargosu Atatürk düşmanlığı olarak gösterilse de sebep Türk'e duydukları alerjidir
Kılıç yazısında “Atatürk'ün karşısında olan herkesin,ne idüğüne bakmaksızın yanında olmayı marifet zanneden bu mihrakın bu sebepten ötürü İngilizler tarafından kurulan içimizdeki ihanet örgütlerinden biri olan İngiliz yardakçısı İslam Teali Cemiyetinin bir ve iki numarasının yanında yer almasının sebebi Atatürk düşmanlığı olarak gösterilse de asıl ve sütrelenen sebep Türk'e duydukları alerjidir.” ifadelerini kullandı.
İşte Zeki Kılıç’ın “Sakat kafaların sakıt fikirlerine karşı, Atatürk’ün yanında…” başlıklı yazısı:
Sakat kafaların sakıt fikirlerine karşı, Atatürk’ün yanında…
Bu ülkedeki, insana dair en büyük sorun; yönetim kademesindeki, bilhassa küçük bürokratın, itidal kavramı ile alakalı herhangi bir fikrinin olmamasıdır.
Herhangi bir kabiliyetinden ya da bir sınav neticesindeki başarısından ziyade, yanaştığı ve yaltaklandığı odağın pis işlerini de görmek şartıyla, liyakat sahiplerinin haklarını gasp ederek oturdukları makamlarda, sahiplerinin işaret ettiği kişi ya da çevrelere ürüyen bu insansı yapılar, içi boşaltılmış demokrasinin ne menem bir şey olduğunun en güzel ispatıdır.
Sandıktan çıkmanın tek yeter şart olduğu yanlış kanaatiyle, kendilerinden başka herkesi ve her şeyi yok edilebilir gören ve küçük politik mevzuları bir kamplaşmaya/ kutuplaşmaya dönük malzemeye dönüştüren bu sakat zihniyet, gün geçmiyor ki içinden çıkardığı adamcıkların yediği herzeler ile maşeri vicdanda yeni bir yara açıyor olmasın.
İfrat ile tefrit arasında gidip gelen ve kendilerini İslamcı ya da Ümmetçi olarak tanımlayan bir güruhun, mevcut yapının kendisine gösterdiği iltimastan sebep, Cumhuriyetle, Cumhuriyetin değerleri ve onun kurucularıyla hesaplaşma hayalini gerçeğe dönüştürme düşüncesi bir mücadele olmaktan çıkmış, hesapsız bir şımarıklığa ve ahlaksızlığa evirilmiştir.
Ne yazık ki yapılan her edepsizliğin idareciler ve yargılayıcılar tarafından cevapsız ve cezasız bırakılmasından ötürü bu, insanı, İslam'ı, Türk'ü ve kendini bilmez güruh, zücaciye dükkânına girmiş fil aymazlığıyla geçtiği her yeri kırıp dökmeyi marifet zannetmeye devam etmektedir.
Nitekim bir ilçenin yukarıda tanımladığımız küçük bürokrat tipine örnek gösterilebilecek eğitimle ilgili müdürünün, Ülkü Ocaklarının öğrencilere Nutuk dağıtma talebine cevaben verdiği ve ne yazık ki yazıya geçirildiği için artık resmi bir belge olarak kayıtlara geçen talihsiz tavrı bu güruhun son büyük densizliği ve ihaneti olarak görülmelidir.
Kuşkusuz ki Nutuk kutsal bir kitap değildir.
Ve elbette ki Nutuk, farklı zaviyelerden görülen ve herkesin kendi penceresinden bakarak yorumladığı bir büyük meselenin, bir cenahtan ama ülkeyi ve milleti hani neredeyse yuvarlanıp öleceği bir esnada uçurumun kıyısından tutup selamete çıkaran, bu sebepler dünyasında hürriyet ve istiklalimizi -ve hatta bu beyzadelerin istikballerini- kazanmamıza sebep bir büyük atanın, Atatürk'ün penceresinden anlatıldığı bir kitaptır.
Atatürk'ün karşısında olan herkesin, ne idüğüne bakmaksızın yanında olmayı marifet zanneden bu mihrakın bu sebepten ötürü İngilizler tarafından kurulan içimizdeki ihanet örgütlerinden biri olan İngiliz yardakçısı İslam Teali Cemiyetinin bir ve iki numarasının yanında yer almasının sebebi Atatürk düşmanlığı olarak gösterilse de asıl ve sütrelenen sebep Türk'e duydukları alerjidir.
Kitabî olandan çok şifahî kaynaklardan beslenen, beslendiği kaynakların da aslında kendisi gibi hakikatten bihaber olduğunun ayrımına varamayan bu NATO mermer kafa ile bunları kullanan gizil Türk düşmanı yapıların hedefi Atatürk’ten ziyade Türklüktür aslında.
Yoksa hangi sağlıklı kalp ve beyin milletin ölüm kalım savaşında Kuvayı Milliye’nin karşısında, İngiliz’in yanında yer alan, Kuvvacıların ölüm fermanını çıkaran yapıyı destekleyen, Türk’ün ve İslam’ın harim-i ismetlerinin İngiliz gâvurunca çiğnenmesine razı olan, ihaneti belgelerle sabit İskilipli Atıf’ın ve onun da ağa babası olup “ Keşke Yunan kazansaydı” diyecek kadar meczup ve rezil bir zihniyetin yüz yılın başındaki temsilcisi ve “ben de ayniyle reddedip Türk’ü attım üstümden en elim yükü tövbe ya rabbi Türklüğüme tövbe beni Türk milletinden addetme” diyecek kadar haysiyet fukarası Mustafa Sabri’nin yanında yer alabilir.
Türk’ün bir cüzü olan ve elbette ki tarihimizin en şerefli sayfalarından birini yazan Osmanoğlu’nu, Türk’ten gayrı bir şey zanneden ve öz atasının nesebi ile ilgili şüphesi olduğundan belki de kendisine, kendisinin olmayan bir adamı baba olarak atayan bu sefil zihniyetin millet – boy – oba kavramlarından birinin diğerinin muadili olmadığını bilmemek gibi bir bilgi vasatını gösterememesini çok da yadırgamıyorum aslında.
İki ayrı dünyanın, Teoloji’nin ve Sosyolojinin, kavramlarını karıştırıp, ümmet ile milleti birbiriyle yarıştıran ahmaklığın bunu da yapmasını çok görmezdim aslında, yapan bir öğretmen, bir ilçe milli eğitim müdürü olmasaydı.
Amerikan başkanına ne için mektup yazdığını bilmeseydim; bağımsız Kürdistan (!) vaadiyle, İngilizler tarafından fikir namusu kirletilmiş Şerif Paşa ile yurt dışına çıktıktan sonra görüşmeye devam etmeseydi, Damat Ferit gibi bir vatan haininin aklına uyup Kuvayı Milliye’yle savaştırmak için Anadolu’ya ordu çıkartmasaydı; Damat Ferit’i vezir-i azam, Mustafa Sabri’yi şeyhülislam yapmasaydı ve tatlı canını incitirlerse diye, kaçırdıklarımızın gemisine binip kaçmasaydı eğer Vahdettin’in hain olmadığını söyleyenlere katılabilirdim kesinkes.
Atatürk’ün her eylemini kınamak ve kötü göstermek için bin bir dereden su getirenlerin bu apaçıklığı görmemek için direnmeleri, teslim olanla direneni değil aynı kefeye koymak, esareti teklif edeni övmeleri bu işin içinde iyi niyet olmadığının da delilidir aslında.
Bir Türk olarak canımı asıl sıkan şey ise Atatürk’e ve eserine muzır neşriyat muamelesi yapılmasıdır.
Atatürk’ün Osmanlı padişahı ve hükümetine yönelik eleştirisine kayıtsız kalmayan bu kafasızlık, onu şiddet içerikli cümleleri(!) ve bir fotoğrafından kötü emsal olabileceği hezeyanıyla gençlikten kaçırıyor aslında.
Tarihimizin bir bölümünü ve Cumhuriyet değerlerini de idama mahkûm ediyor.
Hükümranlığı döneminde iki Türkiye büyüklüğünde toprak kaybeden Abdülhamit’i, içkiden sebep öldüğü halde utanmasalar evliya ilan edecekleri 4. Murad’ı, Mason olduğu bilinen 5. Murad’ı, garbın âdetini Şark’a getirerek kılık kıyafetten eğitim sistemine birçok şeyi değiştiren 2. Mahmut’u, garp hayranı Sultan Abdülmecit’i görmezden gelenlerin Türkiye Cumhuriyetinin geleceği olan çocuklarımızla aynı ortamda bulundurulmaları zımnen değil apaçık bir biçimde yasaklanmalıdır artık.
Başta söylediğimizi sonda tekrar edelim.
Elbette ki Atatürk, Tanrı ya da peygamber değildir.
Bu sebeple özel hayatında olduğu gibi devlet yöneticisi olarak yaptığı işlerde ve verdiği hükümlerde ve hatip kimliği ile de söylediklerinde yanlış ve eksiklerin olması kabul edilebilir bir şeydir.
Ama bu, Atatürk’ün sebep olduğu nimetlerden faydalanarak yaşayanlar için Atatürk’e haksızlık veya hakareti gerektirecek bir fiile veya söze sebep olacak bir şey de değildir.
Haddini bilmelidir herkes,
Durduğu yeri bilmeli, içine ekmek doğradığı çanağın sahibine de çanağa da gereken saygı ve ihtimamı göstermelidir.
Bilinmelidir ki devletin ve milletin bekası elbette ki sınırlarını koruması ile mümkündür ama bundan daha önemli olan beka sorunu, devletin vatandaşı olan millet fertlerinin zihninde konuşlandırılmış bilginin doğruluğu ve yanlışlığı ile doğru orantılıdır.
Devlet, gereğini yapmalıdır, eğer Türk’ün devleti olduğu iddiasında ise hâlâ.
“Geçmişine laf atanın geleceğine gülle atarlar” atalar sözü milletin de devletin de hayır göremeyeceğini anlatmak ister aksi takdirde.
Şimdi biz, devletin tepesindeki büyüklerimizden; bu adamın değil müdürlükten azledilmesi, memuriyetinin sona erdirilmesini bekliyoruz ve bunu beklemek hakkımızdır diye düşünüyoruz.
Olmaz ise Erzurumlunun dediğidir artık: Ört ki ölem…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.