Yaklaşık iki buçuk yıl önce Türk milliyetçileri tarafından başlatılan muhalefet hareketi ve değişim taleplerini, sadece parti içi bir mücadele olarak görmediğimi o tarihlerden başlamak üzere daima ifade ede geldim.

Nitekim MHP endeksli tartışmaların en yoğun şekilde yaşandığı o günlerde CNNTÜRK TV'de katıldığım 16 Mayıs 2016 tarihli "Tarafsız Bölge" programında; "içinde bulunduğumuz değişim hareketinin, çoktan MHP'nin iç işi olmaktan çıktığını ve Türk milletinin derinlerinde bulunan adâlet, demokrasi ve değişim arzularının merkezi haline geldiğini, bu hareketin sağlayacağı enerji ile Türk milliyetçilerinin yeni bir "demokratik meşrûiyeti" üretmek gibi bir görev ve sorumluluğu bulunduğuna" vurgu yapmıştık.

Aynı şekilde Türk milliyetçilerinin önüne elli yıl sonra gelmiş bulunan demokrasiyi temsil ve inşâ fırsatını hebâ etmemek gerektiğini de ifade etmeye çalışmıştım.

MHP'de yaşanan KURULTAY sürecinin imza sayıları ve hukuk kavgaları üzerinden yapılan tartışmaların sıcaklığı sebebiyle, her arkadaşımızın toplumun derinlerinde birikmiş ve bizlere yönelmiş bulunan bu büyük "değişim talebini" fark etmemiş olmasını doğal ve anlayışla karşılıyorum.

Ancak, adına "YANAŞMA DÜZENİ" dediğimiz müesses nizamın muktedirleri bu değişim talebinin, sosyolojik ve psikolojik sınırları yüzde yirmi beşe sıkışmış sol kesim yerine, milletin en az yüzde doksanı ile "psikolojik sınırı" bulunmayan Türk milliyetçileri tarafından temsil edilmesinin sistem için ne kadar tehlikeli sonuçlara yol açacağını, "dehşet" duyguları içinde kavramakta hiç gecikmediler.

Hiç olacak bir iş miydi? Siyasi hayatları boyunca mücadelelerinin merkezine daima "devleti" koymuş ve ihtiyaç olduğunda şehit olmaya hazır, 'gel denince gelen, git deyince giden' Anadolu'nun mazlûm ve kavruk Türk çocuklarından oluşan milliyetçiler, demokratik hak kullanımı ile uğruna kan dökmekten çekinmedikleri kendi devletlerini "yönetmeye" ve canlarından aziz saydıkları Türk milletini "temsil" etmek iddiasında bulunuyorlardı.

Etnik bir aidiyete vurgu yapmaksızın ifade etmeliyim ki, yönetme yetkisini kendilerinin münhasır alanı sayan " sistemin devşirmeleri" için; Türk milliyetçilerinin bu girişimleri, kendi varlık alanları için affedilmez bir saldırı niteliğindeydi.

Çünkü sistem için "bölücü, şeriatçı, komünist, terörist" sıfatlı olan muhalif unsurlarla mücadele etmek kolaydı. Bunlar ise devletle, milletle bir problemi olmayan ve defalarca "vatanseverliklerini" ispat etmiş bir hareket. Bu nitelikleriyle sistem için daha büyük bir tehdit haline gelmeden, derhal tedbir alınmalıydı. Türk milliyetçileri tarafından temsil edilen demokratik değişim taleplerinin, karanlık adliye koridorlarında alınan kararlar ve FETÖ tarafından gerçekleştirilen darbe ve işgal girişimi sonrasında "akamete" uğradığı kanaatiyle, sistem bir müddet rahatladı ve kendini emniyet içinde hissetti.

Daha sonra ise; müesses nizamın temsilcileri, sistemi tahkim etmek ve bu türden demokratik talepleri ümitsiz kılmak için, Ekim 2016 tarihinden itibaren, nevzuhur bir başkanlık sistemi ihdas ederek, 16 Nisan 2017 tarihli referandum sürecini başlattılar. Bu sürecin nasıl ve hangi aktörler tarafından başlatıldığı herkesin hafızasında canlı bir şekilde mevcut olduğundan, o gelişmeleri hatırlatmaya bile gerek yoktur.

16 Nisan REFERANDUMU, Türk milliyetçileri için ikinci bir sınav olmakla birlikte, müesses nizam için de bu taleplerin derinliği hakkında turnusol kağıdı vazifesi gördü.

O da ne? Bir türlü ıslâh ve iflâh olmaz Türk milliyetçileri, milletin 200 yıllık mûasır medeniyet yolculuğuna öncülük edecek şekilde; gözaltılar, tutuklanmalar ve her türlü engele rağmen, korkmadan ve hiç bir dikey hiyerarşiye bağlı olmaksızın ve önceden belirlenmiş statülere tâbi olmaksızın, yine Anadolu yollarına düştüler ve her türlü zorluğa karşın, müthiş bir enerjiyle HAYIR kampanyası yaptılar.

Sonuçta % 51 gibi şüpheli bir EVET'e karşın, % 49 gibi bir HAYIR sonucunun ortaya çıkmasında çok büyük bir pay sahibi olduklarını ortaya koydular.

Bu kampanyanın diğer sonucu ise, katıldıkları son 12 seçim boyunca % 20-25 bandı arasına sıkışmış olan başta CHP yönetimi olmak üzere, daha da genişletilmesi mümkün olan % 49'luk toplumsal destek, herkes için kolayca ulaşacakları bir meşrûiyet alanı ve yeni siyasi projeler için "zahmetsiz, hazır oy deposu" olarak görülmesi oldu.

Nitekim Muharrem İNCE 45 gün gibi kısa sürede eğer bir rüzgar yakaladı ise, Türk milliyetçilerinin çetin mücadelelerle ürettiği ama ne hazindir ki, maalesef muhafaza edemediği demokratik meşrûiyetten kolayca bir destek devşirdiğini de müşahede etmiyor musunuz?

Türk milliyetçilerinin bu samimi gayretlerinin toplumun ortak talepleriyle çakışması sonucu, ortaya çıkmış bulunan demokratik değişim arzusunu analiz etmek ve bilhassa 16 büyük şehirde temerküz etmiş Türkiye'nin YENİ SOSYOLOJİSİNİ inceleyerek, yeni bir siyaset projesi üretmek yerine, herkes bu sonuç üzerinden kendi siyasi mirasını devşirmeye soyundu.

Nasıl olsa gerisi kolaydı, bir kaç vitrin malzemesi ve magazin unsuru söylemlerle herkes kendisine düşen payı bu pastadan alabilirdi. Bir çoğumuzun bu demokratik talepleri değerlendirmek için eski alışkanlıkları terk ederek, daha nitelikli ve derinlikli çalışmalar yapılması ve milletin bu değişim eğilimini bürokratik yapılarda boğmamak gerektiği yönündeki hatırlatmalarımız, belki de "entelektüel züppelik" olarak görülerek, kulak arkası edildi.

Oysa ki, 16 Nisan Referandumu ile nitelikleri ortaya çıkmış yeni kuşak liberal-muhafazakâr kitle AK Parti döneminde oy kullanma çağına gelmiş olan, özgürlükleri önemseyen, dikey hiyerarşiyi reddeden, yatay ve eşitler arası ilişkileri benimseyen, adâlet ve eşitlik algısı yüksek, batı dünyasıyla entegrasyona önem veren, eğitimli, gelir düzeyi orta veya iyi olan, bireysel, şehirli, yanaşma düzeninin kuralları dışında çalışma ve üretmeye meyilli muhafazakâr ve değişimci seçmen kitlesi, 16 Nisan’da sonuçlar üzerinde etkili olmuşlardı.

Ne yani, bütün bunlar olup biterken, yeni sosyoloji adı altında özetlenen bu değişim talebine karşılık, ülkenin yegâne sahibi olan muktedirlerimiz (!) yüzyıllardır "davulcu veya zurnacıya varmak isteyen acemi kız" muamelesi yaptıkları Türk milletini kendi haline mi bırakacaklardı !

Yeni sosyoloji palavralarına inanarak, bu densizliklere seyirci mi kalacaklardı? Derhal harekete geçilmeli ve madem ki diğer yollarla engellenememiş bu değişim talebi hemen kontrol altına alınmalı ve devşirilmiş aktörlerimiz vasıtasıyla, bu "kımıl zararlıları" dizayn edilmeliydi.

Peki bu soyut ve teorik laflar ne anlama geliyor, birileri muhalefeti nasıl dizayn ediyorlar acaba? Burada sorduğumuz soruların cevabı için imdadımıza "kurgulanmış muhalefet" gibi kavramlar çıkacak !

Demokrasi adı altında çizilmiş sınırlar içinde kalmak üzere iktidar veya muhalefetin kontrol altında tutulması, dizayn edilmesi literatürde ‘yumuşak güç’ kullanma yönteminin temel taşıdır.

Müesses nizâm ülkedeki iktidarı da, muhalefet kanadını da denetimde tutmak zorundadır. Bu nedenle KONTROLLÜ bir muhalefeti, yine kendi denetlediği iktidarın karşısına koymanın adıdır yumuşak güç kullanımı.

Yaşadığımız bu süreçte geriye doğru bir hafıza tazelemesi ile yumuşak güç kullanımı kapsamında nasıl enstrümanlar kullanıldığını görürsünüz. Bu sebeple hızlı bir şekilde, alışılmış ve bilindik yöntemlere başvurarak, derhal bu değişim hareketinin gönüllü kahramanları arasındaki yatay hiyerarşi derhal yıkılmalı, eşitler arası ilişkiler yerine, hemen en acımasız şekilde bürokratik dikey ilişkiler kurulmalı, her türlü insanı zaaflar kullanılarak, eski alışkanlıklar devreye sokulmalı, hızlı bir şekilde her türlü objektif ölçüler çöpe atılarak, şahsi yakınlıklara dayalı bir yapılanma ile ortaya çıkan bu değişim enerjisi "iğdiş" edilmeliydi.

Nasıl olsa bu değişim enerjisini "iğdiş" etmemizi sağlayacak kadar elimizin altında bulunan;

1- yanaşma düzeninin devşirmeleri,

2- para-pul sahibi olmuş ama bir siyasi statüye ihtiyacı bulunanlar ve

3- çeşitli sebeplerle siyasi süreçlerin dışında tutulmuş gözü açılmamış sığırcık yavrularından oluşan zengin bir insan kaynağına ve havuç gösterme ve dağıtılmaya uygun yüzlerce statü elimizde bulunmuyor mu?

Ne var ki yani ? “Çağımızda demokrasi illüzyonu ile kitleler yönetilir. Yerleşik toplumsal düzeni tehdit etmediği sürece ‘muhalefet’ , egemen elitlerin çıkarınadır. Amaç muhalefeti bastırmak değil muhalefetin sınırlarını belirlemek, muhalif hareketi şekillendirmek ve kalıba sokmak “ değil mi?

Burada gerçek muhalefetin ortaya çıkmasını engelleyecek şekilde ‘sınırlı ve kontrollü muhalefet’in üretilmesinden söz etmekteyiz.

YANAŞMA DÜZENİ yarattığı muhalefeti, kendi varlığını koruyan bir ‘emniyet sübabı’ olarak topluma sunar. Yani kitleler hem kendini ‘muhalif’ zanneder, hem de sistemin değirmenine su taşırlar! Bu vesileyle hakkını helâl etsin iznin almadan değişim mücadelesinin çok sayıdaki kahramanlarından birisi olan Ali Çolak kardeşimin; "Bu ülkede OYUN BOZAN ve DENGELERİ DEĞİŞTİREN tek zümre ÜLKÜCÜLERDİR.. Bugün İktidar partisinin seçim meydanlarında dile getirdiği vaatlerin bayağılığına, telaşa düşerek yaptıkları gaflara, 15 senedir her seçim iktidar turu atanların İKİNCİ TURU konuşmalarına bakıldığında; Bu millet Ülkücülere çok şey borçludur! Bugün İkinci Tur konuşuluyorsa, bozuk düzene başkaldıran, mazisini ülkesinin menfaati ve huzuru için terk eden, iki yıldır Demokrasi ve Adalet mücadelesi veren Ülkücülerin kurduğu İYİ Parti sayesindedir" şeklinde sosyal medya paylaşımındaki ifadelerden de anlaşılacağı üzere, sistem bazen de muhaliflere "teselli ikramiyesi" vermeyi de ihmal etmiyor.

Bu paylaşımda vurgulanan hususun, Türk milliyetçilerinin üretmiş veya genişletmiş olduğu demokratik meşrûiyet alanından, CHP adayı Muharrem İNCE'nin faydalanarak, Cumhurbaşkanlığı seçiminde ikinci tura kalma ihtimalinden bahsedildiğini anlamışsınızdır.

Oysa ki, YANAŞMA DÜZENİNİN korkacağı gerçek muhalefet; sistemin sanal meşrûiyetini tahkim edecek yardımcı bir rolü yerine getirmek yerine, Türk milletinin kâhir ekseriyetiyle psikolojik bir bariyeri bulunmayan Türk milliyetçilerinin üreteceği milli, sivil, demokratik ve hukukun üstünlüğünü esas alan bir siyaset projesiyle ve milliyetçiliği de; insanımızın refâh ve mutluluğunu amaçlayan, yenilikçi ve kalkınmacı bir fikri hazırlıkla, dünyayla yarışma ideolojisi ve heyecan kaynağı haline getirmekten geçiyordu.

Çok uzattığımın farkındayım; özetle seçim sonuçlarıyla birlikte bu değerlendirmemi göz önünde bulundurursanız, belki maksadımı biraz daha somutlaştırmış olursunuz. Israrla tekrarlıyorum yanaşma düzeninin "siyaset mühendisliği" projelerinden korunmanın tek yolu; demokrasiyi sadece siyasi aktörler arasında oynanan bir tiyatro olmaktan çıkarmak ve sonuna kadar milletin sınırsız bir şekilde demokratik siyasi mekanizmalar içinde bulunacağı, siyasal katılım kanallarının açık tutulmasından geçmektedir.

DAİMA ÜMİT VARDIR...

YEİSE DÜŞMEK, İNANÇ ZAAFİYETİDİR VE HİÇ BİRİMİZE YAKIŞMAZ.