Adalet Bakanı Gül, bir süredir yargı bağımsızlığı ile ilgili önemli açıklamalar yapıyor. Yargıya güvenin dibe vurduğu bir dönemde bu açıklamaları yapmak büyük önem taşıyor. Siyasi kriterlerin hukuki kriterlerin önüne geçtiği bir yerde yargı adalete hizmet etmez, verdiği her karar tartışılır hale gelir.

Gül, aslında olması gerekenleri söylüyor. Ama bunları söyledi diye hemen FETÖ suçlamasının muhatabı haline getirildi. Birileri bu düzenin aynen bu şekilde devam etmesini istiyor.

15 Temmuz darbe davalarının sonsuza kadar uzamasını isteyen birkaç klik var. Bunların başında, her türlü dini tezahürden rahatsız olan, dolayısıyla FETÖ soruşturmaları kapsamında mümkün olduğu kadar çok insanın mağdur edilmesini isteyen çevreler geliyor. Bunlar 28 Şubat’ın kisve değiştirmiş uzantıları. Nitekim onlardan birinin, bu hükümeti niçin destekliyorsunuz sorusuna verdiği cevap manidardır: Biz iktidarda olsak bu kadar başörtülüyü içeri tıkabilir miydik? Bu mantık olaya suçlu masum bağlamından ziyade kıyafeti bağlamında bakıyor. Halbuki adalet zanlının kıyafetine değil, eylemine bakar

Bir başka grup da bu işten nemalananlardır. Daha önce eski AKP milletvekili Şamil Tayyar, bir FETÖ borsası kurulduğunu söylemiş, tepkilere rağmen sözünün arkasında durmuştu. Bazı büyük iş adamlarının bu borsa sayesinde yakasını yargıdan kurtardığı iddia ediliyor. Ne yazık ki bu iddialar ayyuka çıkmasına rağmen en küçük bir soruşturma konusu olmadı.

FETÖ davaları ile ilgili bir başka gerçek de bu davaların -yeni bir rejimin kurulması için- kullanılmasıdır. Şeyh Said isyanından sonra ilan edilen takrir-i Sükun ile rejim tahkim edilmiş, yeni sistemin alacağı tedbirler bu isyanla haklılaştırılmıştı. Şimdi de bu davalar köpürtülerek ikinci bir takrir-i sükun olayı sahneleniyor. Basit şüphe ve kurum kanaati gibi hukuki olmayan gerekçelerle devlet kadroları değiştiriliyor, anti demokratik düzenlemeler FETÖFOBİ ile meşrulaştırılıyor.

Darbe davalarının köpürtülmesinin elbette başka sebepleri de var, davaların çerçevesi genişledikçe kendini tehdit altında hisseden kitleler gittikçe AKP’den uzaklaşıyor. Yani bu davalar AKP’nin yeni bir düzen kurmak için elini güçlendirirken aynı zamanda tabanını da eritiyor. Nitekim Davutoğlu ve arkadaşları gittikleri yerlerde en büyük alkış ve desteği yargı bağımsızlığına ve kuvvetler ayrılığına vurgu yaptıklarında alıyorlar.

Adalet Bakanı Gül’e yönelik imalar da FETÖ istismarının başka bir veçhesidir. FETÖ, AKP içinde rekabet eden gruplar tarafından, rakiplerini bertaraf etmek için bir silah olarak kullanılmakta, bu da meseleyi iyice içinden çıkılmaz hale getirmektedir. Zira hukuk devreden çıkınca suçlama herkese yöneltilebilecek etkili bir siyasi silaha dönüşebilmektedir.

Devletin darbeye kalkışmış, 250 civarında insanımızın ölümüne neden olmuş bir yapıya karşı tedbir alması, faillerinin üzerine kararlılıkla gitmesi hem hakkı, hem yükümlülüğüdür. Bunu yapmayan bir devlet varlığını koruyamaz. Ama bunu yaparken de yaşla kuruyu, suçluyla masumu ayırmak, ideolojik hesaplarını bu darbe kalkışması üzerinden görmek isteyenlere fırsat vermemelidir. Darbe davaları ile ilgili bu kadar yakınmanın olmasının nedeni de budur. FETÖ istismarı, olayı bağlamından çıkararak toplumun adalet duygularını rencide eder noktaya getirmiştir. CB Erdoğan’ın17 Aralık’tan sonra ortaya koyduğu, alt tarafı ibadet sözü dikkate alınsa, bu yapının gerçek hedeflerini bilmeden ve örgüt kastı taşımadan yapıya dahil olanlar tefrik edilse bu mesele bu kadar sınırları belirsiz, her isteyenin keyfine göre istismar edeceği bir noktaya gelmeyecekti. Unutmayalım ki, bu yapıyı esas büyütenler bilmeden gazetesini alan, çocuklarını okullarına gönderen yahut kurbanını verenler değil, ne istediler de vermedik diyerek yargıyı, emniyeti onların emrine verenlerdir.