Almanya’dan bir meslektaşımla konuşurken sohbet esnasında Adidas’ın Almanya Ansbach’da kurduğu fabrikadan bahsetti. Çin’deki 750 kişilik teknoloji üssü fabrikanın yaptığı aynı işi 20’si fabrikada bile çalışmayan 70 kişiyle yaptıklarından bahsetti. 

Adidas’ın Speed Factory / Hız fabrikası adını verdiği bu fabrikada üretim 3D yazıcılar, ultra teknolojik robotlar, tamamıyla otomasyona dayanan bir biçimde yapılıyor. İşin en ilginç tarafı sadece üretim değil dizayn ve malzeme gelişimi de otomatize edilmiş halde.

Adidas bu fabrikayı kurma nedenlerini şöyle açıklıyor:

1.Pazarın ihtiyaçlarına en hızlı bir şekilde cevap vermek için pazara yakın yerde üretim yapma ihtiyacı. Trendler çok hızlı değişiyor ve yakalamak istiyoruz diye cevap veriyorlar.

2.Çin, Endonezya ve Vietnam gibi ülkelerde işçiliğin gün geçtikçe daha az ucuz olmaya başlaması.

3.Katma değerli işleri yapan yetişmiş kalifiye personelin kendi ülkelerinde daha yaratıcı ve verimli çalışmaları.

Bildiğiniz üzere Adidas, uzay araçlarına hassas elektronik devreler üretmiyor. Enjeksiyon baskı spor ayakkabılardan bahsediyoruz nihayetinde ama işin gittiği yer öyle değil. Üretim için vasıfsız işçiye değil aşırı nitelikli beyinlere ihtiyaç duyulduğunun ilanıdır Adidas’ın speedfactory inşası. Artık her alanda üretimi robotlar yapabilir, tasarım ve geliştirme için ise yapay zekâyla güçlendirilmiş bir yarı otomasyon sürecine girmek üzere dünya.

Adidas, spor ayakkabı pazarının dünya liderlerinden birisidir. Yılda yaklaşık 310 milyon çift ayakkabı üretiyor.  Ürettiği diğer aksesuar, giysi ve ekipmanlardan bahsetmiyorum bile…  Speedfactory, bu yıl ABD’de üretime girecek ikiz kardeşiyle birlikte şimdilik bu üretimin 1 milyon ayakkabılık kısmından sorumlu. Benim tahminim 5-10 yıl içerisinde üretimin çok büyük kısmını Adidas bu ultra teknolojik fabrikalarda yapacaktır.

Ucuz işçilik için gelişmekte olan ülkelerde üretim yapma modası etkisini kaybediyor. Dünya 1990’li yılların dışarıda üretim –  dışarıdan tedarik (Outsourcing) paradigmasından çıkmanın yollarını arıyor. Yeni ticaret savaşları gümrük duvarları üzerinden değil, yapay zekâyla güçlendirilmiş robotların üretim gücü üzerinden olacak. Bu büyük değişimi anlayabilen, ona göre eğitim ve yatırım yapan uluslar fark yaratıp kazanacak. Her şeyin çok esnek, hızlı ve güvenilir olduğu teorik olarak sonsuz hız ve kesinliğin hedeflendiği, insanoğlunun ise buna ancak hayal gücüyle ayak uydurabileceği her anlamda bir yeni bir dünyaya doğru evriliyoruz.   4. Sanayi devrimi diye bahsettikleri beklide Homo Sapiens’in yeni bir türe evrilişinden başka bir şey olmayacak.

Bu kadar radikal ve insan türünü değiştirme potansiyeline sahip,  genetikten, yapay zekâya, nano teknolojiden, uzay bilimlerine kadar gelişmeler yaşanırken; Türkiye’nin 1980’ler dünyası vizyonunda dahi olamayan sanayici, iş adamı, akademisyen, tüccar siyasetçiler ve gözümüzün nuru müteahhitlerle yönetilmeye çalışılmasının bedelleri çok ama çok ağır olacaktır. Tekrar ediyorum mesele kişiler meselesi değildir, zihniyet meselesidir. Doğru vizyonla teçhiz edilmiş Türkiye’nin ihtiyacı olan zihni altyapıyı ve eylem gücünü maalesef mevcut hiçbir aktörde göremiyorum.

Türkiye’nin yetişmiş ama atıl bırakılmış potansiyeli 15 -50 arası yaş grubunda temsil edilirken, bu grupların Türkiye’nin karar alıcı noktalarından ısrarla uzakta tutulması.  Eski tip ahbap-çavuş ilişkileri temeline her organizasyonun sahip çıkmaya çalışması, insan kaynaklarımızın ve bence tek gerçek sermaye olan beşeri sermayemizin verimsiz kullanılmasına yol açıyor. Bu kadar kaynak israfı yapan bir ülkeye niçin gerçek yatırımın gelmeyeceğini de anlamak için kâhin olmaya gerek yok.

Sözün özü;

Sosyal ve beşeri sermayemizi en etkin ve verimli bir şekilde kullanacak ticari, sanayi, askeri ve siyasi organizasyonlar kurma becerisini göstermeliyiz.  Şahsi istek, siyasi talep, organizasyonel hedeflerimizi kişilerin ikbaline değil bu bahsettiğim genel gayeye uygun ilke ve protokollere sahip insan sermayesi israf etmeyecek yapıyı kurmaya hasretmeliyiz. Bahtın güneşi bu verimliliği sağlayacak milletlerin üzerine doğacaktır… Kişiler ölür, sistemler yaşar.