Dünya tasarımlarının kurucu öğelerinden biri dinlerdir. Ötekiler ulusal diller, toplumsal ve iktisadi kurumlardır.

Dinlerden bağımsız bir medeniyet tasarımı düşünülemeyeceği gibi, medeniyet dediğimiz yapı sadece dinlere de indirgenemez. Din, medeniyetlerin rotasını çizen, onları anlamlandıran bir misyon ifa eder. Onu bir gayeye bağlar.Ruhunu oluşturur.

Fakat nasıl bir din sorusu önemlidir. Dinimiz, dinden anladıklarımız veya bize din diye anlatılanlardır.Dinimiz, aslında din algımızla sınırlıdır.

Dinler, onları yorumlayanların zihniyetlerine göre ön açıcı bir işlev de görebilirler, ön kapatıcı bir misyon da ifa edebilirler.Dini özgüvenin yüksek olduğu dönemlerde din daha çok ön açıcıdır, yenilgilerin, buhranların enkazlaştırdığı toplumlarda bu özgüven kaybolur, dini yorumlar savunmacı, şüpheci, kapanmacı bir hüviyete bürünür. Her farklılıkta bir tehdit ve saldırı korkusu alır. Giderek tek tipçi, tekelci bir mahiyet kazanır.Yorum zenginliğinin yerini tek bir yoruma indirgenmiş din anlayışı alır.

Dinin sıçrama dönemleri ile geri çekilme dönemleri arasındaki temel farklardan biri budur. Yükselme dönemlerinde din algısı ne kadar özgürlükçü ise, gerileme dönemlerinde de o kadar yasakçı ve sınırlayıcıdır.

Özgürlükçü bir din anlayışı, büyük sıçramaların, dönüşümlerin itici gücü olur. Bunu gerçekleştirecek olan iyi yetişmiş, yaşadığı dünyadan kopmamış, İslam'a kendi çağından bakan din adamlarıdır.

Durduğunuz yer, gördüklerinizi etkiler. Bir tepeden bakmakla, bir çukurdan bakmak size aynı fotoğrafı vermez.Olaylara kendi çağından bakmayanlar, kendi gerçekliklerini kavrayamazlar. Bunun için Nurettin Topçu daha 1940'lı yıllarda -dini bir temizlenmeden- bahsetmiş, dini en çok alçaltanların mideden, gırtlaktan ve keseden ibaret olan din adamları olduğunu söylemiştir.

Topçu'nun 70-80 yıl önce söylediği sözler bugün de geçerlidir. Bugün bir kısım din adamlarının anlattığı din bir medeniyet dini değil, bir kabile dinidir.İnançtan, medeniyete tırmanamayan, bugünün soru ve sorunları ile yüzleşemeyen, dünün idraki ile bugünü kavramaya çalışan bir din anlayışıdır bu. Böyle olduğu için de, iman üretmek yerine şüphe üretmekte, geçmişe iman etmeyi dinin kendisi gibi takdim etmektedir.

Çağımızın kavramlarına, günümüzün doğurduğu yeniliklere korku ve şüphe ile bakmanın arkasında bu zihniyet sapması vardır. Ve bu sadece dini alanla sınırlı değil, hayatın diğer alanlarına da şamildir. Geçmişi yüceltmek, şimdiden şikayet etmek geçmişi şimdiye taşımak, şimdiyi kenara itmek gibi bir sonuca sebep olmaktadır.

Gerileyen yahut yenilmiş toplumlarda din-zihniyet ilişkisinin bir başka boyutu da dinin ideolojileşmesi, siyasallaşmasıdır. Bu tip bir din anlayışı ahlaki bir dönüşümü değil, siyasi bir dönüşümü hedefler, dini siyasetin basamağı haline getirir.Arap düşünür Bassam Tibi bunun için İslamcılığı İslam'dan ayırır,İslamcılık siyasi bir ideoloji iken,İslam'ın bir din olduğunu söyler. Din ile ideoloji arasında ne kadar fark varsa, İslam'la İslamcılık arasında da o kadar fark vardır. Tibi, İslam'la demokrasinin uyum içinde olabileceğini ifade ederken, İslamcılıkla demokrasinin aynı uyumu yakalayamayacağını iddia eder.Dinler barışçı, ideolojiler daha çok çatışmacıdır. Aslında medeniyetler çatışması denilen şey de dinlerin çatışması değil, din kisvesine bürünmüş ideolojilerin çatışmasıdır.

Sonuç olarak, şu veya bu grubu bahane ederek dini zait görmek ne kadar yanlışsa, savunmacı, kapanmacı, kendinden neşet etmeyen her şeye karşı reddiyeci bir din anlayışı da o kadar yanlıştır.Ne dinsiz bir hayat mümkündür, ne dinsiz bir medeniyet.