Türkiye'de yüzlerce cemaat, tarikat, binlerce Kuran kursu var. Her gün bir kaç cami yapılıyor, İmam Hatipler açılıyor. Herhalde dünyanın hiç bir yerinde bu kadar dini müessese yoktur. Bunların hepsinin birinci hedefi  ahlaklı bir toplum oluşturmak. Fakat  bu kurumlara rağmen  en büyük ahlaki tefessühün İslam  diyenler arasında uç verdiğini görüyoruz.

 Artık bir Mevlana, bir Yunus, bir Hacı Bayram yetiştiremiyoruz. Halbuki, bu büyük ruhlar da bu ve benzeri kurumların bağrından çıkmıştı. Geçmişte dergahların bir hedefi vardı. Mesailerini siyaset yapmaya ayırmamışlardı. Amaçları mensuplarını kamil bir ahlaka ulaştırmaktı. Önüne geleni  derneğe üye yapar gibi tarikata kabul etmezlerdi, istidat  ve kabiliyetlerine bakarlar, son derece seçici davranırlardı. Onun için de bir saygınlıkları, itibarları vardı.

Bu müesseselere gidenlerin çoğu İslami ilimlerde belli mesafe almış kişilerden oluşurdu. Bilgi ve imanlarını müşahede yoluyla güçlendirirler, belli merhalelerden geçtikten sonra söz ve davranışları ile çevrelerine ışık saçarlardı.

Şimdi öyle mi?

Dini bilgi hayattan çekildikçe sahtekarlara, şarlatanlara gün doğdu. Etraf din adına toplumun cehaletinden yararlanan asalaklarla doldu. Bunların sapkınlıkları, yanlışları geleneksel çizgiyi devam ettiren, insanları ellerinden tutup zirvelere çıkaran gerçek tarikat ve dini müesseseleri de vurdu. Öyle olmasa yanmayan kefen, Peygamberi rüyada gösteren terlik gibi düpedüz  sapkınlık  ve dini ticaretleştiren  araçlar bu kadar rağbet görür müydü? Yanmayan kefen yalanı, Allahın kudretine sınır getirdiği için insanı İslam'ın dışına savuran bir anlam taşır. Falan zatın sattığı kefeni Allah'ın kudreti yakmaya yetmeyecek!? Kulunun yaptığına gücü yetmeyen bir tanrı Allah olur mu?

Ne yazık ki, bu abukluklara inanan binlerce insan var.  Cehalet baskın olunca insanlar öz ve manaya bakmak yerine her şeyi şekilde arıyor. Bir çok insan peşinden gittiği insanların -ahlakına, istikametine- bakmak yerine şekline bakıyor. Bir sarığın, bir cübbenin yahut bir tutam sakalın peşinden gidiyor. Dini, kişinin davranışlarında, ahlakında aramak yerine şeklinde arıyor. Böyle olunca da tabiiyetinin kendine kazandırdığı hiç bir şey olmuyor.

Şah-ı Nakşibendi, " siz hiç keramet göstermiyorsunuz" diyenlere, istikametten büyük keramet mi olur demişti. Mevlana, "bütün cihanı araştırdım güzel ahlaktan daha üstün bir liyakat bulamadım,"  demişti. Onlar istikamet ehliydiler. Öyle oldukları için de ışıkları hala dünyamızı aydınlatıyor. Her biri bir kutup yıldızı gibi insanlığa yol göstermeye devam ediyor.  Onlar Kuran'dan ve Peygamberden aldıkları nurun yansıtıcısı oldular. Gönül ibreleri hiç bir zaman makam veya mansıba dönük  olmadı. Şimdi insanlara dini önderlik yaptığını iddia edenlerin çoğunun dünya hırsı açısından sokaktaki insanlardan farkı yok. Bir çoğu din kisvesi giyerek dünya malına koşuyor. Onun içindir ki binlerce olmalarına rağmen toplumu etkileyemiyorlar. Ağızları Allah diyor, yürekleri dünya diyor. Böyle olunca da kimseye ahlak öğretemiyorlar. Esas sorunumuz da bu din tacirleridir.