Ülkelere darbeler sadece askeri güçle, silahla, zorla olmuyor. Bazen bir ülkeye darbe ekonomiyle de yapılıyor.

Ülkemizde darbeler sayılınca 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1972, 12 Eylül 1980, 15 Temmuz 2016 tarihlerinde çeşitli askeri güçle yapılan veya yapılamayan darbeler hatırlanır.

Az birazda 1963 Talat Aydemir' in iki kez, Memduh Tağmaç‘ın 9 mart 1972 deki darbe girişimleri de sayılıp söylenir .

Halbuki aşağı yukarı tüm askeri darbelerden önce ülkemizde bir ekonomik darbe yapılmıştır.

1960 darbesinden önce 4 Ağustos 1958’de yani aşağı yukarı darbeden 1,5 yıl önce ülkemizde büyük bir devalüasyon yapılmış ABD doları 2,83 TL’den 9 TL ye çıkmıştı.

Yani darbe ekonomik olarak silahlı darbeden 1,5 yıl önce yapılmış. Toplum ekonomik olarak baskıya alınmış sindirilmişti.

5 Nisan 1994’de ABD doları 10 TL’den 40 TL’ye, gecelik owernight faizi yüzde 7 Ben’e çıkmıştı. 28 şubat 1997 davranışının altyapısı olarak hazırlandığı görülen ekonomik darbe ülkemizi siyasi istikrarsızlığa sürüklemişti.

2001 ekonomik darbesiyle ise emperyalizmin ülkemizin her kuruşuna el koyduğu görülür. 2001’de 600 TL olan dolar bir günde 1700 TL ye çıkmıştı.

Emperyalizm ülkemize cumhurbaşkanı yetkisi kullanan bir ekonomi bakanı göndermişti.

Kemal Derviş ABD’den uçağa, Türkiye'nin merkez bankasına başkan olmak üzere bindi. Ama uçak Ankara'ya indiğinde ekonominin tek yöneticisi bakan olarak indi.

2001 ekonomik darbesinin sonucu, Türkiye'nin ABD işbirlikçisi Ak Parti’ye teslim edilmesini sağlamıştı.

2001 ekonomik darbesinin enteresan tarafı içinde askerin olmadığı, sivil işbirlikçilerin ve kullanıcılarının birlikte planladığı ve uyguladığı ilk darbe oluşudur.

Ülkemizin yaşadığı son ekonomik krizler, parça parça devalüasyonlar, toplumun fakirleştirilme çabaları, kontrolsüz göçlerle ülkemizde yaşayanların ekmeğinin küçülmesinin sonuçları ne olacak, nasıl yaşanacak.

Bir ekonomik darbe sonucunda ülkemizin idaresine getirilen Ak Parti uzun yıllar “Yalan ekonomisi” ile, dünya konjonktürünün de kendi lehinde olması sebebiyle görünürde parlak ama gerçekte paslanmış bir ekonomi ile yıllarını geçirdi.

ABD’nin dünyaya saçtığı para sonucu dolar bollanması sonucunda tüm dünyada olduğu gibi yaklaşık 8 yıl dövizin değerlenmemesi, Amerikancı ve ABD menfaatlerini gözeten politikaların izlenmesi, BOP eş başkanlığı (23 Nisan başbakanlığı gibi) sürekli ABD ekseninde ve kontrolünde hareket edilmesi, geçici olarak birkaç yıl bir ekonomik gelişme gibi algılanmıştı.

2008 dünya ekonomik krizinden sonra gerçeklere döndük.

Halbuki 2002-2008 arasındaki ekonomik fırsat değerlendirip gerçeklerle yaşasaydık, pragmatist, gelip geçici, köksüz politikalar yerine ekonomik yönümüzü üretime döndürseydik, kalkınmamızda planlamaya öncelik verseydik, yapılaşmamızı kurumsallaştırabilseydik bir ekonomik temelimiz olabilirdi. Ve o temel üzerine iyice bir yapı oluşturabilir, kırılganlıktan biraz sağlam bir yapıya kavuşabilirdik.

Son günlerde yaşadığımız devalüasyonlar, ekonomik istikrarsızlaşma, başıbozuk hal 2002 de yapılan ekonomik darbenin bir tekrarı gibi görünüyor.

Emperyalizm Türkiye'yi yönetmek için kullandığı aparatların yerini değiştirmek istiyor.

Daha söz dinleyecek, eskimemiş, daha iş birliğine yatkın, iç köşe başlarının devşirmelerce tutulduğu yeni bir yapı zaten ABD başkanı daha adayken kurgulanmıştı.

Yüksek montanlı her devalüasyona sadece ABD dolarının artması, fakirleşme, ekonomik daralma, borçların artması olarak görülmemeli.

Tabi ki bu etkileri var ama devalüasyonların asıl etkisi devletimizin yönetilmesiyle de alakalı.

Atatürk zamanında üstelik dünyada 1929 büyük krizi ve etkileri yaşandığı halde neden büyük bir devalüasyon yok, büyüme tüm zamanların üstünde.

Sebebini Atatürk ve yönetiminin Türkçü ve antiemperyalist oluşunda aramalıyız.

Ve ülkemizi yönetenleri ona göre seçmeliyiz…