Taşbaşı, Turhan ile gerçekleştirdiği özel röportajda; Küresel enerji krizinin Türkiye'de ve dünyada olan etkilerini, enerji sektöründe yaşanan sorunlar için çözüm yollarını ve Türkiye'nin bu enerji santralleri için ne kadar uygun durumda olduğu konularına değindi.

Röortajın tamamı şu şekilde:

Küresel enerji gündemini ve bunun Türkiye yansımalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Aslında küresel enerji krizi dediğimiz bir emtia krizi. Enerjimizi elde ettiğimiz emtiaların fiyatlarında çok ciddi artışlar meydana geldi. Bu birkaç unsurun birleşmesiyle oldu. Çok uzun yıllardır merkez bankalarının uyguladığı parasal genişleme politikaları enflasyonist baskıları getirmişti. Bunlara 2020 senesindeki Covid-19 salgını ondan önce de ekonomilerin sert şekilde kapanması ve sonra talebin sert şekilde geri gelişi ciddi bir dengesizlik yarattı. Bu aynı zamanda tedarik zincirinde ulaşımdaki sıkıntılara emtiayı elinde bulunduran ve en büyük ihracatçısı olan Rusya’nın Ukrayna’yla olan savaşı da katılınca kusursuz fırtına haline geldi. Bu bir enerji krizi değil emtia kriziydi. Ama tabi ki bizim alışkanlıklarımızla alakalıydı. Çünkü enerjimizin büyük bir kısmını tüm dünya olarak fosil yakıtları yakarak elde ediyorduk. Alışkanlıklarımız yenilenebilir enerji kaynaklarından enerjiyi sağlamak olsaydı böyle bir krizi belki hiç yaşamayacaktık. Bu krizden çıkışın da yolu yenilenebilir enerjiye yönelmek. Yenilenebilir enerjiler içerisinde de güneş, hem en ucuzu olan, hem kolay erişilebilen, hem her yerden işletilebilen esnek bir kaynak olması ve her boyutta kurulabilmesi sebebiyle başrolde yer alacak. Güneşe daha fazla yönelir ve daha fazla alışkanlığımızı oraya çevirirsek bu enerji krizi bir daha tekrarlanmamak üzere çok rahat bir şekilde atlatılır.

Türkiye güneş enerjisi sektöründe gündemde olan sorunlar için çözüm önerileri kapsamında neler yapılabilir?

Türkiye’de aslında bu dönüşüme hızlı başlandı daha sonra belirli politika değişiklikleriyle yavaşlama oldu. Geçen yıl özellikle Paris İklim Anlaşması’nın mecliste onaylanmasıyla süreç tekrar hızlandı. Özellikle mevcut olan emtia krizi de aslında bizim bu dönüşümü ne kadar daha hızlı gerçekleştirmemiz gerektiğini gösteriyor. Bunun hızlı gerçekleşmesindeki en önemli engel şu anda mevzuatlardan, kaynak tahsisi konusundaki modellerimizden kaynaklanıyor. Bugüne kadar YEKDEM mekanizması vardı, sabit fiyat garantili ve güzel işleyen bir sistemdi. Ancak özellikle son yıllarda güneş enerjisi maliyetlerinin düşmesiyle beraber güneş enerjisinin özellikle böyle bir sabit fiyat garantisine ve desteğe ihtiyacı kalmadı. En son bu emtia krizi ve bununla beraber elektrik fiyatlarındaki artışıyla ilk yatırım maliyetleri düştü ve satılan ürünün fiyatı arttı. Dolayısıyla projeler daha da yapılabilir hale geldi. Bundan dolayı da çok hızlı bir şekilde serbest piyasada satış imkânı tanıyan iş modellerinin devreye girmesi lazım.

Biz Solar3GW olarak ihalesiz, teşviksiz, lisanslı modeli öneriyoruz. Bu model bugüne kadar HES’lerin kurulumunda DSİ tahsisinde kullanılanı baz alan bir model. Yani yatırımcı gidip trafo merkezlerinde kapasiteye başvuracak, hiçbir teşvik ve fiyat istemeyecek ve kendisi kurduğu zaman serbest piyasada şekillenen fiyatla satışını yapacak.

Var olan sorunlar Türkiye’nin güneş enerjisi potansiyelinin kullanılmasını ne ölçüde etkiliyor?

Bugüne kadar hep ihale usulüyle (YEKA modeliyle) ilerleneceği duyurulmuştu ama bu modeli -yerli ekipman üretimini desteklemekle gerekli görmekle beraber- ülkemizin ihtiyacı olan güneş kapasitesinin gereken hızda elektrik üretim karmamıza katılımı açısından yavaş buluyoruz. Onun yanında bizim önerdiğimiz ihalesiz, teşviksiz, lisanslı model. Bir diğer model olarak da ihaleyi yapan tarafın özel sektör yani büyük tüketici olduğu  yenilenebilir enerji tedarik anlaşmaları (YETA) modelinin gelmesi gerekiyor. Biz hala ihalelerle sınırları devlet tarafından belirlenmiş alım garantileri veren ihale metotlarıyla gidiyoruz. Oysa sadece serbest piyasa dinamiklerinin olduğu bu iki modeli öneriyoruz. Bunun yanında öz tüketim modeli son derece iyi işliyor ama orada da yine kapasite tahsisinde hem şebeke işletmecisinin belirli çekinceleri oluyor. Bu yüzden işlemler yavaşlıyor hem de bürokrasi anlamında izinler anlamında çerçevesi net çizilmemiş noktalar var. Dolayısıyla yerel yönetimlerde zorluklar yaşanıyor. Bunlar da yine merkez idare tarafından belirli bir çerçeveye oturtulursa çok daha hızlı ilerleyeceğini düşünüyoruz.

“Artık üreten tüketiciler dönemi”

Teknik tarafta ise büyük santrallerde üretelim en küçük evin prizine kadar buradan dağıtalım şeklinde bugüne kadar alışılagelmiş bir şebeke sistemi var.  Oysa artık dünyada bir devrim gerçekleşiyor ve bu şebeke yapısı tamamen değişiyor. Artık üreten tüketiciler dönemi. Güneş enerjisi esnek yapısıyla her yerde ulaşılabilen bir kaynak. Bu anlamda güneş, demokrasiyi, kişisel hak ve özgürlükleri de destekleyen bir kaynak. Üreten tüketiciler sayesinde artık en küçük hane bile kendi elektriğini üretebilir hatta bu anlamda bağımsız olabilir noktaya gelecek. Bununla beraber artık bir köşede mikro şebekelerin bulunduğu, ürettiğinin fazlasını komşusuna satan ya da üretemediğini komşusundan alan, buradaki mahsuplaşmanın kayıt zincir yapıları üzerinden gerçekleştiği yepyeni bir döneme giriyoruz. İşte bu dönemi şebeke işletmecisinin iletim tarafında TEİAŞ ve dağıtım tarafında da dağıtım şirketlerinin idrak etmesi lazım. Özellikle güneş enerjisi önündeki şebeke güvenliğini tehlikeye sokan sorunlar batarya depolamanın hızlı bir şekilde sahneye çıkışıyla beraber tarihe karışıyor. Şu anda pek çok güneş enerjisi sistemi batarya depolamayla birlikte kurulmaya başlandı. Bizde de mevzuatı çıktı. Depolamayla entegre güneş sistemleri fizibıl bir noktaya geldi. Tekniğin ilerlemesiyle çok daha hızlı bir şekilde yapılabilir olacak. Çok hızlı bir şekilde mevzuatlarımızı buna uyarlamamız lazım.

“Yatırımcıyı yerli ekipman kullanımına teşvik eden uygulamalar olmalı”

Yerli ekipman üretimine çok önem veriyoruz. Son kriz bu anlamda dağıtık olmanın kendi teknolojisini elinde bulundurmanın önemini gösterdi. Yerli üretimi sağlarken bir yandan da yatırımlarımızı da yavaşlatmamalıyız. Bunun sağlanması için özellikle güneş ekipmanında dış ticareti kısıtlayıcı önlemler yerine içeride yerli ekipmanı destekleyici ya da yatırımcıyı yerli ekipman kullanmaya teşvik edici uygulamalar olması gerektiğini düşünüyoruz.

Bizim artık güneş enerjisine çok fazla ihtiyacımız var. Biz Solar3GW olarak her yıl 3 GW kurulması gerektiğini söylüyoruz. Mesela geçen yıl 1200 MW kurulmadı. Dolayısıyla biz bu hedefi 2030’a kadar diyorduk bu yılı da kaybettik her yıl 3.2 GW kurmalıyız. Bu ülkemizde hiç ulaşılamamış bir hedef. Biz bunu yapamazsak cari açığımızı azaltamayız. Enerji fiyatlarının büyük rol oynadığı ekonomik krizden çıkmamız da çok zor olur. Aslında bu ekonomik krizden çıkışın da anahtarı güneş enerjisinde. Bunun yaygınlaşması için de santralleri çok hızlı şekilde devreye almamız lazım.

Türkiye’nin hibrit santraller için uygunluğu ne durumda? 

Şu anda Türkiye’de hibrit santraller genel kullanımıyla ya da mevzuattaki haliyle yardımcı kaynağa dayalı santraller. 100 MW kadar tamamı güneş olarak kuruldu. Aslında hibrit santrallerde ana kaynak ne olursa olsun, her yerde belirli oranda ulaşılabilir olması sebebiyle yardımcı kaynak olarak en uygun güneş enerjisi. Yılsonuna kadar 2000 MW’a kadar bir kapasite tahsisi planlanıyor. Bugün 100.000 MW kurulu gücümüz var. Bunun ana kaynağı güneş olan 8000 MW. 92 bin MW’ın da yaklaşık 13.500 MW olarak toplamda yardımcı kaynak güneş santrali kurulabileceğini düşünüyoruz.

Hibrit santraller şu açıdan çok önemli; ana kaynağınızın üretmediği durumlarda da üretim yapar hale getirirken, sürekli üretim yapan santrallerden üretilen elektriği de daha ucuz hale getirecek. Daha dengeli, ucuz ve sürdürülebilir bir sistem olacak. Türkiye’de bu anlamda çok ciddi potansiyel var. Bundan sonra yapılacak diğer santraller de yatırımcılar tarafından yardımcı kaynak GES eklenecek şekilde tasarlanacak diye düşünüyorum.

Geçtiğimiz günlerde yayınladığınız “Kömür Sahalarının Güneş Potansiyeli” raporuna göre, bu sahaların güneş santralleriyle donatılması Türkiye’nin enerji dönüşümüne nasıl bir fayda sağlar?

Biz bu dönüşümü önünde sonunda gerçekleştireceğiz. Paris İklim Anlaşması onayladık, 2053 net sıfır hedefi koyduk. Bu çerçevede bu kömür santralleri günün birinde muhakkak kapatılacak. Bu elbette bir anda olabilecek bir şey değil. Çok net bir uzun vadeli plan konulması ve adım adım planlı bir şekilde ilerlenmesi gerekiyor. Bizim bu raporumuz da aslında çok kapsamlı planın önemli bir parçası ve önemli bir başlangıç noktası olabilir. Çünkü bu termik santrallerin maden sahaları üzerindeki bitkisel toprak tamamen alınmış rehabeilşite edilip yeniden belki orada bir bitki örtüsü oluşması onlarca yıl alabilir. Oysa santral kapanır kapanmaz hemen ertesi yıl oraya bir güneş santrali kurarak oradan temiz enerji üretme şansımız var. Dolayısıyla bu anlamda kesinlikle ağaçlandırma çok önemli karbon emisyonuyla mücadele ama bu tamamen bitmiş yerleri güneş santralleri kurularak kullanılabilir. Her şeyden önce hem saha çok uygun açık alanlar bir de elektrik altyapısı da var. Nakil hatları ve trafolar da hazır. Fakat “Bu kömür sahalarına kurulacak güneş santralleri birebir o kömür santrallerini elektriksel anlamda ya da istihdam anlamında ikame edecek” anlamı çıkarılmamalı. Bu çalışma bunun çalışması değil. Oradaki termik santrallerin ürettiği elektriğin yaklaşık dörtte biri elektrik üretilebilir. Şebekede bir devrim yaşanıyor ve şebeke anlayışı da değişiyor. Büyük santrallerde bir yerde üretelim de en ufak tüketiciye kadar götürelim yöntemi, üreten tüketici mantalitesine ve günümüz şebeke yapısına göre çok verimsiz bir yöntem. Çünkü elektriği taşırken sürekli bir kayıp meydana geliyor. Bu kayıpların olmadığı, büyük oranda tükettiğimiz yerde ürettiğimiz dağıtık bir sisteme geçiş var. Bu sistem çok daha verimli bir sistem olacak bu nedenle birebir ikamesi de gerekmiyor. Sadece o geçişte hızlı kullanılabilecek çok iyi bir araç olduğunu ortaya koydu. 13 GW’ın üzerinde bir güneş paneli gücü kurulabileceği bir potansiyel alan hesapladık. Bu da yaklaşık senelik 20 GW’a yakın bir üretime karşılık geliyordu ki bu yıl Türkiye’deki üretimimiz 330 GW.  Yine de termik santralleri ikame etmek için bir başlangıç noktası olabileceği sonucunu çıkardık.

Türkiye’nin 2053 iklim hedefini karşılayabilmesi konusunda görüşleriniz nelerdir?

Türkiye 2053 hedefini çok rahatlıkla karşılayabilir ama gerçeklerimizi kabul edip net bir plan koyarak. 2053’e kadar ciddi bir zaman var. 30 yılı planlamalı ve adım adım bu plandan sapmadan gidilmeli. O zaman belki daha bile erken yakalayabiliriz. En başta da bu bahsettiğimiz serbest piyasa dinamiklerine dayanan güneşteki kapasite tahsis mekanizmalarını, iş modellerini, hibrit santralleri çok hızlı bir şekilde devreye almamız lazım. Türkiye’de “tarım toprağında güneş enerji santrali olmaz” diye bir anlayış var. Oysa dünyada bugün agro-pv denilen tarım-ges diye adlandırdığımız bir sistem var. Burada yükseltilmiş konstrüksiyonlarla kurulan paneller altında onlarca ürünü yetiştirme şansı var.

Böylece hem tarım ürünü güneş yanığı gibi aşırı hava koşullarından korunurken, bir yandan da tarım alanları güneşin en optimum olduğu yerler olduğu için daha da verimli bir elektrik üretimi oluyor. Böyle bir kazan-kazan durumu yaratılabilir. Bu nedenle tarım-gesleri yaygınlaştırmalıyız. Yapay göletlerimiz ve göllerimiz var ve burada yüzer-ges olarak ciddi bir potansiyel var. Aslında planı yapıp, çok yönlü ve hızlı biçimde güneş enerjisi kapasitemizi artırırsak bu hedef daha erken yakalanabilir.

“Güneş enerjisinde artan her 1 watt, daha yaşanabilir bir dünya için atılmış bir adım”

Bir diğer önemli husus da, ana kurallar konduktan sonra özellikle serbest piyasayı tesis etmek ve ne olursa olsun bundan ödün vermemek.

Elektrik fiyatlarının artışıyla herkes kendi elektriğini üretme yollarını araştırıyor. Burada cevap yine güneş enerjisi. Güneş enerjisi santrali bir yatırım olduğu için geri dönüşüm hesapları yapılıyor ama burada sadece geri dönüşü, yapacağınız elektrik tasarrufu ya da satacağınız elektriğin fiyatı olarak bakmamak lazım. Bugün artan her 1 watt güneş kapasitesi, medeniyetimizin devamı, çocuklarımızın daha yaşanır bir dünyada hayatlarını sürdürebilmesi için atılmış bir adım.

Editör: Bumin Kağan Muti