Bir taraftan siyaset kurumu, bir taraftan tarikatlar, cemaatler, son zamanlarda da bunlara eklenen ve kadim vakıf anlayışından saptırılarak oluşturulan yeni yetme vakıflar insanımızı adeta esir almış durumda. Bizde siyaset ve halk söyleyişi ile particilik eskiden beri din gibidir. İlk gençlik yıllarımda “Dinimden dönerim partimden dönmem” diyenlerin olduğunu hatırlıyorum. Şimdi yetmiş yaşını devirdim; nerede ise çağ değişti, ortamlar değişti, bilgi, görgü, teknik, teknoloji değişti ama özellikle belli yaşın üzerinde olanlarda o kör taassup değişmedi ve sanki daha da kökleşti. Bunda siyasetle tarikat, cemaat, ticaret ve vakıf işlerinin iç içe girmiş olmasının rolü ve etkisi büyük. Bu işlerin temelini oluşturması gereken ihlas, adalet ve ahlak ise sizlere ömür!      

İnsanlarımız büyük ölçüde sorgulama, akledip düşünme melekelerini kaybetmiş durumda. Onun için etkisi altında kaldıkları bir siyasi grubun, kapılandıkları bir tarikat, cemaat ve yeni yetme vakıfların kanatları altına girerek sorumluluktan kurtulduklarını sanıyorlar. Artık kendilerinde değiller ve iradeleri başkalarının elinde. Oysa körü körüne siyaset ve bir yerlere bağlanma öncelikle insanın kendisine ihanettir.

Türkiyemizde,  2002 yılında, “3 Y ile (Yolsuzluk, Yoksulluk ve Yasaklarla) mücadele edeceğiz” diyerek iş başına gelen ve yirmi yılını devirmek üzere olan bir iktidar var. “Allah insanı kendi iddiasından vurur” deniyor ya, bu iktidar da şimdi o halde: Yolsuzluk, Yoksulluk ve Yasaklar, devri iktidarlarında tavan yapmış durumda ve görünen o ki kendi iddialarından vuruluyorlar.

Söylentiler, belgeler havada uçuşuyor ama gücü elinde bulunduranlar tınmıyor, akledip düşünme melekelerini kaybederek iradesini bir yerlere teslim etmiş olan vatandaşlarımız ise yüzüne tükürülse yağmur yağıyor sanacak misalinde olduğu gibi “Ya Rabbi çok şükür” deyip oturuyor.

Olması ve yapılması gereken öyle ya da böyle bir iddia varsa dikkate alıp araştırmak ve soruşturmaktır. Hele de ortada belgeler, dosyalar dolaşıyorsa merak edip soruşturmak, o konularda işlem yapılmıyorsa hesap sormak gerekmez mi?

Yolsuzluk ve yoksullukla mücadele konusunda verilen bunca önerge var. Söylentilerin ardı arkası kesilmiyor ama iktidar sayısal çoğunluğuna dayanarak hepsini reddediyor, kendisi de üzerinde durup bir işlem yapmıyor. Oy vererek iktidara destek olanlar ise yukarıda da izah etmeye çalıştığımız gibi iradelerini kayıtsız şartsız teslim etmiş oldukları için bağlı olduklarında keramet arıyor, bu da yetmezmiş gibi ortaya iddialar atmakla kalmayıp bilgi ve belge koyanlara koyanlara kızıyorlar. Tamamen bir vurdumduymazlık ve sorumsuzluk var.

İhalelerin belli gruplara verilmesi, Demirören grubuna yapıldığı gibi akıbeti meçhul kredilerden söz edilmesi, üç beş yerden maaş ödenen bulunmaz Hint kumaşları, bunca liyakatsiz atama, aile ve hatta sülale boyu devlet kadrolarına yerleştirilenler, iktidara mensup olmayan belediyeleri çalıştırmamak için alınan tedbirler, hak hukuk tanımayan uygulamalar kimsenin umurunda değil.

            Ortalık pahalılıktan kırılıyor, gıda fiyatlarında dur durak yok, elektrik, su, doğalgaz, kömür paraları ayyuka çıkmış, ulaşım giderleri katlanmış da katlanmış. Haliyle belediyeler de iş yapabilmeleri için su ve ulaşım gibi hizmet bedellerine belli ölçülerde zam yapmak zorunda kalıyorlar. Ancak ne var ki en son Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin su, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin de ulaşım hizmetlerine yapmak istediği zamlar meclis çoğunluğuna dayanarak ilktidar partileri tarafından engellendi. Oysa iktidar partisinin elinde olan Kahramanmaraş Belediyesi’nin suya yüzde yüz zam yapması kimsenin umurunda olmadı. Keza, haklarında bazı şaibeler dolaşan ve kendi parti yetkilileri tarafından bile “Parselci” olarak adlandırılan Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanı Gökçek gibi bazıları partileri tarafından görevden alınmalarına rağmen haklarında hiçbir idari ve hukuki işlem yapılmazken CHP’li Yalova Belediye Başkanı Vefa Salman, bilirkişi tarafından üç defa haklı ya da suçsuz bulunmasına rağmen kaç yıldır hala görevine iade edilmedi.

            Bütün bunlar ve benze örnekler ister istemez insanın aklına, son yapılan Mahalli İdareler seçimlerinde Büyükşehir Belediyeleri’nin önemli bir bölümü kaybedildikten sonra Sayın Cumhurbaşkanı’nın, “Biz kaybetmedik, kazandık, Belediye Meclislerinde çoğunluk bizde” mealindeki sözlerini hatırlatıyor. Milletin tamamını ve devletin bütün kurum ve kurullarını kucaklayıp herkese ve her kuruma eşit mesafede durması gereken bir Cumhurbaşkanı öyle bir sözü nasıl söyler orası ayrı konu ama neylersiniz ki olmaz işler oluyor, temeli ahlaka ve adil/adaletli olmaya dayanan İslam anlayışı bizzat “dindar” olduklarını söyleyenler tarafından çökertiliyor.

            Siyasi erk sahipleri ellerinde bulundurdukları güce dayanarak bunu yapıyorlar da onlara oy verenler ne yapıyorlar? Hemen her yazımda işaret ettiğim gibi “akletme, düşünme, öğüt ve ibret alma” gibi Allah buyrukları, “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” diye haykıran Peygamber nidası unutuldu mu? Bazı yerlerde olduğu gibi isyan edip yollara dökülünmesin, ortalık yakılıp yıkılmasın ama sorgulansın be kardeşim. Günümüzde beş – altı yaşındaki çocuklar bile olayları sorguluyor, anne babalarına yol gösteriyor ama büyükler kaval dinleyen koyunlar gibi, ipte oynayan cambazı seyreder gibi öylece hissiz, tepkisiz duruyor. Kaldı ki ipteki cambazı seyreden insanlarda bile bir heyecan vardır, Düştü, düşecek, yaptı yapacak gibi bir hareket, bir heyecan içindedirler ama bizim seyircilerde ne merak var ne heyecan! Olup biteni sorgulamayan ve Kur’an-ı Kerim’de “Zayıf görüşlü kişiler” olarak nitelendirilen bu insanlar Kur’an meallerinden birini açıp İbrahim Suresi 21. Ayet’i okuyarak Ahıret hayatında başlarına geleceği öğrenebilirler.

            Günümüzde tarikatlar, cemaatler, vakıflar; her ne ise… İnsanlara yol gösterip ışık tutacak yerde adeta onları uyuşturuyorlar. Özellikle dini hassasiyetleri olan insanlarımız kendileri okuyup araştırmak yerine o grupların dümen suyuna girerek sorumluluktan kurtulacaklarını sanıyorlar. Onun için, 1940’lı yıllarda bizzat yaşanmış bir örnek vererek sorup soruşturmanın, araştırıp öğrenmenin ne kadar önemli olduğunu anlatmaya çalışacağım.

            Rahmetli Galip Erdem, Galip Ağabey… Çok okuyan, araştıran bir dava ve gönül adamı idi. Çocukluk yaşlarından itibaren okumaya araştırmaya hevesli. Erzurum’da geçen lise yıllarında fasiküller halinde yayınlanmaya başlayan Atsız’ın Bozkurtlar romanını da Hz. Ali Cenkleri’ni de ve Millî Eğitim Bakanlığı’nca yayınlanan Batı ve Doğu Klasiklerini de okuyor. Derken, 1947 yılında, henüz lise ikinci sınıf öğrencisi iken Veled Çelebi’nin Maarif isimli eserini okuyunca orada bir cümle dikkatini çekiyor:

 “Namaz, oruç, hac ve zekât insanları îman kalesine götüren bir köprü gibidir. Ama öyle yiğitler vardır ki; köprüden geçmeksizin o kaleye ulaşırlar!”

            Beyninde şimşekler çakıyor ve tekrar tekrar okuyor. Evet, evet; aynen böyle yazıyor. Koskoca Mevlana’nın oğlu yanlış bir şey yazacak değildi ya! Gidip din konusunda uzman sayılanlara, okulda hocalarına ve yolda – sokakta dinle diyanetle alâkalı olanlara bu cümleyi söyleyip soruyor:

                “- Ne dersiniz, doğru mu bu?”

               “- Hiç öyle şey olur mu? Küfürdür oğlum bu söylediğin, küfür!”

            Okumuştu ve biliyordu ya, alaycı bir gülümseyişin ardından işin tadını çıkarmaya çalışıyor:

            “- İyi de bunu ben söylemiyorum ki!”

            “- Ya kim söylüyor?”

            “- Sultan Veled… Hani, Mevlana’nın oğlu… O’nun Maarif isimli kitabında öyle yazıyor.”

            Maarif’i okuyan kim, bilen kim? Bir şey diyemiyorlar.

            Gerçi O, bu işin içinde başka bir iş olduğunu sezmiştir de o yaşta sezdiği şeyin ne olduğunu tam bilememektedir. Onun için sormaya, sorgulamaya devam eder.

            Sonunda, bakar ki olacağı yok, Erzurum’da yaşayan ama ünü bütün Anadolu’ya yayılan Nakşibendî Şeyhi Alvarlı Muhammed Lütfi’nin huzuruna çıkmaya karar verir. O Şeyh Efendi ki 1917’den sonra Rusların verdiği silahlarla Doğu Anadolu’da katliama girişen Ermenilere karşı oluşturduğu altmış kişilik müfrezesi ile savaşmış; ele geçirdiği silahları Haydarî Boğazı’ndaki Zergide Köyü’nde bulunan Türk Ordusu’na teslim etmişti.  Alvarlı Muhammed Lütfi Efendi, 12 Mart 1918’de Türk Ordusu ile birlikte Erzurum’a girmiş, babası Hâce Hüseyin Efendi de aynı gün şehid olmuştu.  Genç Galip bunları bildiği için Şeyh’e karşı zaten bir yakınlık duymaktadır.  Gider, huzura çıkar:

            “- Söyle bakalım delikanlı, meramın nedir?”

            “-  Namaz, oruç, hac ve zekât insanları îman kalesine götüren bir köprü gibidir. Ama öyle yiğitler vardır ki; köprüden geçmeksizin kaleye ulaşırlar!  Bu söze ne dersiniz?”

            “- Küfür derim!”

            “- Ama efendim, Veled Çelebi’nin Maarif’inde böyle yazıyor. Buna ne dersiniz?”

            “- Küfür derim!”

Genç Galip susar, artık diyecek sözü, soracak kapısı kalmamıştır ama karşısındaki zat da kendisine soru soranın niyetini anlamayacak biri değildir. Alvarlı Muhammed Lütfi gülümseyerek konuşur:

            “- Bak evladım; sen akıllı bir çocuğa benziyorsun. Şimdi bana doğruyu söyle bakalım; Maarif’te o cümleleri okuduğun zaman, ‘Köprüden geçmeksizin kaleye ulaşacak yiğitlerden biri de ben olabilirim’ diye aklından geçirdin mi, geçirmedin mi?”

            “- Geçirdim Efendi Hazretleri!”

            “- İşte o söylediğin cümleler onun için küfürdür. Şimdi anladın mı?”

            Anlamıştı… Maarif tasavvufî bir eserdi ve incelikleri, derinlikleri vardı. Şeyh’e karşı mahcup olmuş, günlerdir oynadığı oyun sona ermiştir:

            “- Anladım Efendi Hazretleri”, der.  Hem de çok iyi anladım!”

            Şeyh Efendi mütebessimdir. Genç misafirini yanına çağırır ve elini omzuna koyarak   sözlerine açıklık getirir:

-  Anlayacağını biliyordum… Sultan Veled ve kemal sahipleri o yiğitliğin kendilerinden çok uzak olduğunu düşünmüş; ‘Acaba Allah’ın bu sevgili kulları kimlerdir?’ diye sormuşlardır. Ya sen ne yaptın? Yiğitliği önce kendi nefsine yakıştırdın!”

O halde şimdi soralım bakalım ey Hocaefendiler, ey ilahiyatçılar ve dahi sorgusuz sualsiz onlara teslim olan, söylediklerini sorgulamayan sevgili kardeşlerimiz! Hanginiz duyduklarınızı, okuduklarınızı o genç Galip Erdem gibi araştırıp sorguluyor ve hanginiz Alvarlı Muhammed Lütfi gibi aydınlatıcı bir açıklama yapıyorsunuz?

İnsan Allah’ın yarattığı en mükemmel varlıktır, Akıl, fikir ve düşünme melekeleri ile donatılmıştır. Bu melekelere sahip olan insan sormalı, sorgulamalı, düşünmeli, düşündürmeli ve ibret almalı, sorgulamayanın mutlaka sorgulanacağını bilmelidir. Çünkü Allah “Vallahi azizü’ntikam”dır, (A’li İmran Suresi, ayet 4) verdiği aklı kullanmayanlardan hesabını sorup intikamını alacaktır.