İngiliz tarihinin en renkli kişiliklerinden biri olan kral VIII Henry'nin karısından boşanmasına bir türlü izin vermeyen Papa ve Katolik dünyası ile yaşadığı kriz ve sonrasında yaşanan olaylar din-siyaset ilişkisinin din ve topluma ne derece zararlar verebileceğinin en güzel örneklerinden biridir.

İncil'de bir erkeğin kardeşinin karısıyla evlenmesinin yasaklanmasına rağmen Katolik dünyasının İngiltere'de etkinliğinin devamı adına Henry'nin ölen abisinin eski eşiyle (Aragonlu Katherina) evlenmesine onay veren Papa II. Julius yine aynı siyasi endişelerle bir türlü erkek evlat sahibi olamayan kralın Katherinayı boşama isteğine dine uygun olmadığı gerekçesiyle onaylamıyordu.

Üstelik çapkın kral'ın delicesine sevdiği kadın metresi olmayı bir türlü kabul etmiyordu.

Erkek evlat sahibi olamamasını yengesiyle yaptığı evliliğe bağlayan VIII Henry krallık yetkisinin ilahi bir armağan olduğuna, evlilik akdinin bozulması konusunda Papa'nın onayına gereksinim duymadığına inanmaya (veya inandırılmaya) başlamıştı.

Avam kamarası (tabi ki kralın kuklaları) kilisenin yetkilerini suistimal ettiği düşüncesiyle kralı destekliyordu.

Sonunda Henry Papalık yasalarını tanımadığını açıklayarak evliliğinin feshedilmesi işini yeni başpiskoposa havale eder.

Eeee koca kralı üzmemek gerekir.

Başpiskopos sözüm ona din adamlarının çoğu zaman yaptığı gibi kralın isteklerini Tanrının isteklerine yeğledi.

Kabak başpiskopos onayından sonra evlilik dışı ilan edilen Katherina'nın kızı prenses Mary'nin başına patlar. Kraliçe Mary babasının ölümünden sonra kısa süre de olsa tahta çıkmış ve 300 Protestanı diri diri yaktırarak tarihe ‘Kanlı Mary’ olarak geçmiştir.

Kral bir yücelik yasası çıkararak kendini İngiliz kilisesinin başkanı ilan eder ve aynı yıl ihanet yasası ile yetkilerine karşı çıkılmasını yasaklar. Her ne kadar Henry Katolik inancının terk edilmesi taraftarı değilse de İngiliz kilisesini papalığın zorbalığından kurtarma bahanesiyle İngiliz siyasetinin kontrolü altında Anglikan kilisesinin kuruluşuna ön ayak olarak manastırlara ait arazileri satışa çıkarır ve çoğunlukla destekçileri arasında paylaştırır.

Gücünün bir göstergesi olarak manastırları yıktırarak kendisi için eşsiz diye anılan saraylar yaptırır.

İktidarı boyunca 6 kez evlenip, 2'si eşleri olmak üzere 72 bin kişi idam ettiren, oldukça renkli bir gönül hayatı olan ve cinsel yolla bulaşan bir hastalıktan (frengi) öldüğüne inanılan kralın uçkur davası milyonlarca insanın katolik inancından protestanlığa zorla geçişine ve hatta dine olan bütün inancını kaybetmesine yol açar.

Şüphesiz protestanlığın oluşumu ve katoliklerle yaşanan çatışmalar bir kaç cümleyle üzerinden geçilemeyecek kadar derin mevzulardır.

Din tarihte dünyevi yetkilerle tatmin olmayan ve hep fazlasını isteyen krallar ve diktatörler için sıklıkla suistimal alanı olmuştur. Stalin gibi koyu bir dinsiz bile 2. Dünya Savaşında halkını motive etmek için dini kullanmıştır.

Din ve devlet işlerinin ayrılması gerektiğini düşünen çoğu insan dinin siyaset üzerine bir baskı unsuru olduğunu düşünür. Aslında siyaset ve iktidarların din üzerine uyguladığı baskı ve taciz asıl sıkıntı kaynağıdır. Bu tacizler sonunda batı toplumunun önemli bir kısmı dinden soğuyup ateizm ve deizme kaymıştır.

Örneğin kutsal bir sefer olarak başlayan Güney Amerika'nın İspanyollarca fethi bolca altın ve gümüşü olan İnka, Maya ve Aztek halkının sonunu getirmiş, emperyalizm en vahşi ve kanlı hikayeleri bu dönemde yazmıştır. Halbuki yeni kıtaya ayak basan birçok asker ve din adamının amacı buradaki vahşilere medeniyet ve Hristiyanlık ışığını taşımaktı. Gold ore God; Tanrı mı yoksa altın mı seçimi söz konusu olduğunda genelde yöneticiler altını seçmiş ve kararlarını onaylatacak din adamları bulmakta hiç zorluk çekmemiştir. Muhyiddin-i Arabiye ''Sizin taptığınız benim ayaklarımın altındadır (yerin altında gömülü altından hazineyi kastediyor) dedirten şey de işte tam budur.