Basın açıklamasında “12 Eylül'ü ne unuturuz, ne affederiz” dediler. Basın açıklamasına katılanlar, 12 Eylül rejimi tarafından idam edilen şehit ülkücülerin resimlerini taşıdılar.

Ülkücü fikir ve siyaset adamı, Ülkücü hareketin tarihini yazan, merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nun yol ve dava arkadaşı, araştırmacı – yazar Hakkı Öznur basın açıklamasında şu konuşmayı yaptı.

NE UNUTURUZ, NE AFFEDERİZ!

12 Eylül askeri darbesinin üzerinden 40 yıl geçti. 40 yıl geçmesine rağmen Türkiye hala 12 Eylül ile yüzleşebilmiş değildir. 1960 darbesiyle hesaplaşılsaydı, 12 Mart muhtırası yaşanmazdı. 12 Mart muhtırasıyla hesaplaşılsaydı, 12 Eylül darbesi yaşanmazdı. 12 Eylül darbesiyle hesaplaşılsaydı, 28 Şubat süreci yaşanmazdı. 28 Şubatla, e – Muhtıra ile hesaplaşılsaydı, 15 Temmuz 2016 kalkışması yaşanmazdı. Darbecilerle, cuntalarla hesaplaşılmadı, hesap sorulmadı. O yüzden darbeler, muhtıralar, kalkışmalar devam ediyor.

Darbelerin, muhtıraların bu ülkeye çok şeyler kaybettirdiği ortadır. Her darbe, her kalkışma, her muhtıra ülkeye , vatana, millete, demokrasiye ihanettir. Askeri darbelerin ülkeye bir getirisi olmamıştır. Darbeler neyi çözdü? Hiçbir şeyi Çözüm, kesintisiz demokraside ve hukukun üstün olduğu sivil ve demokratik bir rejimdedir.

Askeri darbelerin panzehiri gerçek bir demokrasi, adil bir hukuk devleti, fikir ve ifade özgürlüğü, güçler ayrılığı ilkesi, güçlü bir parlamenter demokrasidir.

15 NİSAN 1978 MİTİNGİ, ABD VE İŞ BİRLİKÇİLERİNİ KORKUTTU

15 Nisan 1978’de, Ankara’da, yüz binlerce Ülkücü, her türlü küresel emperyalizme ve yerli iş birlikçilerine karşı tarihi bir yürüyüşe katılmıştı. MHP lideri Başbuğ Türkeş’in liderliğinde yüz binlerce Ülkücünün katıldığı tarihi miting ve yürüyüş CHP iktidarını ve sistemi korkutmuştu. “Savaşımız vurguncu düzenedir”, “Kanımız Aksa da Zafer İslam’ın” diye yürüyen yüz binler, ABD ve NATO’yu da tedirgin etmişti.

MHP’nin “Anadolu’nun şahlanışı” adıyla düzenlediği büyük mitingler egemen güçleri, çıkar çevrelerini rahatsız ediyordu. 1980 yılının Nisan ,Mayıs, Haziran ayında düzenlediği “Gönül Seferberliği” mitingleri, Genelkurmay karargahında darbe planlarını yürüten ABD/ NATO’ya bağlı Evren- Saltık ikilisini ( SALTIK ÇALIŞMA GRUBU) çok ciddi rahatsız etmiştir. Ankara’dan, Washington’a MHP aleyhine raporlar gönderiyorlardı.

emperyalizmi ve NATO merkezli gladyo Türkiye’yi iç savaşa sürüklemek istiyordu. Türkiye’yi istikrarsızlaştırmaya çalışıyordu. CIA istasyon şefleri Türkiye’den çıkmıyordu. Bu süreçte MHP küresel emperyalizme ve işbirlikçilerine meydan okuyor, Washington’un, CIA istasyon şeflerinin oyunlarını bozuyordu. Türkiye’nin birliğini ve bütünlüğünü savunan MHP’nin demokrasiye, ülkeye, vatana sahip çıkışı karşısında, CIA istasyon şefleri “Bizim Çocuklar” dedikleri , yanlısı generallere “elinizi çabuk tutun, darbe çalışmalarını hızlandırın” talimatını vermişlerdir.

ABD karşıtı Milliyetçi hareketin, iktidara yürüyüşünü gören ABD emperyalizmi, hemen hamlesini yapmış, Ülkücü hareketin iktidar yürüyüşünü durdurmak için düğmeye basmış, kendisine bağlı Amerikancı generallere 12 Eylül darbesinin hazırlıklarını yaptırmış ve sonuçta darbe gerçekleşmiş, Ülkücü hareket yok edilmek istenmiştir.

ABD ELÇİSİ JAMES SPAIN: “EĞER ABD YANLISI GENERALLER DARBE YAPMASAYDI ÜLKÜCÜLER İKTİDARA GELECEKTİ”

ABD’nin 12 Eylül öncesi en çekindiği ve nefret ettiği hareketlerden biri “Ülkücü Hareket” idi. Türk milliyetçilerinin anti Amerikancı tavrı ABD’nin tepkisini çekiyordu. MHP ve ülkücülerin yükselen toplumsal dalgası ve kitleselleşmesi, ABD çıkarlarının tehlikeye girmesi demekti. 12 Eylül’e az bir zaman kala Washington, MHP dışı bir yönetim istiyordu, Ankara’dan. Washington MHP’siz bir hükümet teklifini Ortadoğu’da görevli diplomatları ve CIA istasyon şefleri aracılığıyla işbirlikçilerine iletiyordu. Washington MHP’ nin milli ve yerli duruşundan ABD karşıtı milliyetçi siyasetinden ve çizgisinden son derece rahatsızdı. ABD, AP-CHP koalisyonu istiyordu.

12 Eylül döneminde (1980-1981) ABD Ankara Büyükelçisi olan James Spain, emekli olduktan sonra bir röportajında 12 Eylül generallerine övgüler düzerken “ iyi ki 12 Eylül darbesi oldu. Eğer 12 Eylül olmasaydı Ülkücüler iktidara gelecekti. Türkiye’yi Türkeş yönetecekti” diyordu.

VATANIM HA EKMEĞİNİ YEMİŞİM, HA UĞRUNA KIZIL KURŞUN

Bombaların patlamadığı, insanların sokak ortasında, bürosunda, evinde katledilmediği yer yoktu... Her gün birkaç Ülkücü şehit ediliyordu. CHP’nin iş başına geldiği 22 aylık iktidarı döneminde, 1200 Ülkücü, Komünist terör örgütleri tarafından şehit edilmişti.

1977-12 Eylül 1980 tarihleri arasında, sadece İstanbul’da şehit edilen MHP yöneticisi 250’den fazladır. 19 Kasım 1977 günü Beşiktaş İlçe Başkanımız Hikmet Ay, 29 Haziran 1978 günü Zeytinburnu İlçe Başkanımız Bekir Şendilmen, 3 Ekim 1978’de İstanbul MHP İl Başkanımız Recep Haşatlı ile oğlu Mustafa Haşatlı, 13 Mayıs 1979 günü MHP Şişli İlçe Başkanımız Yusuf Bahri Genç, 13 Kasım 1979 günü Şişli İlçe Başkanımız Cihan Duman, 26 Kasım 1979 günü Eyüp İlçe başkanımız Ali Tezdoğan, 13 Ağustos 1979 Kartal İlçe Başkanımız Rahşan Kanbur, 24 Kasım 1979 günü Zeytinburnu İlçe Başkanımız İsmail Aslan, 31 Aralık 1979 günü Beyoğlu İlçe Başkanımız Mehmet Akçiçek, 24 Ocak 1980 günü Şişli İlçe Başkanımız Ali Sünnetçi, 1 Şubat 1980 günü yine Eyüp İlçe Başkanımız Ali Terzibaşı, 24 Haziran 1980 günü Gaziosmanpaşa İlçe Başkanımız, Ali Rıza Altınok eşi ve kızıyla şehit edildiler.

MHP İlçe Başkanımız Yusuf Bahri Genç, 19. saldırıdan kurtulamamıştı. Dönemin Günaydın gazetesinde yayınlanan bir haberde, “18 kez saldırıya uğrayan milliyetçi genç son saldırıdan kurtulamadı” diyordu.

Kızıl saldırılar devam ediyordu. Adana’da 6 ülkücü öğretmen, MHP Manisa İl Başkanı Cemil Çöllü, Mardin İl Başkanı Ata Pehlivanoğlu, Tunceli İl Başkanı Haydar Koç, Kars İl Başkanı Avukat Hüseyin Cahit Aküzüm, MHP İstanbul İl Yönetim Kurulu Üyesi, gazeteci-yazar İlhan Darendelioğlu ve MHP’nin çok sayıda il ve ilçe yöneticileri, ‘Fedai’ dergisi sahibi Kemal Fedai Coşkuner ve daha yüzlerce Ülkücü, Komünist terör örgütleri tarafından şehit edildi.

MHP’nin doğudaki belediye başkanlarından Hikmet Tekin, 12 Ağustos günü PKK militanları tarafından pusuya düşürülmüş, annesi ve kardeşi ile birlikte hunharca şehit edilmişlerdi.

MHP GENEL MERKEZİNE SİLAHLI BOMBALI SALDIRI DÜZENLENMİŞTİR

30 Haziran 1979 günü, MHP Genel Merkezi Ankara’da polis üniforması giymiş sol bir örgüt militanlarının silahlı, bombalı saldırısına uğradı. Alper Demirci ve Ömer Yüce adlı iki Ülkücü genç şehit edildi.

Terör 1980 yılında daha da yoğunlaştı. Katliamlar, bombalar, korsan gösteriler, siyasal cinayetler devam ediyordu. Davaya, millete, vatana sevdalı, Türk milliyetçiliği hareketinin önde gelen isimlerinden Gün Sazak, kapitalist Enternasyonal-Bilderberg Group tarafından taşeron olarak kullanılan, Gladyo ile de bağlantılı Dev-Sol adlı karanlık örgüt tarafından 27 Mayıs 1980 günü Ankara’da şehit edildi.

MHP DÜŞMANI BAŞSAVCI NURETTİN SOYER, MHP’Yİ KAPATTIRMAK İSTİYOR

Saat 02.30’du. İhtilal anonsu daha yapılmamıştı. Aynı saatlerde Bolu’daki komando tugayının Ankara’ya gönderilmiş olan taburundan bir “özel tim” Mamak nizamiyesinden dışarı çıktı. Hedefi Bahçelievler’di.

Haydar Saltık, Nurettin Soyer ikilisinin MHP ve Ülkücü harekete yönelik planlı ve programlı çalışmaları doğrultusunda, emirleri altındaki özel güçler devreye sokuldu ve karanlık MHP baskını böyle başlamıştı. 12 Eylül gecesi Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı’nın bünyesinde yer alan Başsavcı Nurettin Soyer’in emriyle Pol-Derli solcu polisler ve askerler, kanunsuz bir şekilde MHP Genel Merkezi’ni bastılar.

Hiçbir siyasi parti, MHP hariç, ihtilal gecesi aranmadı ve basılmadı.. Ama MHP gece saat 02.30’da asker, polis karışımı özel timler tarafından basıldı. MHP Genel Merkezi’nin baskınında başta Nurettin Soyer olmak üzere Pol-Der’li Zeki Kaman ve Dürüst Oktay gibi özel tim görevlilerinin bulunması da bu baskının gerçek amacını ortaya koyuyordu.

MHP Genel Merkezi’ne gece gelerek, her türlü arama ve tarama işlerini yaparak, kamuoyunda MHP’yi suçlu duruma düşürmek isteyen Nurettin Soyer’in tek amacı Milliyetçi hareketi 12 Eylül mahkemelerinde yargılamaktı.

EVREN : SOYER ARKANDAYIM İSTEDİĞİNİ YAPABİLİRSİN

Hava Hâkim Albay Nurettin Soyer, 1980 başında darbeyi planlayanlar tarafından Ankara 4. Kolordu Komutanlığı Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi Başsavcılığı’na atanır.

Nurettin Soyer Kenan Evren’i ve konsey üyelerini ziyaret etmiştir. Ardından onlarla toplantı yapmıştır. Konseyin, başta Türkeş olmak üzere MHP yöneticilerinin, Ülkücü kuruluşların yöneticilerinin tutuklanmaları taleplerini yerine getirecekti. Beşli çeteye, MHP aleyhine hazırladığı sahte delilleri, gerçek dışı düzmece haberleri göstermiş ve onların onayını almıştır. Evren’den cesaret alan Soyer Konsey üyelerine “sizin desteğiniz devam ettiği müddetçe Türkeş ve arkadaşları asla cezaevinden çıkamaz. “ diyordu.

EMEKLİ ORGENERAL RECEP ERGUN: NURETTİN SOYER HUKUK DIŞINA ÇIKMŞTIR, EMİRLERİMİ ÇİĞNEMİŞTİR

Ankara Sıkıyönetim Komutanı Korgeneral Recep Ergun’un bile haberi olmadan MHP Genel Merkezi basıldı. Recep Ergun, Milli Güvenlik Konseyi’nden kendisine siyasi partilerin durumu ile ilgili bir talimat gelmediğini söyleyerek “izinsiz nasıl böyle bir şeye kalkarsın” diye Soyer’i fırçalar. Soyer bunun üzerine Kenan Evren ile görüşerek Recep Ergun’u şikayet etmiştir.

Recep Ergun, Soyer için 33 yıl önce neler söylüyor: “Soyer’in MHP binasını araması, hukuka aykırıydı. Bana bağlı olmasına rağmen benden izin almadı. Benden habersiz gitti aradı. Kanaatimce bu suçtur”.

4. Kolordu ve Ankara Sıkıyönetim eski komutanı Emekli Orgeneral Recep Ergun, Sıkıyönetim Komutanı olarak hiçbir partinin aranması ve haklarında soruşturma açılması için şifahi ve yazılı hiçbir şekilde emir vermediğini belirterek “esasen siyasi partiler hakkında soruşturma açılması için emir verme yetkim yoktu” diyordu.

Soyer’i disiplinsizlikle, disiplinsiz hareketlerde bulunmakla kendisine haber vermeden, izin almadan, kanunlara aykırı bir şekilde MHP Genel Merkezi’ni aramaktan dolayı suçluyordu. MHP davasının açılması bunun deliliydi.

SOL TERÖR ÖRGÜTLERİNİN HAMİSİ NURETTİN SOYER’DİR

Nurettin Soyer, başsavcılık makamında görevine devam ederken sol terör örgütlerinden ele geçirilen silahlar kaybolmuştu. Dönenin Ankara Sıkıyönetim Komutanı olan Recep Ergun, “Silahları Nurettin Soyer kaçırdı” diyordu.

Recep Ergun, emekli olduktan sonra solcu Cumhuriyet gazetesine açıklamalarda bulunan ve kendisini suçlayan Nurettin Soyer’e, Türkiye gazetesine verdiği söyleşide cevap veriyordu. 12 Eylül 1987 tarihli Türkiye gazetesinin manşeti şu şekildeydi: “Emekli Orgeneral Recep Ergun açıklıyor: Silahları Nurettin Soyer kaçırdı.” Devamında ise şunları söylüyordu: Olaylarda kullanılan suç delili otuz silahın kaybolmasından sorumlu Nurettin Soyer’dir.

Sol örgütlerin öldürme ve yaralama olaylarında kullandığı silahlar, başsavcılık tarafından yok ediliyor. Soyer 12 Eylül öncesinden itibaren sol çevrelerle ilişkili ve bağlantılıydı. Özellikle POL-DER adlı Marksist zihniyetli, Ülkücü düşmanı, işkenceci POL-DER üyesi polis şeflerinin, polislerin baş koruyucusuydu. POL-DER mensubu işkenceciler, Nurettin Soyer’den cesaret alıyordu.

1 Eylül 1980 günü, sözde polis memuru, solcu polislerin Ankara’daki eylemlerine destek veren, yanlarında olan, onlarla görüşmeye gidecek kadar içli dışlı olan, Nurettin Soyer’di.

MAMAK CEZAEVİ’NDE BİR ÇOK ÜLKÜDAŞIMIZ İŞKENCE İLE ŞEHİT EDİLDİ!

12 Eylül 1980 tarihinde de darbe yapıp, yönetime el koyanlar tarafından; hareketin lideri Başbuğumuz Alparslan Türkeş, MHP ve Ülkücü kuruluşların yöneticileri dâhil 50 binden fazla ülküdaşımız, gözaltına alınmıştır. Binlercesi, uydurulan senaryo, tertip, düzmece belge ve yalancı şahitlerle haksız yere suçlanarak, tutuklanmıştır.

12 Eylül askeri müdahalesiyle, MHP ve ülkücü kuruluşların lider kadroları başta olmak üzere on binlerce ülkücü tutuklanmıştır. C-5, Harbiye, Hasdal gibi askeriyeye ve emniyete ait olan viranelerde işkencelerden geçirilmişlerdi.

Her mahalle karakolu, bir işkencehaneye dönüştürüldü, yetmedi, stadyumlar ve okullar kitlesel toplama kampları haline getirildi ve çeşitli yaş gruplarından binlerce insana burada akıl almaz işkenceler yapıldı,

76 yıl önce 23 Türk milliyetçisi, “tek parti diktatörlüğünde” tabutluklara kondu. 1500 – 2000 mumluk ampulleri tabutluklarda başlarına koydular. 36 yıl sonra bu sefer Amerikancı Kenanist rejim Türk milliyetçilerini, Ülkücüleri tabutluklara koydu,

1944 yılında, Sansaryan handa işkencecilerin “beyin tavası” dediği tabutluk işkencelerini gördük. 12 Eylül döneminde C – 5’lerde benzerlerini yaşadık.

İdamlardan geçtik, idamlarla yargılandık. Hücrelere, zindanlara tıkıldık. Cezaevlerinde, işkence merkezlerinde öldürüldük. Vurulduk, kurşunlandık, bombalandık, asıldık, tabutluklara konduk, zulümlere maruz kaldık.

Ankara Mamak’taki 4. Kolordu Komutanlığı 28. Mekanize Piyade Tümeni içerisinde bulunan C-5 adlı işkence merkezinde işkencelerden geçirilen Ülkücüler, daha sonra A Blok’ta “kafes” denen Kenan cehenneminde dayaktan geçiriliyorlardı. C-5 ve kafesten sonra dayaklar götürüldükleri hücre ve koğuşlarda da devam ediyordu.

BEŞLİ KONSEY İŞKENCEYE DEVAM DİYOR

Mamak Cezaevi Komutanlığı’na atanan Tetik, nasıl bir yönetim kuracağını hemen belli etmişti. Toplu dayaklar, falakalar, tabutluklar, kan gölüne dönen koğuşlar, hücreler, Raci Tetik gerçeğidir.

Ülkücülerin işkence gördüğü merkezlerden biri İstanbul Harbiye'deydi. Adana Bölgesi'nin işkence merkezi Polis Okulu'ydu. Kayseri'de Zincidere adı verilen bir işkence merkezi vardı. Malatya, Bursa, Eskişehir, Sivas, Erzurum, Konya vb. yerlerde Emniyet Müdürlüğü'nün içindeki özel işkence merkezleri vardı.

Mamak’ta C-5’te, Zincidere’de Malatya’da, Bursa’da, Eskişehir’de; Türkiye’nin dört bir yanında işkencehanelerde Ülkücüler şehit edildi. Dava arkadaşlarımızı şehit ettiler intihar süsü verdiler.

12 Eylül savcıları ve 12 Eylül mahkemeleri, işkencecileri aklayarak ve onlara hiçbir şey yapmayarak ödüllendirmişler ve açıkça insanlık dışı işkenceleri teşvik etmişlerdir.

10 Kasım 1980 günü Abidinpaşa ülkücülerinden, Ankara Çubuklu 18 yaşındaki Bekir Bağ adlı ülküdaşımız; 1 Ekim 1981 günü yine Abidinpaşa ülkücülerinden Nevşehirli ülküdaşımız Hasan Alemlioğlu, Raci Tetik’in cezaevi komutanı olduğu süreçte şehit edildiler. Bekir Bağ, C-5’te işkence gördükten sonra götürüldüğü hücrede şehit düştü.

Bekir Bağ ülküdaşımızı şehit edenler arasında Zeki Kaman ve Dürüst Oktay gibi işkenceci polis şefleri de vardır. Bekir Bağ şehit edilmiş, Raci Tetik ise işkencecileri korumuş himaye altına almıştır. Cezaevi doktoru Mehmet Yıldız doktorluk yeminini çiğnemiş, intihar yönünde rapor vermiştir.

“MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası”nın sanıklarından Hüseyin Kurumahmutoğlu, yine Mamak Cezaevi’nde, 14 Temmuz 1987 tarihinde şehit düştü. 21 Mart 1981 günü Aydın Demirkol, 26 Mart 1981 günü Mehmet Kazgan ülküdaşlarımız Malatya Emniyet Müdürlüğü’nde yapılan işkencelerin ardından emniyet binasından atılarak şehit edildiler.

1 Ağustos 1981 günü Cumali Şimşek, Kayseri Zincidere’de, 23 Eylül 1980 günü Rafet Demir, Bursa emniyetinde şehit edildiler. Şehit edilen ülküdaşlarımız için intihar ve hastalık raporu verdiler.

MUHSİN YAZICIOĞLU, C-5 ADLI İŞKENCE MERKEZİNDE İŞKENCELERDEN GEÇİRİLDİ!

hareket düşmanı bazı askeri savcı ve hakimler, işkenceli sorgulara bizzat eşlik ediyordu. Asker ve polis karışımı özel işkence ekibi Ülkücülere işkence ederken, Mamak Cezaevi komutanı Raci Tetik ise zevkle seyrediyor ve kimi zaman işkencecilere nezaret ederek “Gerekirse ölsünler, sakat kalsınlar, hiç önemli değil. Devam edin” diyordu.

12 Eylül 1980 öncesi Ülkücü gençlik hareketinin lideri olan Muhsin Yazıcıoğlu başta olmak üzere, binlerce Ülkücü, Ankara Mamak’taki 4. Kolordu Komutanlığı 28. Mekanize Piyade Tümeni içerisinde bulunan C-5 adlı işkence merkezinde 1 ay işkencelerden geçirildi. Muhsin Başkan’ın, adına “C-5” denilen işkencehanede gördüğü işkence, 13 Şubat 1981 tarihli “ilk muayene” kaydında, ‘dirseklerinde yara, parmaklarında yanık izleri ve idrarında kan’ tespit edildi bilgisiyle yer alıyordu.

12 EYLÜL ZULÜMLERİNİN BAŞ MİMARI NURETTİN SOYER

Soyer ve emrindeki asker polis karışımı solcu çete, Beşli Konsey’i arkalarına alarak Mamak’ta her türlü hukuksuzluğu yapmışlardır.

Türkiye’nin dört bir yanından Ankara Mamak Askeri Cezaevi’ne C-5 adlı özel işkence merkezine getirilen Ülkücülere, Başbuğ Türkeş ve Muhsin Başkan başta olmak üzere Ülkücü hareketin önde gelen isimlerinin aleyhine ifade vermeleri için büyük baskı ve işkenceler yaptılar.

İdam edilen Mustafa Pehlivanoğlu, Fikri Arıkan, Ali Bülent Orkan gibi ülküdaşlarımızı hücrelerinden çıkartıp tekrar işkenceli sorgulara almışlar ve “Türkeş’i ve Yazıcıoğlu’nu suçlayın, idamınızı engelleriz” gibi alçakça tekliflerde bulunmuşlardır.

Ülkücülere, idam edileceklerini bildikleri halde bu kirli oyunu oynayan, Hava Hakim Albay Nurettin Soyer’in içinde bulunduğu çetede cezaevi komutanı Raci Tetik de vardı. İdama gidenleri hücrelerinden çıkartıp dövdüler, insanlık dışı eziyetlerde bulundular.

220 ÜLKÜCÜNÜN İDAMINI İSTEDİLER

Türk mahkemelerinde, Türk milliyetçileri yargılanmaya kalkışıldı. 12 Eylül 1980 sonrası açılan “MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası’nın” iddianamesini de askeri savcı, Ülkücü düşmanı Nurettin Soyer Genelkurmay karargâhında, ordu içindeki mezhepçi “Saltık Çalışma Grubu” ile birlikte hazırlamıştı. 29 Nisan 1981’de “MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası” açıldı. Davanın savcısı ülkücü düşmanı Nurettin Soyer idi.

Darbeden hemen sonra bazı gazetelerde, “İyi ki 12 Eylül olmuş. Yoksa MHP Türkiye’de büyük bir darbe ve katliam yapacaktı” haberleri çıkmıştı. Bu haberin arkasında, MHP aleyhine bilgilerin sızdırılmasında, yazdırılmasında, Nurettin Soyer’in parmağı vardı.

29 Nisan 1981 tarihinde 945 sayfalık bir iddianame ile başlayan ve "TCK'nın 149. ve 146. maddelerinde yazılı cürümleri işlemek için silahlı cemiyet oluşturmak" suçlaması ile açılan davalarda, Alparslan Türkeş ve Muhsin Yazıcıoğlu’nun içinde bulunduğu 220 ülkücünün idamı istenmiştir.

500’den fazla sanıklı MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası’nın ilk duruşması, 19 Ağustos 1981’de Ankara Mamak’ta yapıldı. MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası’na bakan, “ülkücü” kelimesini duyduğu zaman cinnet geçiren, ülkücülerin işkence hanelerde ve cezaevlerinde sorgulanmasına bizzat katılan, baskıyla ve zorla alınan ifadeleri ülkücülerin aleyhinde kullanan Nurettin Soyer için MGK bir gün içinde yasa çıkartıyordu.

MHP VE ÜLKÜCÜ KURULUŞLAR DAVASINA SOLCU SAVCI VE HAKİMLERİ VERDİLER

12 Eylül mahkemeleri, oligarşik dikta düzenin vahşet ve zorbalıklarının uzantısı oldular. 12 Eylül mahkemelerinde hakkımızda açılan davaların iddianamelerini hazırlayanlar, ülkücü düşmanı, Marksist ve sol ideolojiye sahip savcılardı. Bu savcıların yardımcıları ve onların işini kolaylaştıranlar da her biri sol terör örgütleriyle ilişkili olan, onlarla bağlantılı ve 12 Eylül sonrası ülkücülere yönelik operasyonları yürüten, Ülkücülere büyük baskı ve zulümler yapan, onları işkencelerden geçiren Pol – Der mensubu çetelerdi. Daha açıkçası bu iddianamelerin gerçek hazırlayıcısı, işkenceci, solcu emniyet mensuplarıdır.

12 Eylül savcıları ve 12 Eylül mahkemeleri, işkencecileri aklayarak ve onlara hiçbir şey yapmayarak ödüllendirmişler ve açıkça insanlık dışı işkenceleri teşvik etmişlerdir.

Oligarşik cuntanın mahkemelerinde, ülkücülerin savunma hakları sürekli engellenmeye çalışılmıştır. Savunma kısıtlamaları yalnızca yargılananlara değil avukatlara da yapılmıştır. Ülkücü avukatların dava dosyalarını incelemek istemelerine ve davayla ilgili bilgi edinme çalışmalarına sürekli engel olunmuştur ve siyasi savunma yapmaları istenmemiştir.

Ülkücülerin savunma yapmamaları için 12 Eylül faşizminin savcıları da üstlerine düşen görevi alasıyla yapmışlardır. Hukuk tanımayan “12 Eylül hukuksuzluğu” tarihe kara bir leke olarak geçmiştir.

Ülkücü hareket mensubu olmaları ve ülkücü ideolojiyi benimsedikleri için haklarında idam, müebbet ve ağır cezalar istenen bir siyasi hareketin mensuplarının en temel hakları olan savunmalarını yapmaları, 12 Eylül mahkemeleri tarafından keyfi bir şekilde engellenmeye çalışılıyordu.

Adice ve masa başında hazırlanan düzmece iddianamelerden dolayı haklarında idam müebbet ve ağır hapis cezaları istenen ülkücüler, siyasi düşüncelerini ortaya koyan ve haklarında hazırlanan aşağılık iddianameleri çürütüp, onu ve onu hazırlayanları tarihin karanlıklarına gönderen savunmalarını yapmaya çalışıyorlardı.

Ama karşılarında kendilerine söz ve savunma hakkı vermek istemeyen, 12 Eylül’ün faşist mahkemelerini ve onların sözde yargıç hâkim ve savcılarını buluyorlardı. 5 Amerikancı generalin buyruklarıyla oluşturulan 12 Eylül hukuku, aslında işkencenin, keyfiliğin ve hukuksuzluğun adıdır.

BAŞBUĞ TÜRKEŞ: “BURASI SURİYE DEĞİL, HER GÜN İHTİLALCİLİK OLMAZ! BIRAKIN BU DARBECİLİK OYUNUNU”

Başbuğ Türkeş, 22 Şubat 1962 ve 21 Mayıs 1963 yılında iki askeri kalkışmada bulunan Talat Aydemir ve yandaşlarının darbe çalışmalarını şiddetle reddederken, 10 Nisan 1963’te Dikmen tepelerinde, Dikmen’deki taşocağında Talat Aydemir’in yüzüne “Her gün ihtilalcilik olmaz. Suriye’de olduğu gibi her gün darbe ve müdahale olmaz. Çare ve çözüm demokraside ve çok partili demokratik rejimdedir. Gittiğiniz yol, bataklıktır. Darbeler, asla çözüm değildir. Ülkenin hiçbir meselesini çözmez.” diyordu.

Başbuğ Türkeş, 55 yıl önce 1963 yılının Eylül ayında idamla yargılandığı Mamak mahkemesinde, “En kötü demokrasi en iyi ihtilalden daha iyidir. Ben en kötü demokratik idareyi en iyi ihtilal idaresine tercih ederim.” demiştir.

Milliyetçi hareketin lideri Başbuğ Türkeş, 12 Eylül 1980 darbe sonrası idamla yargılandığı “MHP ve Ülkücü Kuruluşlar” davasında Sıkıyönetim Komutanlığı 1 No’lu Askeri Mahkemesi Kıdemli Hakimliği’ne sunduğu savunmasında, “Milliyetçi hareket, siyasi hayatta her zaman ‘hak, hukuk, adalet’ demiştir. Milliyetçiliğimiz, demokratik, sivil, kültürel milliyetçiliktir. Milliyetçiliğimiz milletten ve adaletten yana olmaktır. Haksızlıklara, adaletsizliklere, yolsuzluklara daima karşı çıktık. Haksızlık ve adaletsizlik, zulüm demektir. ‘Ülkeler küfür ile yıkılmaz ama zulüm ile yıkılır’ düsturunu göz önünde bulundurarak milletimizin hizmetinde olmaya daima gayret ettik.” demiştir.

Eylül darbesi sonrasında 5 yıldan fazla cezaevinde yatan, 9 Nisan 1985 yılında tahliye olan Başbuğ Türkeş, Mamak mahkemelerinde, cunta mahkemelerinde daima katılımcı demokrasiyi ve çok partili parlamenter sistemi savunmuş, “Türk milliyetçileri çoğulcu demokrasiden, çok partili demokratik parlamenter sistemden yanadır” demiştir.

Milliyetçi hareketin lideri Türkeş, bir ABD/NATO projesi olan 12 Eylül darbesine eğilmedi, küresel diktatör ABD’nin “Bizim Çocuklar” dediği “Beşli Çete’ye”, cuntanın mahkemelerinde meydan okudu, masa başında hazırlanan yalanlarla, iftiralarla dolu 945 sayfalık düzmece iddianameyi, Mamak mahkemelerinde suratlarına fırlattı.

ŞEHİT MUHSİN YAZICIOĞLU: “SİZE TEK ŞEY VAADEDİYORUM: ADALET”

“Başbuğ Türkeş” gibi milletin adamı şehit lider Muhsin Yazıcıoğlu da “Muhsin Başkan” da 40 yıllık siyasi yaşamı boyunca adalet, demokrasi ve özgürlük mücadelesi vermiştir.

Hayatının 10 yılı zindanlarda geçen, dava adamı, milletin adamı, yiğit, Ülkücü lider, Şehit Muhsin Yazıcıoğlu, askeri vesayete, vesayetçi çevrelere, bürokratik oligarşiye, milli irade ve demokrasi düşmanı militarizme karşı çıkmış, ilkeli siyaseti, cesareti, dik duruşuyla milletin gönlünde taht kurmuştu.

Muhsin Yazıcıoğlu, 28 Şubat sürecinde askeri darbe ile yönetime el koyup, Baascı/Nusayrici bir dikta rejimi kurmak isteyen ordu içindeki cuntalara, “Namlusunu milletine çevirmiş bir tankı asla alkışlamam. Türkiye, İran olmayacak, Cezayir olmayacak, Suriye yapılmasına da biz asla müsaade etmeyeceğiz” diyerek, karşı çıkmıştır.

Muhsin Yazıcıoğlu, 12 Eylülcülerle mücadele etti. 28 Şubat ve e-muhtıra sürecinde askeri vesayetle, bürokratik oligarşiyle, ordu içindeki mezhepçi Baaist/cuntalarla demokrasi adına, millet adına boğuştu, boyun eğmedi, dik durdu, deşifre etti, oyunlarını bozdu, kumpasları boşa çıkardı. Türkiye’yi Baascı bir askeri darbeden kurtardı. Her iki lider de ordunun siyasete müdahalesine, siyasete alet edilmesine her zaman karşı çıkmışlardır.

Başbuğumuz Alparslan Türkeş’in vefatından bu güne 23 yıl 5 ay 8 gün. Toplam 8563 gün geçti. Milletin adamı, şehit liderimiz Muhsin Yazıcıoğlu’nun şehadetinden bugüne 11 yıl 5 ay 18 gün toplam 4190 gün geçti. Aziz milletimiz, bu iki büyük lideri unutmadı unutmayacak onlar milletimizin gönlünde daima yaşayacaktır. Ülkücü yolumuz şehitlerin yoludur. Aziz şehitlerimizin ruhları şad mekanları cennet olsun.”

Uluslararası İnsan Hakları ve Demokrasi Derneği Genel Başkanı gazeteci Yazar Remzi Çayır ise yaptığı konuşmada, “12 Eylül darbesinin baş aktörlerinden Kenan Evren başta olmak üzere tüm darbecilere hakkımızı helal etmiyoruz” dedi.

Editör: TE Bilişim