Demokrasiler şu üç temele oturur. 1-Hukuk devleti, 2-Güçlü sivil toplum, 3-Özgür medya. Şüphesiz ki üçü bir arada olması önemli ve değerlidir ve orada tam demokrasiden söz edilir. Ancak bu ilkelerin en önemlisi ilkidir. Çünkü devleti, sistemi hem işleten hem de denetleyen ilke hukuk devletidir. Sivil toplumun güçlü olması yönetim seçimlerinde etkili olur. Tüm toplum kesimlerinin yönetime katılması ve temsilini sağlayarak çoğulculuğa faydalı olur. Medyanın özgür olması halkın bilinçlenmesi yoluyla yöneticilerin hem seçiminde hem de denetlenmesinde sisteme katkı sunar. Bugün ülkemizde ne yazık ki her üç ilkede, yok denemese de çok zayıflamıştır. Anayasa ve yasalara göre kurulmuş olsa bile işleyişte bu sistem, denetimsiz ve tek adamın defacto yönetimi haline gelmiştir.

Hukuk devleti de üç temele oturur. 1-Kanuni idare, 2-İdarenin yargısal denetimi 3-Bağımsız yargı. Bu tanımda önemli olan ilke ilki değil sonuncusudur. Zira yargı bağımsızlığı olmayan ülkede idarenin kanuniliği ve yargısal denetimi akim kalmaya mahkumdur. Bugün için toplumun çoğunluğunca şikâyete konu hukuksuzluk-adaletsizlik bağımsız olmayan yargı uygulamalarından kaynaklıdır. Yönetimin nepotizm, yandaş kayırmacılığı ve pervasızca yolsuzluğu yargı denetiminden yoksunluğun sonucudur. Böylesi yönetimlerin iktidarının uzun sürmesi halinde ister istemez devlet de tahrip olur. Esasen bugün yaşanan da budur. Partileşen devlet artık anayasa ve yasalara göre değil, parti liderinin istek ve arzularına uygun yönetilmekte verimsizleşip çölleşmektedir.

Sivil toplumun zayıf, medyanın özgür olmadığı demokrasiler ideolojik-davacı siyaseti ve yönetimleri besler. Giderek yönetici ideoloji, ya da kutsanan soyut dava hukuktan üstün sayılmaya başlanır. İşte orada demokrasi kültürü gelişmez, cılız da olsa var olan da biter. Hukuk yönetici ideoloji amacına hizmet eden bir araç düzeyine, bağımsız olmayan yargının savcı- yargıçları da alet konumuna düşer. Hukuk devletini koruması gereken başta yargı olmak üzere tüm kurumlar devleti zayıflatıp adeta çorak topraklara çevirirler.

Bugün her alanda üretemeyen verimsiz bir devlet var. Baskın ideolojik yönetim tarzı yaygınlaşınca toplumsal yaşamı da verimsiz kılar. Son yıllara bakın sanat, kültür edebiyat sahamızda ciddi bir çoraklaşma var. Üretilen ciddi bir eser yok. En çok okunan-satanlar iktidarın yolsuzluklarını yazanlar. Okullaşma ve yüksek tahsil oranı artmış genç bir nüfusumuz var. Ne iş verebiliyoruz onlara ne de sanat edebiyat alanında üretime katkı yapabiliyorlar. Ekonomik krizin pençesinde boğulan aileleriyle birlikte hayalleri tükenmiş çoraklaşan toprak gibiler.

Bu durumun devam edemeyeceği çok açık. İktidarın vermek bir yana söyleyebileceği hiçbir şey de kalmadı artık. Sanal gündemler yerine yarına hazırlık kabilinden devleti imar ve ihya ile verimli hale getirmeyi konuşmak zamanıdır. İmar ihya bir kadastro deyimidir. 3402 s. yasanın 17. maddesinde özel mülkiyete konu olmayan, devlet tasarrufu altında bulunan, kamu yararı için ayrılmamış arazilerin, emek ve masraf sarf edilerek tarıma elverişli hale getirilmesi düzenlenir. Devleti imar ihyaya kuvvetler ayrılığı ve mutlak surette yargı bağımsızlığından başlamak gerekir. İmar ihya da amaç verimli tarıma elverişliliktir ve emek sarfı icap eder. Devleti imar ihya için dünkünden daha çok siyasette ahlak, yönetimde adalet ilkeli yoğun çaba sarf edenler ancak devleti ihya edebilirler. Aksi halde bu kuraklık, çoraklık daha çok sürer...