İstihbaratçılık insanlık ile başlamıştır diye biliriz.

Dünyada her devletin içerde ki asayişi ve güvenliği sağlamak aynı zamanda dış tehlike ve tehditlere karşı çalışan istihbarat birimleri vardır.

Birçoğunu filmlerden veyahut eylemlerinden biliriz, örneğin İsrail (MOSSAD) İstihbarat ve Özel Operasyonlar Enstitüsü

2.dünya savaşı sonrası Alman Nazi subaylarını dünyanın birçok farklı ülkelerinden yakalayıp İsrail’e getirdiklerini biliyoruz.

Sayılı istihbarat teşkilatlarından ABD [ CİA ] Central Intelligence Agency Merkezi İstihbarat Teşkilatı, Rusya KGB Devlet Güvenlik Komitesi, Almanya BND Bundesnachrichtendienst Federel İstihbarat Servisi gibi.

Her devlet için, ülkenin bölünmez bütünlüğüne, anayasal düzenine, varlığına, bağımsızlığına, güvenliğine ve ulusal gücünü oluşturan bütün unsurlarına karşı içten ve dıştan gelecek mevcut ve olası tehditler hakkında bilgi toplamak ve istihbarat oluşturmak için vazgeçilmez bir gereksinimdir.

İstihbarat devlet için, hasım veya hasım olması olası kişi, kurum-kuruluş, devletler ve diğer organizasyonlar hakkında açık veya kapalı kaynaklardan bilgi toplayıp, çözümleme ve değerlendirmelere tabi tutarak sonuca ulaşılması anlamına gelmektedir.

Tabii bir çok alanda istihbarat toplanır, sanayii, teknoloji, askeri, sağlıktan, spora kadar geniş alanda ülkeler karşılıklı bilgi toplar gerekirse müttefikleri ile paylaşırlar.

İstihbaratçıların çalıştığı ihbarcılar, gambazcılar, casuslar, jurnalciler vardır.

İstihbarat bilgileri tabii ki paylaşılır, fakat bağlı oldukları birimlere verilir gereken hukuk çerçevesi içerisinde yapılır.

Ülkemiz ‘de durum maalesef böyle değil, bizde bunlar kamuoyu önünde, medya üzerinden paylaşılır.

Bizde özellikle son zamanlar siyasetçilerin birbirlerini gammazladıklarını görüyoruz bunun da çok keyifle yaptıkları ortada.

Bu şekilde siyasi rakipleri toplumda itibarsızlaşıyor kendi konumlarını sağlamlaştırıyorlar.

Türkiye'de Ergenekon, Balyoz gibi davalar ile başlayan gizli tanık ve ihbarlar ile Türk toplumu ihbarcılık ile tanıştı.

Bu durum öyle hal aldı ki bugün;

Çerkez tavuğu yiyen, at binmeyi seveni Çerkezcilik ile gammazlıyoruz.

Hamsi tava yiyen Laz, hafif Karadeniz aksanı ile konuşanı Rumculuğunu ifşa ediyoruz.

Arnavut ciğeri seven, Mehmet Akif Ersoy'dan bahsedini Arnavutculukla suçluyoruz.

Rumeli türküsü dinleyen, Selanik’ten, Kavala'dan gelenleri Yunan olmakla ihbar ediyoruz.

Kürt böreği yiyen, Diyarbakırlı olan vatandaşımızı Kürtçülükle suçluyoruz.

Namaz kılan, besmele işine başlayan, başörtülü, sakalı hacıyı hemen Selefi, İŞID gerici diye gammazlıyoruz.

İnsanları belli bir yemek yedikleri zaman terör örgütü FETÖ ile ilişkilendiriyor hemen ihbar ediyoruz.

Öyle bir hale geldik ki; komşumuzu, mesai arkadaşımızı, akrabalarımızı elimizde ölçü, kimin ne kadar Müslüman, kimin ne kadar partili, kimin ne kadar milliyetçi, kimin ne kadar sosyalist, kimin ne kadar laik, kimin ne kadar dürüst, kimin ne kadar vatansever, kimin ne kadar ahlaklı, kimin ne kadar sadık, kimin ne kadar hain olduğu bizim elimizde.

Çok insafsızca herkese saldırıyoruz, biz böyle değildik.

Mithat Sertoğlu'nun, önemli tarihçilerimizden İsmail Hakkı Uzunçarşılı’dan naklettiği bir olay ise şöyledir:

Uzunçarşılı ele geçirilen jurnallerin tasnif edilmesi için kurulan ekipte vazifelendirilir; ancak Uzunçarşılı işini yarıda bırakır göreve devam etmez.

Kendisine sebebi sorulduğunda şöyle cevap verir;

Evet, vazgeçtim. Çünkü çok hürmet ettiğim filanca zatın da jurnaline rastladıktan sonra, bunları tetkike biraz daha devam edersem, bu memlekette selam vereceğim adam bulamayacağımdan korktum.

Bizde durum aynen böyle selam verecek adam kalmadı.