Çin’deki bir insan vücudunda oluşan korona virüsle, tüm dünyayı adeta esir alan bu sürecin sona ermesiyle, dünyada ve bizde istemesek de geniş çaplı değişimler olacak. Dünyaya yön ve yol veren kapitalizmin zirve yaptığı teknolojinin akıl almaz hızla değiştiği çağımızda ancak mikroskopla görülebilen küçücük bir virüs her ülkede alışılmış- yerleşik yaşam biçimini felç etti. Okulları tatil etti, ibadethaneleri kapattı, lokantalar, barlar, kafeler, kahvehaneler ve tüm eğlence mekanlarının kapılarına kilit vurup şehirlerin,sokağın fişini çekti.

Doksanların başında ‘Soğuk Savaş’ bitince rakipsiz kalan Kapitalizmin insanlığa cici ambalajla sunduğu sihirli, pırıltılı ''küreselleşme'' kavramının büyüsünü- façasını da bozdu. Küreselleşmeyle toplumlar sadece kendi kültürleri ve kimlikleriyle değil, başka toplumların kültür-sanat, bilim ve sosyal dünyalarıyla buluştular. Başlangıçta insanoğluna yeni özgürlük ve zenginlik alanı açan küreselleşme, fikirlerin ve malların serbest dolaşımı sağlayarak geçmişte büyük yıkımlara yol açan savaşların müsebbibi sayılan ulus devletlerin ve ideolojilerin pabucunu dama atacaktı. Bir süre öyle de oldu, on yıl boyunca SSCB başta katı ideolojik yönetimler yıkıldı, ama içinden onlarca ulus devlet çıktı.

Özgürleşmenin şehvetiyle dünyada adeta bir küreselleşme baharı yaşandı. Çok geçmeden de yalancı bahar olduğu ortaya çıktı. Küreselleşmenin makyajı olan özgürlükçü liberalizmin insanların sorunlarını azaltmayan tersine derinleştiren gerçek yüzü görüldü. Giderek demokratik sistemlerde de otoriterleşme eğilimli siyasi anlayış ve figürler sahneye çıkmaya başladılar. Sonuçta; küreselleşmenin öyle özgürlükçü falan olma gibi bir derdinin olmayıp asıl amacın vahşi kapitalizmin sömürü düzeninin yeni ambalajı olduğu anlaşıldı.

Altı ay önce hiç kimsenin bilmediği korona öncesinde, işte bu otoriterleşen demokrasinin son yıllarda yaşadığı derin kriz tartışılıyordu. Şimdi tüm dünya başına gelen en büyük bela olan bir küresel krizle boğuşuyor. Siyasal sistem ve yönetim biçimleri farklı olsa da ülkelerin bu krizle mücadelede alacağı kararlar, ekonomik, siyasi ve kültürel anlamda geleceğin inşasına ışık olacak. Bir yandan başarılı olanlar ile olamayanlar tartışılacak, sebep sonuç ilişkileri kurulacak, diğer yandan her yerde yönetimler ile tek kutuplu küresel sistem sorgulanacak. Bu da nihayet sistem ve yönetim anlayışlarında bir değişimi zorlayacaktır.

Virüsün estirdiği fırtına sona erince, ortalıktan toz duman çekilince bindiğimizin at mı eşek mi olduğuna bakacağız elbette. Lakin tüm toplumları bekleyen tehlike şu ki, krizde çöken sağlık sistemleri, işsizlik, fakirlik gibi geniş kitlelerin yoksunluklarından kaynaklı davranışlar, otoriter ama güçlü ve insanı koruyan bir anlayışa mı, demokratik işleyen hesap veren yönetimlere mi yol verecek olmasının belirsizliği. Aç kalan birey ve toplumların ilk önceliğinin siyasal sistem ya da ideolojiler olmadığı gerçeği nasıl tezahür edecek?

Maslow’un şu meşhur ihtiyaçlar hiyerarşisi devreye girecek ve sonucu da o belirleyecek. Bugün herkesi eve kapatıp psikolojini bozan pandemi sonrasında insanlar doğası gereği fizyolojik ihtiyaçlarına daha fazla öncelik verecek. Sağlıklı yaşam ve dışa karşı korunma ilk sırada yer alacak. Bunu sağladığınızda komünist yahut faşist ya da liberal olup olmamanızın farkı da kalmayacak. Keza bu tür salgın ya da felaketlerde toplumun asgari ihtiyaçlarını karşılayamıyorsunuz eğer yerli milli olmanızın da anlamı olmayacak, bir işe yaramayacak.

Olumsuz sonuçları her alanda yaşanacak bu zor dönemin, ideolojilerden çok insanlığın huzur ve barış içerisinde yaşamasını sağlayabilecek bir düzen oluşturmaya kafa yormalıyız. Dünyanın ısınmasıyla benzeri salgınların tekrarlanıp yaygınlaşacağını söyleyen bilim ve adamlarına kulak vermek zorundayız. Küresel ısınmaya dur diyecek, küresel ölçekte gelir dağılımındaki eşitsizliklerin ve yoksullukların giderilmesi için etkili olacak uluslararası yapılar kurmalıyız. Ülkemizde doğanın yıkımı ve yok edilmesine son verip, dünyada da engel olunması için çabalamalıyız.Dünyayı yöneten sermaye gruplarının dizginlenmesi için küresel ölçekte bir dayanışma ve işbirliğini esas alan örgütler kurulmasını savunmalıyız. BM ve bağlı kuruluşların etkinleşmesi için veto hakkı olmayan nitelikli çoğunlukla karar alınabilen ve uygulanmamasını müeyyidelendiren bir yapıya geçişi savunmalıyız. En önemlisi salgından sonra da ölümü unutmamalıyız.