BİR HATIRA

Bugün aradan 33 yıl geçtiği için çoğu kimse 12 Eylül’ün o acılı, ızdıraplı günlerini bilmez. Yazılıp çizilenler de, hep solcuların yalan yanlış hatıralarından ibarettir. Aynı cendereden belki daha büyük kahır ve yalnızlıklar yaşayarak bizler de geçtik, ama bunu bir türlü anlatamadık.

Geriye dönüp  bir zulüm edebiyatı yapacak değilim.. Sadece  o günlere ait hayatım boyunca unutmaya niyetli olmadığım  bir hatıramı nakletmekle iktifa edeceğim. Belki o zaman Cemaat hükümet geriliminde yazdıklarımın daha iyi anlaşılmasına vesile olacak.

Konya ve Manisa ülkücüler davasından yargılanarak çok ağır bir cezaya çarptırıldım. Benim için neredeyse dünya hayatı bitmiş, hayatla arama kalın, aşılmaz duvarlar çekilmişti. Hukuken  dışarı çıkmam mümkün değildi. Bunun tek istisnası sağlığımın içeride yatmaya müsait olmadığına dair bir rapor almaktı. Bunun içinde  bir servet gerekiyordu, o da bizde yoktu.

Bir gün bir tanıdığımın yolu İzmir’e düşmüş, Bornova’ya giderek  hoca efendiyi ziyaret etmiş, orada aklına  düştüğüm için Hoca efendiden benim için dua talep etmiş. Hoca efendi hikayemi  dinleyince çok üzülmüş,” Dua edelim ama esas olan fiili duadır. Yani onu oradan çıkarmak için bir şeyler yapmaktır. Bana ne düşerse sakınmadan gel” demiş.

O yakınım İzmir dönüşü Hoca efendi ile aralarında geçenleri bana anlattı. Tabi çok mutlu oldum. Bir Aziz’in  duasını almak, onun tarafından acılarımın paylaşılması aynı zamanda verdiğimiz mücadelenin de onaylanması anlamına geliyordu.

Aradan bir süre geçti, dosyam cezamın daha da artırılması için Yargıtay’ca bozuldu.Sağlık raporu almanın önü açılmış, ama imkanımız olmadığı için elimiz kolumuz bağlı kalmıştı. O dönem adli tıpta görev yapan biri bu iş için bir servet istemişti. Aklıma hoca efendi’nin Fiili dua edelim bana ne düşerse mutlaka gelin” şeklindeki sözleri geldi. O  tanıdığa,  hoca efendi’ye gitmesini söyledim. Git ve bu paranın yarısını iste, yarısını da biz temin etmeye çalışalım dedim. Yakınım çıktı İzmir’e gitti. Bir sabah namazı sonrası Bornova’da hoca efendiye durumu aktarmış. Hoca efendi aynı alakayı tekrar göstererek,” bekle inşallah parası olan biri gelir hallederiz” demiş. İkindi namazına kadar yakınım bekliyor, ikindi namazında sonradan Kazakistan Türk okullarının kurucusu olacak olan Hacı Kemal(Kazakların ifadesiyle Hacı Ata) ağabey geliyor. Hoca efendi hemen tahsil edilebilecek bir çek yazmasını söylüyor. Yakınım üniversite öğrencisiydi o zaman. Üzerinde doğru dürüst bir elbise olmadığını görünce ona da bir takım elbiselik kumaş aldırıp veriyor. Verilen para ile bugün lüks bir daire almak mümkün. Yakınım o parayı getirdi, kalanı temin etmek için çırpındık durduk, o dönem Muharrem Şemsek’in, Selçuk Özdağ’ın çok çabaları ve yardımları oldu.Her ikisini de minnetle anıyorum.Biz kendi temin edeceğimiz parayı zamanında temin edemediğimiz için adli tıp talebimizi ret etti. Bir defa daha dört duvar arasına gömülüp kaldım.. Daha sonra Özal affıyla  on buçuk yıllık bir mahpusluktan sonra tahliye oldum.

Çıktıktan sonra Hoca efendi’ye şükranlarımı sunmayı çok istedim. Bir türlü nasip olmadı. Ama onun davranışını, yardımını,  içimde hep  gerçek Müslümanlığın bir simgesi olarak saklayıp durdum. Dersane meselesi çıkınca  da vefa göstermenin zamanı geldiğini düşündüm.Bunun bir cemaate gruba mensubiyetle alakası yok.Tarafım,grubum bellidir, o da Türk Milliyetçiliğidir.Vefa insanı sağaltır, tedavi eder, iyileştirir,insanlaştırır. Şu fani dünyada  bunu da yapamayacaksak ne diye yaşıyoruz ki zaten. Onun için hoca efendi benim için hep azizlerden bir aziz oldu. Dostumuzun, ahbabımızın bizi tanımadığı bir dönemde, bize kardeşlik elini uzatmaktan imtina etmedi.Bizimki de buna karşı bir vefadır.  Umarım meramımı anlatabilmişimdir.

- - - -

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Arşivi