
BİR KİTAP BİR ÇIĞLIK
Ayrılıkçı terör Türkiye’nin en büyük sorunu. Diğer bir çok problem bu meseleden kaynaklanıyor. Son yıllarda yoğunlaşan yeni anayasa tartışmalarının arkasında bile bu sorun var. İktidar Türk kavramını anayasadan çıkararak bu sorunu çözeceğini sanıyor. Oysa mesele anayasal düzenlemeleri çok aşan boyutlara sahip.
Bugüne kadar sorun hep PKK’nın istediği zeminde tartışıldı. En iddialı olanlar bile meseleye örgütün penceresinden baktılar. Yazılan kitapların bir çoğu birbirinin şerhi veya tekrarı mahiyetinde. Bir kaç istisnadan biri belki de birincisi Sadi Bilgiç’in geçen ay Bilgesam yayınları arasında çıkan” Dünden Bugüne Kürt Sorunu ve PKK,” isimli kitabı.
Bilgiç emekli bir Kurmay Albay,uzun süre Kamu Güvenliği Müsteşarlığında çalışmış.. Kitabını okurken konuya ne kadar hakim olduğunu hemen anlıyorsunuz. Meseleyi teşhis etmekle kalmamış, ciddi bir birikimin ürünü olduğu belli olan önerilerini de sıralamış; İlk defa bu kadar somut, açık, akıl ve bilgi dolu bir öneri listesiyle karşılaşıyorsunuz.
Bilgiç, örgüte ait belgelere dayanarak, zaman zaman taktiksel değişiklikler yapsa da örgütün esas hedefinin Birleşik Bağımsız Kürdistan olduğunu söylüyor. KCK’yı tam bir paralel devlet yapılanması olarak tanımlayan Bilgiç, örgütün adım adım hedefine yaklaştığını belirterek, 1996 da konsept değişikliğine gittiğini vurguluyor:”1996’dan itibaren konsept, örgüt mensuplarını rahatlatmak adına,PKK’nın yoğun olarak bulunduğu alanda denetimin sağlanması şeklinde değiştirilmiştir. Karayılana göre, bu son konsept,güvenlik güçlerini ve siyasi otoriteyi,askeri çözümün bir çözüm olamayacağı konusunda ikna etmeyi amaçlamaktaydı. Başarıyla uygulanması halinde hem halk hem de sistem üzerinde siyasal etkiler yapması kaçınılmaz olacaktı. Bu yöntem,devletin siyasal çözüm alternatifine mecbur kalmasını hedefleyen bir yöntem idi.” PKK askeri alanda başarıya ulaşamamasına rağmen savaşın galibiymiş gibi, yoğun propagandaların da tesiriyle siyasi makamları ve kamuoyunu siyasi çözüme ikna etmeye çalışmış, bunda da başarılı olmuştur. Çözüm süreci, terörün askeri yöntemlerle çözülemeyeceği yönünde oluşturulan bu algıçalışmasının bir sonucudur.
Terörle mücadelede farklı ülkelerin uygulamalarından örnekler veren Bilgiç başarılı olmuş ülkelerin ortak noktasını şu şekilde vurgulamaktadır:” Dünyada bugüne kadar ki uygulamalarda görüldüğü gibi ,zaruri olan durumlarda yeteri kadar ve usulüne uygun güç kullanılmaması durumunda terör ortadan kalkmamakta; tam tersine örgüt daha da güçlenerek hedefine ulaşmaya çalışmakta, dolayısıyla çözümsüzlük gelişmektedir.” Bilgiç’in bu tespitini çözüm sürecinden sonra meydana gelen gelişmeler doğrulamaktadır. Askeri karakollara hapsederek zorunlu hallerde bile güç kullanımına izin vermeyen anlayış, PKK’nın bölgede daha da güçlenmesine neden olmuş, her gün biraz daha talep çıtasını yükselterek süreci çözümsüzlüğe doğru götürmesine çanak tutmuştur.
Örgüte çocukları katılan aileler ile korucu aileleri arasında devlete güvenle ilgili ilginç rakamlar veren Bilgiç,devlete güvenin örgüte uzaklık veya yakınlığa bağlı olarak artıp eksildiğini ifade etmektedir.”PKK’ya katılımın olduğu kitlede devlete güven yüzde 40,56 iken katılım olmayanlarda yüzde 64.74, aile içerisi veya yakınları arasında korucu bulunanlarda ise bu oran yüzde 66.20’dir.” Görüldüğü gibi örgüte katılımlara bağlı olarak yakın çevrede devlete güvenin de azaldığı yapılan alan çalışmalarında ortaya çıkmış bulunmaktadır. Bu durumda örgüte katılımların önlenmesinin gerektiği bir vakıadır. Bilgiç’e göre bunun yolu da;”silahla değil, örgütün ideolojik,politik ve psikolojik olarak yenilmesine bağlıdır.Bu nedenle PKK’nın politik ve psikolojik olarak yenilmesi,askeri olarak yenilmesi kadar, hatta daha da fazla önem taşımaktadır.” Bugünkü manzaraya bakıldığında psikolojik yenilginin yerini bir zafer sarhoşluğunun aldığını söylemek mümkündür.
Oslo ve İmralı görüşmelerinde ,görüşmecilerin sürece Türkiye’nin mahkummuş gibi davranmalarının PKK’nın elini güçlendirdiğini, pazarlık marjını yükselttiğini belirterek eleştiren Bilgiç, tutanaklarda,” çözümün parametreleri arasında anayasa değişikliği ve Öcalan’ın serbest bırakılması gibi hususların da yer aldığını” ifade etmektedir. Süreçle ilgili değerlendirmelerini ise şu şekilde özetlemek mümkündür:” Bu dönemde PKK silahsızlanmayı hiç gündeme almamış ve şehirdeki bütün dinamikleri dağdan kontrol altına alarak partinin de (DTP/BDP) süreci desteklemesine engel olmuştur. Örgüt gerek AB’ye uyum gerek eylemsizlik karşılığında ve demokratikleşme çerçevesinde sağladığı ortam sayesinde bölgede daha da güçlenmiştir.KCK/PKK eylemsizlik ortamını avantaja çevirerek bütün imkanlarını tabanını genişletme yönünde kullanmış, bölgeyi sosyolojik bölünmeye doğru sürüklemiştir. Son dönemde Ortadoğu’da yaşananlar örgütü umutlandırmış, çözüm yerine oyalama taktiklerine baş vurmasına neden olmuştur. PKK süreç içerisinde sadece pasif ve olumsuz bir tutum sergilememiş, Oslo tutanaklarını sızdırarak süreci sabote etmeye de çalışmıştır. Görüşmelerde müzakere tekniği açısından uygun olmayan ifadeler kullanılarak örgüte adeta sen eylem hazırlığı yapsan da ben müzakerelere devam edeceğim denilmiştir. (Nitekim onca önemli gelişmeye rağmen aynı dil hala Başbakan ve Cumhurbaşkanı tarafından ısrarla kullanılmakta bu da PKK yı daha da pervasızlaştırmaktadır) Çeşitli belgelerde seçim güvenliği için PKK’dan yardım istendiği ifade edilmiştir.Oysa seçim güvenliğini sağlamak hükümetin görevidir. Bu süreç yönetimi, sorunu uluslararası zemine taşırken Türkiye’nin vereceği tavizleri de göstermiş, içeride de PKK/KCK’nın elini güçlendirmiştir.Bu süreçte çeşitli demokratik hakların kazanılması, bu noktaya PKK’nın mücadelesi ile gelindiği yönündeki yoğun propagandalar,bölgede yaşayanlar üzerinde ciddi tesirler bırakmıştır.Sürecin sonunda devletin elindeki insiyatif PKK ve BDP eksenine kaymış,Kürtlerdeki beklentiler artarak çıta daha da yükselmiş,Kürt olmayan kesimlerdeki tepkiler de artmıştır.” Bilgiç’in bu tespitlerine katılmamak mümkün değil. Gelinen noktada hem bölgede hem süreçte iktidarın insiyatifi kaybettiği adeta kaderini örgütün eline teslim ettiği ortaya çıkmıştır.
Geniş bir değerlendirme ve öneri faslından sonra Bilgiç,” Bu duruma uygun stratejilerle müdahale edilmediği takdirde KCK/PKK’nın;silahların gölgesinde,Kürt toplumunu çatışmasızlık ortamında da istifade ile dönüştürmeye ve toplumu sosyolojik bir kutuplaşmaya,hatta bölünmeye götürmeye çalışacağını ve eğer devlet özerklik vermezse kitle hareketlerine (serhildan) baş vuracağını “ söylemektedir. Özerkliğin bölünmenin bir aşaması olduğunu belirten Bilgiç, TEPAV’ın anketine dayanarak, çözüm süreci başlamadan 2011’de Kürtlerin beşte biri bağımsızlık isterken,süreç başladıktan sonra 2013’te bu oranın üçte bire yükseldiğine dikkat çekerek, her sayfası bir çığlık olan kitabında kamuoyunu uyanmaya,süreci yönetenleri ise çok geç olmadan sürece müdahaleye davet etmektedir.
Mutlaka satır, satır okunması gereken bu kitabı bütün okuyucularıma ısrarla tavsiye ediyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.