YARGIYI ÇETECİLİKLE SUÇLAMAK KİME YARAR?

Siyaset bir uzlaşma ve problem çözme sanatıdır. Çatışarak sorun çözmek, kısa vadede netice verse bile, uzun vadede daha büyük sıkıntılara sebep olur. Son yolsuzluk operasyonunda da böyle bir yol izleniyor.

Birkaç bakan ve çocuğunun karıştığı iddia edilen bir soruşturmanın böyle hayat memat meselesi haline getirilmesine gerek yoktu. Hukuk devletinde kimsenin suç işleme özgürlüğü yoktur. Yasa dışına çıkan, iş ve eylemlerinin sonucuna katlanmak zorundadır.

Siyasi irade kesip atacağı safralara sahip çıkarak –kendini- bir bütün olarak iddiaların muhatabı haline getirdi. Daha önemlisi, savunma yapayım derken- bütün öteki kurumların güvenirliklerinin sarsılmasına yol açan bir yöntem takip etti.

Yargıda, poliste çete olduğunu söylemek bu operasyona münhasır sonuçlar doğurmaz. Daha ağır sonuçlara sebep olur. Darbe davalarını, ETÖ soruşturmalarını çeteci diye suçlanan bu polis ve savcılar yürüttü. Siyasetin üzerindeki vesayet gölgesinin kalkmasında önemli bir görev ifa ettiler. O davalarda bir çok sanık polisten, savcılardan şikayetçi oldu. Delillere müdahale edildiğini söyledi.İletişim kayıtlarına ilaveler yapıldığını iddia etti. Şimdi aynısını kendini savunma adına siyasi iktidar söylüyor. Bu beyanlar Yargıtay aşamasında olan bu davaların akibetine de tesir eder. Sanık avukatları soruşturmanın doğru yapılmadığını, başbakanın bile itiraf ettiği bir çetenin kurbanı olduklarını söyleyebilirler. Yargıtay bu beyanlara bakarak verilen kararları bozabilir. Aylar yıllar boyu verilen bir demokrasi mücadelesi boşa çıkar.

Diğer yandan operasyonu ABD ve İsrail kaynaklı bir teşebbüs olarak nitelemekte  aynı sonuçlara sebep olur.. Bu dolaylı olarak bu ülkenin polisini, savcısını  dış güçler adına çalışmakla itham etmek, onların memuru olduklarını söylemektir. Bunu hangi siyasi akıl, hangi vicdan kabul edebilir? Bütün bunlar savunma adına da yapılmış olsa suç kategorisine giriyor.Açıkça operasyonu yapanlar ABD-İsrail ikilisinin ajanı, beşinci kolu olmakla suçlanıyorlar.

Operasyonda  başka parmaklar var mıdır, yok mudur bunun soyut beyanlarla değil, elle tutulur, maddi delillerle ortaya konulması lazım. Var demekle bir şeyin var olması, gerçeklik değerine kavuşması bir değil. Gezi olaylarında da aynı savunma mantığı işletildi, yüzlerce kişi göz altına alındı, ama bu yabancı el ile ilgili tek bir belge veya delil bulunamadı. Gezi olaylarının hükümete dönük bir operasyon olduğu açıktı. Dış uzantısı var mıydı, destekçileri vardı, ama planlamacılarının olduğuna dair bugüne kadar yargı ortaya bir delil koyamadı.

Bu olay  çok farklıdır, bir defa ortada  yanlış işler yaptığı ayan beyan ortada olan, elindeki tüm imkanlara rağmen medyaya yansıyan delilleri tevil edemeyen  şüpheliler var. Dış operasyon olması – hırs ve zaaflarıyla- bu işe çanak tutanların sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Doğru olan önce –şüpheli- konumunda olanlardan hesap sormak sonra da gerçekten varsa dış bağlantılar, bunları ortaya çıkarmaktır. Kaldı ki şayet bir dış bağlantı varsa bu operasyonu yapan, soruşturmayı yürütenlerin içinde aranmamalı, bu çirkinliğe karışanların içinde aranmalıdır.

Cemaat hükümet gerilimine sığınmak, bu operasyonla deşilen ve bir çok çevreye göre aysbergin sadece küçük bir kısmı olan  bu cürmü örtmeye yetmez. Sadece  her iki tarafı  tokuşturup ikisini birden tasfiye etmek isteyenlerin işine yarar.Kaldıki, operasyonun dersane kararından çok önce başladığı ortada.Korku ve telaş içinde sağa sola toslayarak toplum vicdanında aklanmak mümkün değildir. Kendinden emin olan bir siyasi irade  hiçbir operasyondan korkmaz,kapılarını hukukun denetimine sonuna kadar açar.İktidarda bunu yapabilmeli, aklandıktan sonra da bu bir operasyondur diyebilmeliydi. Çünkü ancak aklanan bir heyet operasyon iddiasında bulunabilir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Arşivi