Bizi biz yapan, ağzımızın tadı, anamızın ak sütü gibidir türküler. Türküler üzerine o kadar çok şey söylenmiştir. Ama asla ve asla kötü şey söylenmemiştir.

Ne söylenirse söylensin, türkülerin üzerimizde bıraktığı etkileri, izleri, duyguları anlatmaya yeter mi bilinmez? Sazın, sözün, duygunun, sevincin, neşenin, geleneğin, örfün, hayatın, sevginin ince bir maharetle; arı peteği gibi işlendiği bir oyadır türküler. Her dinlendiğinde insana yeni ufuklar açan, yeni hazların, yeni duyguların, coşkuların, hüzünlerin doruk yaptığı önemli bir hazinedir.

Türkü, sazsız ise eğer; tuzsuz yemeğe benzer, tad vermez.

Sazın tezene ile telleri okşayışı, zurnanın korkusuz haykırışı, tokmağın davulu dövmesi, sipsi ya da kavalın ağlamasıyla ve üstüne acılı, tatlı, neşeli, kederli sözlerle kulaktan girip ruhun ince derinliklerinde dolaşan can suyu gibidir türkü.

Kültürün her öğesi çok önemlidir. Ama hiç birisi türkünün bıraktığı izler kadar değildir. Türkü sınır tanımaz, haritaları görmez, siyaset bilmez, riyayı sevmez, zorlanmaya gelmez. Nerde bir dinleyen bulursa oradadır. Bir toplumu, millet yapmada en etken ve en belirleyici rolü üstlenmiştir türkü. Acıyı, kederi, sevgiyi, neşeyi ve paylaşmaya dair her ne varsa türkü ile yaşanmıştır. Türkünün söylendiği yerde, ne asır, ne takvim, ne saat yoktur. Zaman denen mefhumlar ya yoktur ya da durmuştur Yüzyıl önce söylenen Yemen türküsünü hangi zamana sığdıralım, nereye yazalım? Vatan sınırları, zaman içinde başka başka çizilse de türkülerde başka şekilde dile gelir-getirilir. Bir bakmışsınız ki türkü ile vatan toprakları binlerce kilometrekare çoğalıverir. Böyle olmasaydı, Selanik ya da Manastır türkülerini nasıl söylerdik!

Toplumu ayakta tutan en önemli temel duygu, sevgi değil mi? Bireyin mutluluğu da bu sevgiden geçiyorsa; türkü, tek başına sevgiyi oluşturacak bilgiye, tarihe, psikolojiye, gizeme sahip değil midir?

Türküler can kulağı ile dinlendiğinde, dantel gibi işlenmiş, oya gibi bezenmiş bir melodiyle, resmedilmiş hayatlarla karşılaşılır. “Göç göç oldu, göçler yola dizildi” söylendiğinde onlarca, binlerce insanın can ve düşman korkusu ile kaçarken geride neler bıraktığının özlemi, hayalleri, acıları, çileyi ve umudu görmez miyiz?

Türkü söylerken, dinlerken içimiz, içimize sığmaz, bazen neşelenir kalkıp oynarız, bazen de gözyaşlarımıza dur diyemeyiz. Bütün kötülüklerden, kötü düşüncelerden uzaklaşıp, arınıp, duygunun; temiz haliyle karşı karşıya kalır, ruhumuzun güzelliklerini hatırlarız.

Bazen ana, bazen dost, bazen yâr, bazen vatan düşündürür türküler. Hep insanca olana yaklaştırır, kapalı gözümüzü, örtülü kalbimizi açarak, bazen güldürür, bazen de milletimizin mizah anlayışına şahit oluruz “Manda yuva yapmış söğüt dalına” türküsüyle.

Sevgiye, hayata dair ne varsa türkülerde vardır, her türkü, başka bir hayat kılavuzu verir dinleyene. Her türkü, başka bir pınardan içirir tertemiz ana sütü gibi ak dinleyene, söyleyene

Türkünün tadına varan, hazzını alan, zevkini kavrayan insanları çoğaltmalıyız. Şarkı ile türküyü ayırt edemeyenlerin, arabesk ile türküyü karıştıranların, diğer müzikleri dinlemeyi sınıf atlama olarak görenlerin çok olduğu bir toplumda türküyü tanıtmak, dinletmek zordur.

Okullarda müzik derslerinde türkü dinletilmesi, öğretilmesi gitar yerine saz dersleri verilmesi gereklidir. Olanlar ise yeterli değildir.

İlköğretim birinci sınıftan Lise son sınıfa kadar, İngilizce’nin yanında, saz ve türkü de öğretilse, bu milletin geleceği parlak olur. Polis devletinden, eğitilmiş insanların oluşturduğu eğitimliler ve medeniler toplumu haline gelmezse namerdim.

Bir insanı, bütün özellikleriyle “İNSAN” yapmak için türkü dinletmek yeterlidir. Toplumda yaşanan karmaşanın, insanca olmayan tavır ve davranışların yerine paylaşan, seven, saygı duyan, özleyen, hasret çeken, gurbet ve alın terinin değerini bilen, emeğe saygı duyan bireyler ve toplum yetiştirmek istiyorsak, türkü dinletilsin, türkü söyletilsin, türküler söylensin, saz, zurna, davul ve kaval öğretilsin.

Zaten Türk’ü anlamak için, türkü dinlemek gerek.