3 Kasım 1996 yılında kamuoyunda mahiyeti meçhul bir kaza, ama bize göre yapanı malum bir suikast sonucu hayatını kaybeden Ülkücü Abdullah Çatlı’nın ölüm yıldönümü. Arkasında birçok sırrı bırakarak gerçek âleme göçen Çatlı’nın nasıl biri olduğunu anlamak istiyorsanız arkasından kimin ne söylediğine bakmanız yeter.

Abdullah Çatlı’yı 1977 yılında Ülkü Ocakları Ankara İl Başkanı ve İktisadi Ticari İlimler Akademisi öğrencisi olduğu dönemde tanıdım. Ankara Polatlı’da ikamet ediyordum. Ancak bazı olaylar sebebiyle Ankara’daydım. Çatlı yiğit, temiz, ahlaklı bir Anadolu çocuğuydu. Bizim gözümüzde de Reis’ti. Ankara’da o dönemde tanıdığım Reislerinden biri de yine bir suikast sonucu 2009 yılında ebedi âleme yolcu ettiğimiz ve küresel emperyalizme karşı verdiğimiz mücadelede bize öncülük eden Muhsin Yazıcıoğlu’ydu.

Gerçek birer ülkücü olan ve hayatlarını davaları yolunda harcamasını becerebilen bu iki yiğit Anadolu çocuğu Reisi rahmet ve minnetle anıyorum.

Çatlı Reis, tıpkı Muhsin Reis gibi, Küresel şer güçlerin ülkemizi kaosa sürüklemek istediği bir dönemde “Kanımız Aksa da Zafer İslâm’ın”, “Çağrımız İslâm’da Dirilişedir”, “Kahrolsun Emperyalizm” diyen ve antiemperyalist bir mücadele veren Ülkücü hareketin çok faal ve dinamik bir ferdiydi. Lider ruhlu bir kişiliği vardı ve bulunduğu ortamda hemen fark ediliyordu.

Bugün aramızdan ayrılışının 23. Yılını geride bıraktığımız Çatlı’nın hayatta olduğu gibi arkasından da çok şeyler yazıldı. Ülkece hareket Çatlı’yı bir kahraman görürken, bazıları da hakkında çoğu dedikodu olmaktan öteye geçmeyen iddialarda bulundu. Derler ki, “Bir kurdun arkasından bin çakal havlamazsa o henüz kurt olamamıştır.” Arkasından binlerce çakalın havladığına şahit olduk. Kim ne derse desin ve hakkında ne tür iddialarda bulunursa bulunsun (İddialarının bütünü doğru olsa da) Çatlı Reis, benim gözümde tanıdığım dönemdeki gibi yiğit, mert, temiz bir Anadolu çocuğudur.

Rahmetli hakkında yıllar önce kaleme aldığım bir makaleyi ölüm yıldönümü sebebiyle yeniden paylaşmak istiyorum.

***

2. Dünya savaşı sonrası başlayan “Soğuk Savaş dönemi”, dünyayı iki kutuplu hale getirmişti. Bir kanadını ABD (NATO), diğer kanadını Sovyetlerin (Varşova Paktı) oluşturduğu bu kutuplaşmalardan Türkiye’de etkilenmiş ve insanımız her iki kutup etrafında adeta bölünmüştü. Emperyalist güçler tarafından oluşturulan bu fiili durum kardeşin kardeşe kıydığı bir atmosfer meydana getirmiş ve çıkan çatışmalarda ülkenin dinamik gücü olan binlerce genç hayatını kaybetmişti.

Zikredilen dönemde bizzat emperyalist güçler tarafından angaje edilenlerin dışında Anadolu’dan çıkan bir kısım gençler antiemperyalist bir mücadele biçimi oluşturmuştu. Bunun adını da Ülkücülük koymuşlardı. Bu gençlerin idealleri bin yıldır İslâm’la müşerref olmuş Türk kavminin son kalesi olan Anadolu’yu emperyalist emellere alet ettirmemekti.

Türkün İslâm Ülküsünü gerçekleştirmek, İslam’ın Tevhit bayrağını dünyanın her karış toprağına dikmek ülkücü bu gençlerin en büyük idealiydi. Rahmetli S. Ahmet Arvasi hoca bu ideali şöyle tarif ediyordu:

“Türk-İslâm Ülkücüsü" kimdir biliyor musunuz? Kendini Allah (cc) ve Resulü’nün (sav) davasına adamış, sırf Allah rızası için canını, malını, makam ve mevkiini, din ve devleti, mülk ve milleti için fedaya hazır, şanlı ve mukaddes Ay-Yıldızlı Al bayrağın gölgesinde dövüşen, nefsini düşünmeyen ve ülküsünde fâni olmuş yiğitlerdir. Onlar büyük ve şanlı Türk tarihinin doğurduğu, Allah (cc) ve Resulü’nün (sav) hizmetine sunduğu ulvî kadrodur. Küfrün bütün oyunlarını bozan, cesaretini kıran, yolunu kesen bu dinamik kadrodur.

Türk-İslâm Ülkücüleri, “Kurtuluş İslâm’da” diyerek, yeniden bütün haşmeti ile «Nizam-ı Âlem» ve «İ’lây-ı Kelimetullah» bayrağını açarak, insanlığı «Hilâl’in gölgesinde»toplanmaya davet etmektedir. Türk-İslâm Ülkücüleri yalnız bir “Milli Kurtuluş Savaşı” vermekte, Şanlı Peygamberin âlem şümul mesajını, bütün mustarip insanlığa ulaştırmaya çalışmaktadırlar.”

Geçimini nakliyecilik ve esnaflıkla temin eden beş çocuklu bir ailenin en büyük çocuğu olan Abdullah Çatlı, Anadolu’da Hilâl’in gölgesinde yeniden toplanmaya başlayan bir harekete Nevşehir'den katılmıştı.

Lise hayatından sonra okumak için geldiği Ankara’da Anadolu gençlerinin antiemperyalist bir mücadele ortaya koymak için kurdukları Ülkü Ocakları’na katıldı. Önce Ülkü Ocakları Ankara İl Başkanı, bir yıl sonra da Genel başkanlığını rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun yaptığı Ülkücü Gençlik Derneği (ÜGD) Genel Başkan Yardımcısı oldu. Çatlı, ÜGD Genel Başkan Yardımcısı olduğu dönemde, ÜGD'nin yerine ikame edilmek maksadıyla Nevşehir'de Ülkü Yolu Derneği’ni de kurmuştu.

Abdullah Çatlı, çok sayıda siyasi cinayet, bombalama, kahve tarama ve hapisten adam kaçırma gibi olayların örgütleyicisi olarak suçlandı. MİT'in resmi belgelerinde, 22 Ekim 1983'te Paris'te MİT'le temasa geçtiği ve Ermeni örgütü ASALA'ya karşı değişik eylemlerde yer aldıktan sonra 24 Ekim 1984'te uyuşturucuyla yakalandığı gerekçesiyle ilişkisinin kesildiği yer aldı. Ama şimdiye kadar herhangi bir olayla ilişkisi olduğu ispatlanamadı. Aslında Çatlı’nın tek suçu; Türk İslam dünyasının yücelmesi ve hak ettiği yeri alması için mücadele etmek, bu hususta gayret gösterenlere yardımcı olmak, çok sevdiği devleti adına ASALA gibi Ermeni bir terör örgütüne yönelik operasyonlar yaparak bitmesini sağlamak ve milli ve manevi değerler üzerinden şahsi kazanım sağlamak için rezilce işler yapanlara karşı gerekeni yapmaktı.

Abdullah Çatlı ya da hak ettiği sıfatıyla Çatlı Reis, ölümüne kadar bu ülke için elinden gelen her türlü fedakârlığı, feragati, yapmış nadir insanlardan biri olduğuna inanıyorum. İstese ülkesi adına yaptığı işleri ranta çevirir ve milyonlarca dolara hükmederdi. Ancak o bunların hiçbirine tenezzül etmemiş, devlet adına yaptığı operasyonlar karşılığında (Çatlı’nın Avrupa’da devlet adına 28 eyleme imza attığını bilenler bilir.) kendisine verilmek istenen paraları “biz devletimizi karşılıksız sevdik. Ona yaptığımız hizmetin karşılığı olmaz” diyerek almamıştır.

Alpaslan Türkeş’in değimiyle Çatlı Reis, memleket sevgisiyle yoğrulmuş, herkesin yardımına koşan biriydi. Bu anlamda Çatlı, ülkücüler için bir modeldir. Kim ne derse desin Çatlı’yı ülkücülerin yüreğinden söküp atmak mümkün değildir. Bütün ülkücüler de ömrü çilelerle geçmiş Çatlı’nın bir trafik kazasında öldürüldüğüne inanır ve onun şehit olduğu hususunda müttefiktirler.

Vatanını ve milletini seven herkesin gözünde Çatlı, saygı duyulacak bir isimdir. Bu anlamda BBP Lideri rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu, Abdullah Çatlı'yı anlatırken söyledikleri de benim için birer delildir:

“Çatlı yiğit bir Anadolu çocuğudur. 1975-1980 yılları arasında beraber Ülkü Ocakları’nda emperyalizme karşı beraber mücadele ettik. Şahsiyeti oturmuş bir Müslüman Türk çocuğuydu. Bu gayelerle geldiği Ankara’da ülkesi, milleti ve devleti için güzel hayaller kurdu. Çatlı’yı yaptığını iddia ettiği eylemlerden dolayı suçluyorlar. Eğer, Çatlı ve onun gibiler suçlu ise bu onların değil sistemin suçudur. Gençliği girdaba sürüklediler. Biz feryadımızı duyuramadık. Abdullah Çatlı’ya devlet tarafından Asala terör örgütü ile mücadele etmesi için görev verildiğini herkes biliyor. Çatlı'nın yerinde hangi ülkücü genç olsa aynı şeyleri yapardı.”

Babası Ahmet Çatlı’nın anlattıkları da Çatlı’nın nasıl bir ortamda ve hangi terbiye üzerine yetiştiğini gözler önüne sermektedir:

“Ben çocuklarıma gereken İslâmi terbiyeyi küçükten verdim. Abdullah küçükken Kur’an kursuna da gitti. O günlerde oğlum ülkücülerle tanıştı. Tarihe büyük merakı ve saygısı vardı. Gittiği tarih seminerlerini gelir akşamları bize anlatırdı. Oğlu henüz lise talebesi iken bile öyle bir bilgi yüklüydü ki, kendisinden yaşça çok büyüklerle ve hatta benim arkadaşlarımla bile konuşur tartışırdı. Arkadaşlarım onun bilgisine hayrandı. Kurtuluş Savaşı’na ben katılmıştım ama o bana o günleri anlatırken sanki kendi yaşamış gibi heyecanla anlatırdı. Çok çok zekiydi. Mehmet Akif ve Halide Edip’i çok sever ve herkese anlatırdı.”

Kim ne der ve hangi değerlendirmede bulunursa bulunsun, 3 Kasım 1996'da Susurluk'ta meydana gelen trafik kazası görünümlü bir cinayete kurban giderek Rabbine kavuşan Çatlı Reis, benim gözümde hâlâ tanıdığım dönemdeki gibi imanlı, temiz, ahlaklı, yiğit, vatanı ve milleti için canını bile vermekten çekinmeyen, fedakâr bir Anadolu çocuğu olarak hatırasını korumaktadır.

5 Kasım 1996'da Nevşehir'de yapılan cenaze töreninde, Çatlı’nın tabutu Türk bayrağına sarılmıştı. Bana göre Türk bayrağının hakkıyla sarıldığı tabutlardan biri de Çatlı Reis’in içinde bulunduğu tabut olmuştur.

Kendisine sima olarak çok benzeyen ve “ Babam Çatlı” kitabını yazarak birçok gerçeği bu millete anlatan kızı Gökçen Çatlı, bir konuşmasında babasını rüyasında Cennette Resulullah (sav) ile gördüğünü anlatmıştı. Bütün kalbimle inanıyorum ki, gördüğü bu rüya sadıktır.

Mekânı Cennet olsun.