İnsanın kendisini en güvende gördüğü yer tabi ki kendisine ait olan evidir.

Biraz daha genişletirsek, insanın kendisini en güvende hissettiği geniş alan “Vatanım” deyip sahiplendiği toprak parçasıdır.

Bu duyguyu en iyi vatanından uzakta yaşamak zorunda kalanlar bilir.

Bizler çok şanslı insanlarız, şanslı bir nesiliz.

Vatanımız bildiğimiz Anadolu coğrafyasında yaşadık, yaşıyoruz.

Vatanımızın herhangi bir köşesine gitmeye karar verirsek aklımızdan bir acaba geçmez.

Gideriz, işimiz varsa işimizi görürüz. Ziyaret edeceksek ziyaretimizi yapar döneriz.

Vatanımızın dağlarını, ovalarını, denizlerini, insanlarını görüp onlarla gurur duyarız.

Vatanımızın her köşesinde dalgalanan şanlı bayrağımızı müthiş bir kıskançlıkla seyrederiz.

Vatan topraklarımızda bizimle aynı duyguda insanlarla da yaşamak isteriz.

Türklerin Anadolu coğrafyasına gelmesi, Anadolu coğrafyasını yurt tutması, millet yürüyüşünü büyük bir enerji ile Viyana kapılarına kadar götürmüştü.

Millet olarak gittiğimiz Viyana kapılarından ümmet olarak 200 yılda geri döndük. Ama merkez vatanımızı kaybetmedik.

Anadolu Türk milletinin toplanma merkezi oldu ve yukarıda zikredilen duygudaş insanların yaşadığı, ümmet kulluğundan millet bireyliğinde yaşayan, tüm yaşayanları itibarı ile bu toprakları vatan olarak sahiplenen ve savunma hatta uğrunda can verme yetisine sahip sağlam, yüksek karakterli bir milletin yaşadığı yer oldu.

Anadolu yüzyıllardır göç alıyor.

19 ve 20nci yüzyıllarda Anadolu’ya gelen göçmenler zaten Anadolu’dan Avrupa topraklarına göç edenlerin torunlarıydı.

Onlar Anadolulu ve Türk idi zaten.

Türkiye’nin son 10 yılda karşı karşıya kaldığı göçmen istilası, Anadolu coğrafyasında millet olarak yaşayan insanların birliğini, istikrarını, güvenliğini, ekonomisini bozacak bir niteliğe sahiptir.

Çünkü son 10 yılda Türkiye’ye gelen mültecilerin toplamı tüm nüfusun yüzde 10’u olmuştur.

Mültecilere yıllık devlet yardımı 9 milyar doları bulmuştur.

Mülteciler yaklaşık 3 milyon Türk vatandaşının işsizliğine sebep olmaktadır.

Osmanlı ve Türkiye 19 ve 20nci yüzyılda Anadolu’ya göç etmek zorunda kalan soydaşlarının sadece ekonomik yükünü o da bir süre çekmiştir.

Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti, 19 ve 20nci yüzyıllarda topraklarına geri gelen soydaşlarıyla aynı vatan birliği duygusunda olduğu için bir demografik yapının değişmesi söz konusu bile olmamıştı.

Bu göç başka.

Son 10 yılda Türkiye’ye göç ettirilen mülteciler Türkiye karışsın, Türkiye istikrarsızlaşsın, Türkiye’de ekonomik kriz büyüsün, Türkiye’de işsizlik artsın, Türkiye’de demografik yapı bozulsun, Türkiye’nin bölünmesi kolaylaşsın diye göç ettirildi.

Emperyalizm hesaplarını ince ve uzun vadeli yapar, hedefine ulaşmak için acele etmez, tarihte hep böyle olmuştur.

Türkiye’de mülteci savunuculuğu yapanlar ya bilerek ya da bilmeyerek günlük menfaatleri öyle gerektirdiği için emperyalizme hizmet ederler.

Onları her yerde görmek mümkündür.

Onlar Türkiye’nin ayrıcalıklı insanlarıdır, TV’lerde onlar konuşur, gazetelerde onlar yazar, onların sözü geçer.

Türkler, Nihal Atsızın şiirinde yazdığı gibi “Topal Asker”lerdir.

Emperyalizmin yerli işbirlikçileri saçları alagarson kesik hanım kızlardır.

(Şiiri Google’den bulup okursunuz artık)

Mülteciseverlerin bir özelliği de devletin dolayısı ile milletin parasını har vurup harman savurduklarıdır.

Yok Ensar, yok hicretçi diye tanımladıkları insanlara bir küçük daire kiralayıp elektriğini, suyunu, doğalgazını ödeyen bir mültecisever TV yorumcusu bulunabilirse tabii tüm yukardaki yazılar havada kalır.

Ama yok, parayı millet versin, mülteciyi onlar yedirsin içirsin sonrada kullansın.

Mülteci sorunu bizim neslin sorunu olmayacak ama bizden sonraki nesillerin en önemli baş belası olacak.

Her şey bitmiş değil.

Mültecilerin geri gönderilmesi acilen devlet politikası haline getirilmesi gerekmektedir.

Mültecileri geri göndermeyi planlamayan siyasetçiler vatana ihanet etmektedir…