Yazımın başlığını biraz daha açalım isterseniz.

Parti kurmak, demokrasi ile yaşadığınız ülkeye ve o ülkenin insanlarına zarar vermek midir?

İhanet etmek midir?

Genellikle partilerinden ayrılanlara, kalanlar; hainlik ve ihanet ithamında bulunurlar.

Bu suçlamaların temelinde, var olanın “kayıtsız şartsız itaat ederek” güç katacağı, ayrılma olması halinde, ayrılma nedenleri sorgulanacağı için, ayrıldığı yapıya güç kaybettireceği farz edilmektedir.

Oysa birlikte yol gitmek için beraber olunmuş, akit yapılmış, bu birliktelik “seçmen gücüne” ulaştırmak için görevler alınmış ve yola revan olunmuştur.

“Sen yoksan bir eksiğiz” diyerek başlanan yolda, birçok eksiğe “bizzat sorumluluk alanlar” sebebiyet vermiş, kendi kusurlarının görünmesine tahammül edememişlerdir.

“0” tolerans, “siyasi partiler kanunun” Genel başkanlara verdiği sınırsız bir yetkinin adıdır.

Başarıyı varlığına bağlayanlar, başarısızlık ihtimalini bile satın almamakta, kendilerine güvenip sorumluluk paylaşan kişilere bagaj muamelesi yapmaktadırlar.

Bir taraftan partileşme süreçlerini seçmen lehine yorumlayarak “rekabet seçmene alternatif sunar, seçenek yaratır, bu da kaliteyi/değerleri ortaya çıkartır” diyenler, parti içini bütün rekabet kapatması, kaliteyi ortaya çıkarmamakta, Genel başkan güzellemelerini yapanlar açık ara öne fırlamaktadırlar.

Kalite /değer skalası olmayan siyasi yapılar Genel başkan hegomanyasına dönüşmekte, buradan da seçmene seçenek sunmak değil, seçmene kafa karışıklığı sunulmaktadır.

Adeta “beni seçmeye mahkumsun” siyaseti ile, her siyasetçi “seçmene” alternatifsizlik ile hakim olmaya çalışmaktadır.

Böylelikle ülke “millet bizi çağırıyor” cazibesindeki sözler ile uyutulmakta, “medyum” siyasetçileri ile “milliyetçi seçmenin” umutları tüketilmektedir.

Son günlerde Ümit Özdağ ile ilgili yazılar yazdım, parti kurarsa Türk Milliyetçiler için nasıl bir alan açılacağını, bunun milliyetçi seçmende karşılığı olduğunu ifade ettim.

Ben yeni partiler kurulmasını teşvik eden bir makama, güce sahip değilim.

Gördüklerimi, öngörülerimi, tespitlerimi yazarak; takipçilerimle okuyucularımla paylaşıyorum.

Eğer gerçekten, Türk milliyetçilerinin birleşmesini, birlik ve beraberliğinin Türk yurduna umut vereceğini düşünüyorsak, hiçbir Türk milliyetçisini kaybedilmemeli, kaybetmemek için elden gelen yapılmalıdır.

….

Ayrıldık, kayrıldık söylemlerinden “biz varız, sen yoksan bir eksiğiz” diyecek, bir günde yetişmeyen, yarım asırdır, kanını, canını, hürriyetini, maddi manevi varlığını feda etmiş, “adanmışlık ruhu” ile yarım asırda yetişen kadroları, siyasetin tam merkezine taşımak artık “en kutsal vazife olmalıdır”.

Türk milletine sevdayı, sevdasını, “O’nu çağdaş medeniyetlerin en önüne koymayı” hedef seçmiş, bunu kendi hayatının en önemli/kutsal vazifesi seçmiş kadroların ödediği bedelleri taçlandırmak, bu sorumluluğu alacak kişilerin omuzlarındadır.

Türk milliyetçileri hem tarihin, hem yaşadıkları mazinin namusunu koruyacak azim ve cesarete sahiptirler. Ortak aklın gücünü kullanma vaadi ile yola çıkıp, yolda kimseyi bırakmamalıdırlar. Ortak akıl, Tür Milliyetçilerinin tesir gücünü oluşturmalıdır.

Buyruktan, ortak akla geçmenin Türk milleti için de bir kurtuluş reçetesi olacağı muhakkaktır. Bu tesiri kendi içinde yaşatan Türk milliyetçileri, Türk milletine de rol model olacak ve “siyasi birlikteliği/siyasi kucaklaşmayı” birbirinin değerleri haline getirerek başaracaktır.

Değerini “gönlünden, aklından, cesaretinden" alan her milliyetçi, ülke/millet sevdasına nezaket ve asalet ile mukabele edecek, her bir ferdinin huzur ve mutluluğunu kendine kutsal bir vazife edecektir.

Seçmenin beklediği budur.

Bu samimiyet hiç kuşkusuz demokrasi ve zafer ile taçlanacaktır.

Şöhretlerimizin değil, ideallerimizin başarısı için yola devam etmek, “başarı hikâyemizi” Türk milletine emanet etmek vaktidir…