Partiler gittikçe siyasi rekabet aracı olmaktan çıkarılıp, dini bir rekabet aracı haline getirildi. Son yıllarda dinin siyasallaştırılması, partilerin din perspektifi ile tasnif edilmesine yol açtı. insanlar artık partilere oy vermekle kalmıyor,iman ediyor.Dinin siyasallaşması,siyasetin dinleşmesi sonucunu doğurdu. Siyasetin iman-küfür düzleminde yapıldığı  her yerde,  partiler arasındaki fark düşünce veya proje farkı değil, iman farkıdır. Böyle olunca da siyasi rekabet daha keskin,daha çatışmacı hatta daha ölümcül olabiliyor.

Bu siyasal zeminin sorumlusu yüce İslam dinini bir ikbal aracı haline getirenlerdir. Öyle bir hale geldik ki, hem çatışmacı bir toplum haline geldik, hem de dinin ahlaki özü boşaltıldı. Geçenlerde iktidarın askeri alanlarda başörtüsüne serbestlik getiren kararı bunun örneklerinden sadece bir tanesi. Bazıları tarafından alayı vala ile karşılanan bu karar kimliklerin ne kadar aşındığını,ahlakın ne kadar ikinci plana düştüğünü gösteriyor.Şahsi kanaatim, bir gerçek Müslüman'ın ilk tepkisinin,  bir mümin kadının o kadar askerin içinde ne işinin olduğu ve bir kadının o kadar erkekle birlikte spor yaparken vücudunu teşhir edip   etmeyeceğini sorgulamak olması gerektiğidir.. Başörtüsü bu mahsurları örter mi? Dinin ahlaki özünü bir tarafa bırakarak Müslümanlığı baş örtüsünden ibaret görmek,  onun içini boşaltmaktan başka bir şey değildir. Evet, AKP'nin çözdüğü tek problem baş örtüsü sorunu olmuştur, onu da çözerken başka ve daha  büyük bir sorunun  -dinin ahlaki mesajını-ikinci plana itilmesine neden olmuştur. Unutmayalım, baş örtüsü sorununu çözmek dindarlığın bir göstergesi değildir.Suriye'de eğitim kurumlarında başörtüsü yasağını kaldıran hatta halka sempatik görünmek için iki defa Umre yapan bugün vatandaşlarını kanla yıkayan Beşar Esat'tan başkası değildir. Din her dönem istismarcılar tarafından elverişli bir iktidar aracı olarak kullanılmıştır.

Normalleşmenin sağlanması için, siyasetin kendi zeminine dönmesi, parti ve liderlerin -din gibi- görüldüğü anlayışın değiştirilmesi şarttır.Dini zeminde siyaset toplumu kamplaştırır, er geç çatışmaya mecbur eder. Partiler seküler kurumlardır.Onlara dini anlamlar yüklemek hem dini açıdan, hem de milli bütünlüğümüz açısından sakıncalıdır.

TEK DİL TEK MİLLET

Bölücü çevreler sık sık Kürtçenin ikinci bir resmi dil olması veya en azından Kürtçe ile eğitimin serbest bırakılmasını talep ediyorlar. Dil bir millet kurma aracıdır. Ortak bir dile sahip olmadan ulus olabilmek mümkün değildir. Uluslaşmak isteyen tüm ayrılıkçı hareketler -dil üzerinden- ulus inşa yoluna gitmişlerdir.Irak'da İngilizlerin işgalinden itibaren Arapça'nın yanında Türkçe ve Kürtçe eğitim dili olarak kullanılmış,İngilizler çekilirken de bu uygulamanın devamı için Irak Krallığından taahhüt almışlardır. O tarihten bu tarihe Irak'da azınlıklar kendi dilleri ile eğitim yapmışlardır. Önceki gün Barzani Kuzey Irak'da Kürtçe'yi zorunlu dil haline getirdi. Kürtçe'den kasıt aslında Soranice.. Çünkü Kuzey Irak'da Kürçe'nin öteki lehçeleri mesela Kurmanç'ça bir dilekçe bile veremezsiniz. Bu aslında Kuzey Irak'da tek dile dönüş anlamına geliyor. HDP Türkiye'de iki dilli bir devlet yapılanması isterken muadili olan KDP Kuzey Irak'da tek dilli bir devlet ve ulus inşa etmeye çalışıyor. Bugün açıkça deklere edilen durum zaten uzun zamandır fiili olarak uygulanıyordu. Kerkük'te bir kaç yıl öncesine kadar Türkçe eğitim veren bir çok okul varken bugün geriye sadece bir Barış kolleji ve bir iki okul kaldı. Kuzey Irak örneği bize şunu gösteriyor;ulus devlete karşı olanlar kendi ulus devletlerini inşa etmeye engel olduğu için ulus devleti hedef alıyorlar. Ve ne gariptir ki ulus devlete karşı olanlar kendi devletlerini birer ulus devlet olarak inşa ediyorlar. Buna karşı Türkiye ne yapıyor,Türkçe'nin yanına başka diller koyabilmek için elinden geleni yapıyor. Özel okullarda Kürtçe eğitim serbest bırakıldı,Cumhurbaşkanının danışmanları (A.Tanrıverdi) Kürt sorununu çözümü için Kürtçenin ikinci resmi dil olması gerektiğini söylüyor. Güneydoğu'da bütün belediyelerin levhaları artık Kürtçe... Bölgede Katalonya'ya benzer bir süreç yaşanıyor. Türkçe gittikçe sokaktan,okuldan,devlet kurumlarından kovuluyor. On yıl sonra aynı dili konuşamayan topluluklar haline gelirsek bu hiç de sürpriz olmaz. Aynı dili konuşmayan,birbirini anlamayan,aynı devlet çatısı altında birbirine yabancılaşan topluluklar -millet- olabilir mi? Şimdi bir de referandum geçerse Anayasa'nın değiştirilen 123. maddesi ile başkana eyaletler kurma yetkisi verildiğini düşünün. Kendi elimizle sınırlar çizdirmiş oluruz. Gerçi, Sn Cumhurbaşkanı eyaletleşme olmayacağını söylüyor ama  o zaman bu yetki niye verildi? Daha önce tek dil,tek millet,tek devlet,tek bayrak  da denilmişti. Bugün tek dil'in yerinde yeller esiyor. Kullanılmayan yetki verilmez.Bu yetki verildiyse kullanılmak içindir. Umarım Barzani'nin attığı bu adım bazılarının akılını başına getirir. Çünkü dil parçalanması Namık Kemal'in,Z.Gökalp'in dediği gibi milletin parçalanmasıdır.