Şu meseleyi öncelikle hatırlatalım: siyasiler farkında mıdır, bilmiyorum? Türkiye’de (iktidar-muhalefet) fark etmeksizin politikacılara yönelik ciddi tepkiler söz konusudur.

Hele ki Maraş Depremleri, bölgesel ölçekli etkinin daha ötesinde, memleketi sosyal ve ekonomik yönden bir hayli etkilemiş durumda iken...

Deprem mağduru 3,5 milyon insanın farklı şehirlere göç etmek durumunda kaldığını biliyoruz. Mersin, Adana, Kayseri gibi yakın bölge şehirleri ve Ankara, İstanbul başta, çoğu şehirlerimiz depremin ekonomik ve sosyal baskısını artık yaşamaya başladı. Örneğin Kayseri’de emlakçı bir arkadaşım ev kiralarının (mesela Talas ilçesinde) 3000-3500 tl aralığından 7500 tl’ye kadar fahiş derecede artırıldığını söylemektedir. Kayseri’ye Kahramanmaraş’tan gelen depremzede sayısı şu an 40 bini aşmış ve bu insafsız gelişmelere dönük iktidar otoritesi ne yapıyor, bilmiyoruz!...   

Maksat yazımızda konuya dönersek Habererk köşemizde ısrarla söylüyoruz; Türkiye’de siyaset her yönüyle sınıfta kalmıştır. Sınıfta kalanların başında ise iktidar gelmektedir.

İktidarın en aşağı (2011’den beri) Suriye savaşı ile başladığı savrulma (ki bu iş Annan Planı’na kadar dayanır), hızını kesmeksizin elan sürdü. 2002-2009 yıllarındaki Küresel para ve genişlemesinden görüngüsel büyümenin (esasen bu büyümenin Türkiye payına yetersiz olduğu bilinmeli) mevcut iktidarın herhangi bir becerisi ile hiçbir alakası yoktu. İktidar onca hatalar yapmasına rağmen vatandaşlar (geçici) Lale Devri’nin hülyasında belki temel meselelerimizi görmedi, belki görmezden geldi; ama hayat pahalılığı, ekonomik çöküş ve deprem felaketleri ile deniz çoktan bitti…

Bugün ekonomik dengeler alt üst durumdayken bir de depremin sebep olduğu facianın sonuçlarını kestirmek imkânsızdır. Maraş Depremlerinin Türk vatandaşları üzerine sosyal-ekonomik etkileri maalesef kısa sürede atlatılacak değildir. İktidar değiştiğinde (ki kuvvetli olasılıktır) geçici bahar havası dışında bu zor meselelerle uğraşı, herkesin enerjisini bir hayli tüketecektir.

Güçlü olasılık nedir? Kemal Kılıçdaroğlu’nun Recep Tayyip Erdoğan’a kıyasla halk nezdinde “umut edilen adam” haline gelmesidir. Pekâlâ, olasılık gerçekleşecek midir? Bilemiyoruz; çünkü amiyane tabirle ortalık (memleket) karışık durumdadır. Şu kesin ki (yaklaşık 6 milyonu bulan) genç seçmenin kararı epey etkileyici olacaktır. İddiam, gençlerin büyük çoğunluğunun mevcut iktidara hoşnut bakmadığı yönündedir. Ve esasen iktidar için en vahim durum toplumun suskunluk sarmalına girmesidir. Susan kitlelerin iktidara getirdiği Ak Parti, bugün suskun kitlelerin ondan sıdkını sıyırması ile alaşağı edilebilir. İktidardan korkan kitleler eğer ki Kemal Kılıçdaroğlu’nun cesur ve güçlü olduğuna inanırlarsa Ak Parti için bu süreç bitmiş demektir.  

Şu kesin: iktidar her uzvu ile yıpranmıştır ve “Tek adam” ile Türkiye gibi büyük bir ülkenin yine büyük sorunlarının altından kalkılacağını hiçbir aklıselim Türk vatandaşı düşünmüyordur.

Yine de;

Mevcut Cumhurbaşkanı güçlü bir isimdir ve öyle kolay kolay alt edilecek kanaati ciddi bir yanılsamadır. Hoş… Cumhurbaşkanının istediği isim de haddizatında aday olmuştur. Sanırız Ak Partililer kolaylıkla Kılıçdaroğlu’nu alt edeceklerini düşünmektedirler.   

Esasen Türkiye’de Liderlerin ağzına bakan mebuslar ile ne parlamenter sistem sorunlara çare ne de şimdiki sistem… Temsiliyet olabildiğince halka dönük değilse ve iradi özgürleşme yoksa o ülkede siyaset demokratik kaideye uzaktır. O halde şimdi soralım lütfen; bu ülkede kadınlar ne kadar temsil ediliyor? İşçiler ne kadar temsil ediliyor? Köylüler ne kadar temsil ediliyor? Bu sorulara binaenaleyh özellikle temsil ve “hesap verilebilirlik” siyaseti sağaltan yegâne gerçektir. Anlaşılıyor ki siyasette mahalli kamusal etkinin, örgütlü toplumun dayanılmaz mecburiyetini hissediyoruz. Bir mebus, bölgesine karşı hesap verme dürtüsü ile tir tir titremelidir; fakat öyle mi? Genel başkanlar mutlu olsun da gerisini koy gitsin… Bölgede oy veren vatandaşın bu sayın ve saygı değerlere eli mahkûm, değil mi? Türkiye’de siyaset hele ki Türkiye’de belediyecilik sil baştan yenilenmek durumundadır. Bugün belediyeler yerel ve genel siyasette sorunlu yapılardır. Taşeron şirket işleten belediye, işçi alan, işçi çıkaran belediye, yaptığı kaldırım taşlarını bile boy boy ilan tahtalarında faş eden belediye başkanları… 

Ak Parti’yi bir tarafa bırakırsak bizim için önemli olan konu, siyasal Türk Milliyetçiliğinin durumudur. Düşünün, öyle acayip işler olmaktadır ki Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ve Hür Dava Partisi (HÜDAPAR) aynı kulvara yükümlü “angaje” edilmektedir… Türk Milliyetçiliğinin kurumsal hafızası MHP, siyasi milliyetçilikte etkin faktör MHP; yıpranmış bir iktidarın ve Kürtçü-İslamcı özerklik talebini var oluş gayesi ilan eden bir Kürt-İslam partisinin içeri edildiği yol şeridinde hangi menzile gidecektir? Oyları %5 seviyelerine inmiş MHP’nin tabanına (Ülkücülere) yönelik ikna edici bir söylemi var mıdır? Çoğu Ülkücü bugün, iktidarı desteklemenin asli mazereti “beka” söylemini hararetle savunamamaktadır. Biliyoruz ki kadrolu Ak Partililer, Ülkücülerden çok da hazzetmezler! Ak Partililer 20 yılı aşan sürede ellerine aldıkları kurumları (örneğin belediyeleri) adeta babalarının terekesi gibi görmekte ve kendilerinden gayrısının dâhil olmasını sindirememektedirler. Ülkücüler, iktidar ile “aynılaşma” durumundan rahatsızdır. Unutulduğu kesin ki hiçbir MHP üst yöneticisi, milletvekili “Ülkücülerin iktidarı”nı ağzına bile almamaktadır. İHA ve SİHA övünç kaynağımız olsa da bugün bekâ “tenceredir”, marketlerde el yakan fiyatlar ve milletin tepesine yıkılan “çürük binalardır”.

Yine Türk Milliyetçiliği ile bağını (artık) kabul edemediğimiz; ancak Ülkücü tandanstan gelenlerin iştigal ettiği İYİ Parti ise Halkların Demokrasi Partisi (HDP) açmazı içinde şaşalayıp kalmaktadır. Meral Akşener’in “6’lı masa” garabetini kim, nasıl tevil ederse etsin… Meral Akşener partisinin potansiyel gücünü kullanamamıştır. Tabiri caiz ise aslan (Akşener) masadaki kedilere boğduruldu. Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu hamlesi hayal oldu gitti…

Genel siyasette (adaylık meselesi hariç), Türk Milliyetçilerinin oy verdiği partilere bakarsak bir tarafta HÜDAPAR, diğerinde HDP… Türk Milliyetçileri için bundan daha trajik bir siyaset panoraması olamazdı!

Kabul edelim, 2023 Mayıs’ında yapılacak seçimi belki inşaat-sever Ak Parti kazanacaktır belki CHP kazanacaktır; fakat biz Türk milliyetçileri, bu halde yine kaybedeceğiz. Türk Milliyetçiliğin politik parçalanmışlığı en büyük sorundur. Ak Parti’ye yahut CHP’ye peyk olmadan Türk Milliyetçilerinin özgün çerçevede, özgül ağırlığında Türkiye tasavvuru ve o Türkiye’yi yönetme aşkı, kötü bir Yeşilçam film senaryosu gibi… Ne kurgu var ne karakter ne de sahne var! Tüm bu şartlar dairesinde Ülkücülere, Türk Milliyetçilerine figüranlığı reva görenlere biz, ne diyelim! Bu da mı kader planı!..

Sembolik anlamda işaret edeceğimiz tek konu ise Sinan Oğan’ın Cumhurbaşkanlığı adaylığının ilan edilmesidir. Ümit Özdağ ile Sinan Oğan’ın enerji ve etkisi bu süreçte ne sonuç çıkarır, takdir sizin. Teselli payına “milliyetçi” bir adayın olmasını kayda geçelim.

Sonuç yerine;

Bakıyorum da bizim sorunumuz isimler değil; parçalanmışlıktan haz duyuran “içimizdeki şeytan”; yani gemi azıya alan benlikler, fikri boşluklar, basit hesaplar ve kendilerine büyüklük vehmeden ulu(!) Türk büyükleri…