Noam Chomsky: “Demokrasi ile idare edilen toplumlarda sermaye sahiplerinin keyfinin kaçmaması, medya, halkla ilişkiler ve seçim endüstrisi sayesinde sağlanmakta, seçimler olağanüstü vasıflar atfedilmiş ve yeterince şişirilmiş ‘liderler’ den, yani sembolik figürlerden birinin tercihi olayına indirgenmektedir” der. 

Tarihin en şaşırtıcı siyasi başarı öyküsünü bu açıdan yakından inceleyince aklımda bir sürü soru işaretleri kaldı. Obama henüz genç bir üniversite öğrencisiyken   kız arkadaşına ileride beyaz sarayda olmayı planladığını ve beyaz ırktan biriyle evlenmesinin siyasi hedeflerine engel olabileceğini,  ilişkilerinin devam etmemesi gerektiğini söylediğinde kızcağız  herhalde erkek arkadaşının delirdiğini düşünmüştür  Her ne kadar  toplu taşıma aracında oturduğu koltuğu beyaz bir yolcuya vermeyi reddettiği için tutuklanan zenci kadın Roza Park'ın  fitilini ateşlediği  ve  Martin Luther King'i efsane insan hakları aktivisti  haline getiren eylemlerden yıllar sonra toplum ırk ayrımı konusunda belli mesafeler kat etmiş olsa da beyazların ekserisinin  gözünde zenciler hala ikinci sınıf insandı ve bunlarda yetmezmiş gibi  Kenyalı Müslüman kökenli babasından Usein Barrack  ismi miras kalmıştı.

Ne miras ama... Siyasete girdiği ilk günlerde konuştuğu insanlar iyi güzelde bu garip isim nereden çıktı diye soruyordu kendisine.  Amerika’da siyahi olmak zordu ve gençlik çağlarında yanlış insanlarla takılmış kısa süreli maruhuana ve kokain kullanmıştı. 

Kendisini kolayca dibe çekebilecek bir geçmişi vardı Yetmedi... Siyaset uzmanı bir arkadaşı   11 Eylül saldırısı sonrası Usame Bin Ladin'in manşetten fotoğrafının basılı olduğu bir gazeteyi gözüne sokup isim benzerliğini ima ederek; “ülkenin siyasi atmosferinde büyük değişiklikler oldu biliyorsun değil mi” dediğinde omuzlarına büyük bir ağırlık çökmüş siyasi kariyeri hakkında kara kara düşünmeye başlamıştı. 

Geçmişi ne kadar tartışmalı olsa da karizma sahibi bir lider podyuma çıkıp engelleri tek tek aşabilir mi? Ya da daha gençlik yıllarından itibaren öne çıkan bazı gençler belli güç odaklarının dikkatini çekerek potansiyel lider olarak hazırlanır ve önlerindeki engeller tek tek kaldırılır mı?

Öyküye tekrar dönersek   2003 yılında çiçeği burnunda bir politikacı olarak ABD senato seçimleri için parti içinde yarışa girdiğinde rakibinin eski eşiyle ilgili problemleri medyaya yansıyınca demokrat parti adaylığını kolayca kazandı. Eyalet seçimlerinde Cumhuriyetçi partinin altın çocuğu olarak bilinen milyarder rakibinin seks skandalları patlak verince kendini senatoda buldu. 

Bir yıl sonra adı şanı pek bilinmeyen bir senatör olarak başkanlık adaylığını açıkladığı kongrede dedesinin ve büyük annesinin 2’nci dünya savaşında verdiği mücadeleleri ve Afrika’dan eğitim için gelmiş   babasının hayat felsefesini muhteşem hikâyelere dönüştürerek tüm ülkenin dikkatini çekti.  Her ırktan yakın akrabalarım var, benim hikâyemin dünyanın başka hiçbir ülkesinde yaşanması mümkün değildir diyerek geçmişini Amerikan rüyasının gerçekleşmesi olarak pazarladı. 2000 yılında Orta doğuda ve Afganistan’da yapılacak operasyonlar için en uygun başkan adayı çoğu zaman alkol sorunlarıyla boğuşmasına rağmen dindar ve milliyetçi çevrelere yakın oğul Bush’du. 

Al-gore ile yaptığı şaibeli seçim yarışında sonucu Florida’daki birkaç yüz tartışmalı oy yüzünden mahkeme belirledi. Ve sanırım 2008 yılında dünyada ve İslam aleminde itibarı yerlerde sürünen bir ABD için Obama olabilecek en uygun adaylardan biriydi. Rakibi kameralar karşısında dilini çıkaran 72 yaşında dengesiz bir savaş gazisiydi. Allah yürü ya kulum demişti bir kez... Belli ki halk seçmiyor, seçtiriliyor. Geçmişin ne kadar karanlık olursa olsun önemli olan seni kimin, nasıl pazarladığıdır. 

Yazımı şimdiden efsaneler arasına girmiş ‘’House of Cards: İskambil Ev’’ dizisinden muhteşem bazı repliklerle bitireyim. Demokrasi abartılmış bir kavramdır… Kendin kaşındın Amerika. Beni sen seçtin. Bu demokrasi, sizin demokrasiniz, beni seçti. Buraya gelmemi zor bulduysanız kalmak için neler yapacağımı anlarsınız.