Fransız Chappa kardeşlerin 1792 yılında, Optik fotoğraf sayesinde görsel kodları 12 kilometre uzağa gönderebilen ilkel bir telgraf yapmalarından, günümüzdeki internet ve benzeri dev iletişim harikalarına kadar geçen zaman içerisinde, insanların hadiselere bakış ve yaşayışlarında ciddi bir değişiklik oldu. Bütün bu dev ilerlemelere rağmen insanların daha huzurlu bir dünyada yaşamaları gerekirken, moda deyim ile küreselleşen dünyada daha da huzursuz olmuş ve hayattan bıkar hale gelmiştir. İletişimde meydana gelen hızlı büyümenin aynı oranda insani ilişkilere yansımadığını/yansıtılmadığını görmekteyiz. Oluşan muazzam gücü elinde tutanlar, bunu insanların daha rahat bir hayat sürmeleri yolunda kullanma yerine, liderleri olan Şeytan’ın telkinlerine kapılarak insanı sömürmek için kullanıyorlar. Adına medya denilen organı, sömürü vasıtası olarak kullanan küresel emperyalistlerin oluşturduğu kaosun düzeleceği hususunda da şimdilik hiçbir ışık görünmüyor.

“Yemin ederim ki, insanları mutlaka saptıracağım, muhakkak onları boş kuruntulara boğacağım...” (Nisa, 118) diyen insanın en büyük düşmanının kendisine merkez olarak seçtiği mekânların (medya merkezleri) ürettiği kargaşa, Şeytan’a gerek bırakmayacak kadar büyük.

  1. küresel emperyalizm ve medya arasında muazzam bir ilişki mevcut. Küresel emperyalizm üstatları Şeytan’ın telkinleriyle medya üzerinden dünyayı yönlendiriyor.

Bugün dünyada yaşananlara ve medyanın insanlara oynadığı oyunlara baktığımızda hiçte abartılı bir değerlendirme olmadığı net olarak anlaşılabiliyor. Küresel emperyalizmin bir sömürü aracı haline getirdiği medya eski Yunan’daki tanrılardan daha zalim bir şekilde insanları yönlendiriyor, savaşlara sokuyor, kan ve gözyaşı içinde bırakıyor.

Yunan mitolojisine göre tanrılar Olimpus dağında yaşarlardı. Bu tanrıların her birinin kendilerine özgü güçleri, iştahları ve istekleri vardı. Sözgelimi, en üstün tanrı Zeus, etrafa kıskançlıkta öfke dolu yıldırımlar, şimşekler çaktırıyordu. Oriyon güzel ancak öfkeliydi. Genç avcı tanrı intikam almak için bir krala savaş ilan ediyordu. Güzellik tanrıçası Afrodit’in eski Yunan’da baştan çıkarmadığı erkek yoktu. Ne var ki eski Yunan tanrıları aynı zamanda merhametliydi. İnsanlara yardım etmek için işbirliği ve yoğun rekabet içindeydiler. Şeytanın dünya merkezleri haline gelen medya, eski yunan tanrılarından kat kat zalimce insanları sömürüyor, yönlendiriyor ve adeta insanlığını yok ediyor. Dünyanın bir ucundan diğer ucuna yığınla mesaj ileten ve artık baş döndürücü bir hızla gelişen şeytanlaşmış medya tanrılık iddiasını sürdürüyor.

ÇOKLAR AZIN ELİNDE OYUNCAK!

Marshall Mc Luhan’ın kehanetini doğrularcasına dünya bir köy haline dönüştü. Baskı tekniğinin yerini görüntü, imaj ve sanallığın egemenliği aldı. Dünyanın küresel emperyalizm tarafından kaosa doğru sürüklendiği böyle bir ortamda insanlık bir var olma savaşı veriyor. Bu savaşın boyutunu ifade bakımından ABD’li İletişim bilimci Aldoux Hugsley’in “Şimdiye kadar bunca çok (Yedi milyar insan) bunca azın (medyayı kullanan yüz bin kişi) elinde böyle oyuncak haline getirilmemişti.” sözleri tam da yerine oturuyor.

Bugün insanların kendi tanıklıkları dışındaki olan bitenle ilgili en önemli bilgi kaynağı medyadır. Medya aracılığıyla yoğun bir bilgi bombardımanına maruz kalan insanlar, kendilerine sunulanı sorgulama fırsatı bile bulamıyor. Medyanın kontrolünü elinde bulunduran güç odakları, bu aracı kullanarak toplumları etkileyip yönlendirmekte yani manipüle etmede büyük ustalık kazanmış bulunuyor. Medya, toplumların, kendisinin de içinde yer aldığı sermaye ve politik güç odaklarının beklentilerine uygun biçimde yönlendirilmesi işlevini yerine getiriyor. Bunun sonucu olarak milyarlarca insan, sürekli aktarılan çarpıtılmış bilgilerle rahatlıkla yanıltılmakta, tarihin kendi yaşadıkları zaman diliminde gerçeklerin farklı anlatılmasının farkına bile varamamaktadırlar.

Gelinen noktada insanların hızlı bir şekilde “Sanal” dünyaya doğru koştuğunu ve o atmosferin mahkûmu olduğunu gözlemliyoruz. Şimdilik baş döndürücü bir şekilde artarak devam eden hızın nerede ve ne şekilde kesileceğini ise hiç kimse bilemiyor. Şehveti, şöhreti, parayı, ahlaksızlığı, ilkesizliği, şantajı ilke edinerek “birinci güç” olma yolunda ilerlerken sınır tanımayan medya, insanlığa verdiği zararlar noktasından ister istemez (fikir çağrışımı yoluyla) zihinlerimize Şeytan’ı getiriyor ve dehşetle teşvik ettikleri fiillerin nasıl örtüştüğünü / benzeştiğini bütün açıklığı ile gözler önüne seriyor. Ancak, dev medya plazalarda iletişim teknolojisinin kendilerine tanıdığı imkânı kullanıp, medya denilen aygıtı ellerine geçirenlerin daha da ileri giderek, insanların hiçbir değer yargısına saygı duymadan ve hiçbir kutsal tanımadan yaptıkları yayınların pespayeliği, kanınızı donduracak seviyeye çıkmanın yanında, Şeytana bile “Rahmet” okutacak boyuta ulaşması, nasıl bir kaotik yapı ile karşı karşıya olduğumuzun bir göstergesi olsa gerek.

BUNU ŞEYTAN BİLE YAPMAZ!

Medyanın geldiği bu boyutu tespit etmek bakımından ABD’li iletişim bilimci Daniel Boorstin aşağıdaki açıklamaları önem kazanıyor:

“Güç odaklarının elinde bulunan medya, düzme hadiseleri hazırlamak ve yaymak için her yerde örgütlenmiştir. Bunların işleri birçok parçadan oluşmuş görüntüleri gerçek diye yutturarak örtbas etmektir. Mesela, Wietnam Savaşı boyunca Beyaz Saray ne zaman güç durumda kalsa, başkana basın toplantısı düzenlettirilmiş ve basın toplantıları gerekli haberleri vermekten uzak olduğu halde, öylesine görkemli düzenlenmiştir ki, bizzat bir hadise niteliği kazanmış ve bir süre, esas hadiseleri unutturmuşlardır.”

Emperyalizmin bir sömürü vasıtası olarak kullandığı medyanın oluşturduğu menfi duruma baktığımızda ilk aklımıza gelen “Bunu Şeytan bile yapmaz” oluyorsa, başta sorduğumuz soruda medyanın ve küresel emperyalizmin üstatlarının Şeytan olduğu iddiasının hiçte abartı olmadığı bir kez daha kendiliğinden ortaya çıkıyor.

Şeytan’dan aldığı telkinlerle insanlığa her türlü aldatmayı reva gören medyanın önce zihinlerimizde sonra da hayatımızın her alanında oluşturduğu tahribat ister istemez zihinlerimize Kur’an’ın birkaç ayetini düşürmekte ve bizleri nasıl ciddi bir tehlike ve gerçekle karşı karşıya kaldığımız noktasında uyarmaktadır.

“...Şeytan diyecek ki: Şüphesiz Allah size gerçek olanı vaat etti, ben de size (yalan) vaat ettim ama, işte yalancı çıktım. Zaten benim size karşı bir gücüm yoktu....” (İbrahim, 22),

“Kim Rahman’ı zikretmekten gafil olursa, yanından ayrılmayan bir şeytanı ona musallat ederiz. Şüphesiz bu şeytanlar onları doğru yoldan alıkoyarlar da onlar, kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar.” (Zuhruf, 36-37)

Kur’an’ın bu ayetlerinin bugün adeta Şeytan’ın vazifesine soyunmuş emperyalizm aracı medyayı tarif etmediğini kim iddia edebilir? Şeytan’ın insanları yoldan çıkarırken sadece telkin yolunu kullanması ve bunu yaparken “Cinni ve insi” ordularını istihdam etmesi, ister istemez aklımıza “Şeytan’ın dünyadaki üsleri medyadır” fikrini aklımıza getiriyor. Çünkü küresel emperyalizmin elinde sömürü oyuncağı haline getirilen medyanın yaptığı gibi, Şeytan da insanları “geçici” ve “sanal” olanlarla aldatmakta ve yaratılış gayesinden uzaklaştırmaktadır. Bugün medya alanında yaşanan çarpıklıklara, ahlaksızlıklara, adaletsizlik ve alçaklıklara baktığımızda, Şeytan’ın dünyadaki üslerinin medya olduğuna delil olabilecek binlerce örnekle karşılaşmamız mümkündür.

Hangi açıdan bakarsak bakalım, insanın dehasının ortaya çıkardığı bir büyük kurum olan medyanın, “inançlı ellerde olan çok küçük bir kısmı hariç”, bugün yolunu “Şeytanlaşmış insanların çizdiği, “şehvet, şöhret, ahlaksızlık, ilkesizlik vb”, stratejiler doğrultusunda tespit ettiği çok açıktır.

KÖRLEŞTİRME VE KÖLELEŞTİRME ARACI!

Bilgiyi yaygınlaştırmak, insanları aydınlatmak üzere meydana çıkarılan, ancak çıktığı günden bu yana, “şöhret, şehvet, kin, nefret, insan sömürme” gibi hasletleri(!) ile meşhur olan medyanın, insanları körleştirmeye ve köleleştirmeye hizmet etmesi de tezimize delil olacak nitelik taşımaktadır. İletişim bilimci Doç. Dr. Nurdoğan Rigel’in, “Medya Ninnileri” eserinde üzerini çizerek söylediği, “Medya kitle kültürü empoze ediyor. Kitle kültüründe her şey standartlaştırılıyor, klişeleşiyor. Formüller halinde basit mesaj bombardımanları yapılıyor. Okuması, dinlenmesi, seyretmesi kolay mesajları çözümlemek için düşünce mekanizmamızı devreye sokmuyoruz. Medya endüstrisi, Medya patronları ve siyasi güç odakları, el ele gönül birliği içinde uyuşturulan kitlelerin üzerine günlük ve uzun vadeli kararlarını demokrasinin hiçbir kuralına uymadan, uyuklayan kitlelerin uyanık önderleri olarak uyguluyorlar”, sözler de, insanlığın nasıl bir tehlike ile karşı karşıya kaldığını gözler önüne sermektedir. Bu zaviyeden insanımızı, bu tür şer medyasının elinden yeni inançlı ellere/dehalara medya mensuplarına ihtiyacımız olduğu açıktır. Aksi halde Şeytan’ın, bütün aldatıcı hünerlerini kullanarak üs edindiği medya plazaların, insanımıza empoze ettiği/ dayattığı hayat stilini bu insanlığın daha fazla çekemeyeceği ve iflas edeceği ortadadır.

TOTALİTER DEVLETLERİN SAFLIK AYAR ARACI

Ünlü iletişim bilimci Naum Comhski’nin, “Totaliter devletlerin saflık ayar aracı” olarak tarif ettiği medyanın, insanları nasıl aldattığını anlamak için ille de uzman olmakta gerekmez. Bugün birkaç televizyon kanalından dünyada olup bitenleri seyrettiğinizde, aynı hadisenin nasıl farklı biçimlerde kılıflandığını / paketlendiğini ve kitlelere çaktırmadan empoze edildiğini görmek çok kolaydır.

1905 yılında Amerika’da toplanan Yahudi Konseyi’nin basınla ilgili almış olduğu aşağıdaki kararlar medyanın kötü ellerde nasıl bir canavara dönüşebileceğinin en çarpıcı örneğini oluşturmaktadır.

“İhtirasların körüklenmesi, parti hodkâmlığının takviyesi hususunda basının sırtına semer vuracağız. Ağızlarına da gem takacağız. Gazeteler bizim kontrolümüz haricinde hiç bir şey yapmayacak... Çünkü dünyanın her tarafından gelen haberler hep bizim merkezlerimizden alınmaktadır. Yahudi olmayanlar arasında matbuatımız namına tutulan ajanlar bizim, bizzat neşrine muvafık gördüğümüz şeyleri bize danışarak ve bizden müsaade alarak gazete sütunlarında münakaşa edecekler. Ve biz de bu münakaşaların husule getirdiği gürültüden istifade ederek kendimizce lüzum göreceğimiz tedbirleri alacağız ve bunları kamuoyunda bir emr-i vaki gibi göstereceğiz. Basın yoluyla müstehcen sanatı ve aşırı spor iptilasını aşılayacağız. Bu hareket kafaları, zihinleri bizimle mücadele etmekten alıkoyacaktır. Yahudi olmayanlar kendi zekâları ve düşünceleri mahsulü olan karar ve hükümlerden yavaş yavaş uzaklaşacaklardır. Biz dünyanın bütün dizginlerini elimize aldığımız zaman da müstehcen neşriyat devam edecektir. Ta ki Yahudi olmayan milletlerin hayasızlığı bizim mümtaz vakarımız karşısında daha ziyade göze batsın.” (12,13,14. maddeler)

Sadece bu ilkelere bile baktığımızda, bugün dünyaya yayılan porno yayınların arkasında kimin olduğunu hemen görebiliriz. Bu da bize müstehcen neşriyat yapanların kime hizmet ettiğini açıklamaktadır.

BİZDEKİLER FARKLI DEĞİL!

Medyanın olayları çarpıtma ve arkaplanındaki niyeti, bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de farklı değildir. Ülkemizde yaşanan olaylar ve yorumlarına baktığımızda da aynı çarpıtma ve kullanmaların en üst düzeyde seyrettiğini görürüz. Ülkemizde faaliyet gösteren medyanın inançlı kesimin elinde olan küçük bir kısmını saymazsak, içine düştüğü sefilliği anlatmaya bilmem lüzum var mı? Bugün ülkemizde yayın yapan Medya gruplarının çıkardıkları müstehcen/porno yayınların alabildiğine serbestçe ve pervasızca yayılması insanımızın nasıl bir tehlike ile karşı karşıya olduğunun da göstergesidir.

Hele hele özel TV kanallarının çoğalması bunu daha yaygın hale sokmuş ve ülkemiz adeta umumi bir gazinoya çevrilerek her türlü rezalet işlenir duruma getirilmiştir. Çarpıklıklar ve Şeytan’ın yolunda yürümeler sadece porno yayınlarda değil, haber ve diğer programlarda hususunda da görülmektedir. Aynı anda iki veya daha çok TV’nin sadece haberlerini izlediğinizde bile bunu görmeniz mümkündür. Gazeteci Hasan Yılmazer’in, acı ama gerçek bir vakayı bütün çıplaklığıyla ortaya koyan aşağıdaki sözleri, medyanın Şeytan’ın ilkaatları ile hangi kılıklara sokulduğunu trajik bir biçimde anlatır: “Vaktiyle yöneticilik yaptığım bir gazetede hem de Anadolu Ajansının tabiatıyla bağlı bulunduğu Ajans France Press (AFP) dolayısıyla Vietnam’da katliam yapan kişiye ‘Bienfu kahramanı’, Cezayir’deki kurtuluşçulara ‘Asiler’ dedik. Zannediyorum bütün bu etkinliğin neticesinde de devletimiz dahi tesir altında kalarak uluslararası plartfomlarda Fransız yanlısı oylar kullandı.”

Bütün bu ve benzeri olayları göz önüne getirdiğimizde meydanını emperyalizmin aracı olarak kullanıldığından ve bir medya egemenliğinden söz etmek mümkün görünmektedir. Bir zamanlar büyük gazetelerden birinin sahibi olan zata; “Medya dördüncü kuvvettir” diyenlere karşı O’nun cevap olarak verdiği; “Ne dördüncü kuvveti. Biz birinci kuvvetiz. Biz istersek asker kışlasına girer, istersek kışladan çıkarak ihtilal yapar.” sözleri de bunun olabilirliğini ispata yeter herhalde.

TAVRIMIZ NE OLMALI?

Şeytan’ın yaptığı bütün fiilleri aynıyla yerine getirerek adeta onunla aynileşen ve gerçek anlamda “Şeytan’ın Dünya üssü” durumunda faaliyet gösteren medyanın bizlere armağan(!) ettiği durumun vahameti, ruhlarımızda sadece ruhi ürperti meydana getirmekle kalmamış, dualarımıza da girerek, “Allah’ım bizi medyanın şerrinden koru” şekline bürünmüştür.

Hayata ahiret boyutlu bakamayan insanların elinde muazzam bir şer aleti olarak kullanılabilen medya, insanlığa hizmet etmeyi kendilerine gaye edinen “Yeryüzü mirasçıları” olmaya namzetlerin elinde, Hakk’a ve hakikate vasıta olan kutlu bir alet haline dönüştürülebileceği bir gerçektir. Büyük şairimiz Akif, inançlı insanların elinde olan medyanın “Kürsülerin en yükseği” olduğunu söyleme gereğini duyması bu gerçekliktendir. Dünyamızı, sanallığın, imajın, yalanın, şehvetin, şöhretin, şiddetin arenasına dönüştüren güç odaklarının elindeki medyanın boyunduruğundan kurtulma niyeti ve çabası taşıyanlara, herkesin sahip çıkması en büyük dileğimizdir. Bütün bunların ötesinde de, “Azın elinde oyuncak olan çokların” mevcut vahim durumdan sıyrılmaları için uyanmaları ve medyanın oyunlarına gelmekten kurtulmaları gerekiyor.