MHP genel merkezinin olağanüstü kongre taleplerini "Bizimle değil, mahkemelerle hakkınızı savunmanızı tavsiye ederiz" diyerek reddetmesinin ardından yargıya intikal eden 543 imza için nihai karar (kuvvetle ihtimal) 8 Nisan günü açıklanacak. İlçe Seçim Kurulu, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ve nihayet MHP genel merkezinin cevap dilekçesi ilgili sulh hukuk mahkemesine ulaştı. Öncelikle savcılığın mahkemeye gönderdiği yazıyla 543 imzanın 7'si dışında tümünün geçerli olduğu kayıt altına alındı. Zaten genel merkezin 45 sayfalık cevabi metninde ise ana tema "mahkemenin görevsizliği" ve bu konuya ancak Anayasa Mahkemesi'nin bakabileceği üzerine oldu. Mahkemenin nihai kararını bekleyip göreceğiz. Ancak bana kalırsa asıl odaklanılması gereken nokta şurasıdır...

1 Kasım seçimlerinin ardından MHP'nin odağında yer aldığı iç sorgulama ve sorunları çözüme kavuşturma gerekliliği daha önce yaşanan benzer süreçlerin ötesine geçerek, bir toplumsal tepki ve uyanışın işaretlerini vermeye başladı. Bu açıdan ülkücülerin sesi ve sözü önce MHP genel merkezine sunulan, sonra mahkemeye intikal eden 543 imzanın ötesinde anlamlar taşımaktadır. Türk milliyetçileri yaklaşık 15 yılda, 5 genel seçimde oylarını sürekli artıran (7 Haziran dışında) ve tek başına iktidarı elde eden bir partinin(AKP) varlığı karşısında zihinsel, yapısal ve politik etkinlik bakımından bürokrasiden, iş dünyasından ve hayatın farklı alanlarından soyutlanarak örselenmek istendiler. Bu son süreç bir yönüyle Türk Milliyetçilerinin çaresizliğe başkaldırısı olarak değerlendirilmeli. Kimileri bu uyanışın bir algı yönetiminin parçası olduğunu iddia etse de ülkenin her yerinde, farklı meslek ve yaş  gruplarında görülen istek ve beklenti aynı zamanda bir gelecek kuşatması ve bir sosyal statü direnişi şeklinde evrilmektedir. Bu durumun "MHP üzerinde oynanan oyunlar" adı altında topyekûn bir düşman algısıyla ötelenebileceğini düşünmek buzdağının ardını görmemek demektir.

2018 tarihini uzak bulan ve bugün bu imzalarla gün yüzüne çıkan "tartışalım, yüzleşelim ve değişimi oylayalım" beklentisi hukuki olarak ötelenebilme ihtimali taşısa da her geçen gün çarpan etkisi yaratan gerçeği ortadan kaldırmaya yeterli olmayacaktır. Er ya da geç bu gerçekle yüzleşilecektir. Burada esas alınacak hususun "ülkücü irade" olması zorunluluğu vardır.

Peki ülkücü irade nedir? Kimdir? Neyi temsil eder?

Pek çoğumuz buğumuzla camlara afiş yapıştırdığımız o günlerde "Hak hukuk adalet Milliyetçi Hareket"diyerek "biz" olmaya çalıştığımız o günleri unutamaz. "Gel bunlar Ötüken'den" diyen simitçiyi, tezgahını kapatıp mitinge koşan boyacıyı, harman günü biçeriyle konvoya giren bozkurt yürekleri hatırlamamak mümkün mü?

Peki nedir buradaki hukuk ve adalet ölçüsü?

Bizim seçtiklerimizin bizi seçmesi mi?

Seçilenlerin seçme hakkının bizim seçimlerimize yenik düşmesi mi?

Ya da demokrasinin vazgeçilmezi olan eleştiri ve seçme hürriyetinin  sorunlu hale gelmesi mi?

Mahkeme sonucunun dışında ve ötesinde belirtmek isterim ki hukuku tersten okumanın, demokrasiyi bireylerin inisiyatifine bırakmanın ve adalet terazisinde ülkücü iradeyi tartıya çıkarmanın ne geçmişin meşruiyeti ne de geleceğin inşası için katkı sağlayıcı olmayacağı çok açıktır.

Editör: TE Bilişim