Abdüllatif Şener, katıldığı bir Tv programında, “seçimli iktidar döneminin bittiğini, bundan sonra Erdoğan’ın seçimleri iptal edebileceğini,” söyledi. Bu tür laflar sorumlu siyasetçilerin asla telaffuz etmeyeceği laflardır. Zira, korku telkin eden her söz, her açıklama ülkeyi korku psikolojisi ile yönetmek isteyenlerin emellerine hizmet eder. Doğru olan, her platformda Türkiye’nin demokrasiden asla vaz geçmeyeceğini, farklı emelleri olanlar varsa bunların karşısında durulacağını kararlılıkla ifade etmek, vatandaşa korkularını yenecek bir zemin sunmaktır. Oysa yapılan açıklamalarla, bu korkuları besleniyor. Madem öyle veya böyle hep iktidarda kalacaklar, öyleyse beyhude çaba harcamayalım diyerek vatandaş iktidarın kucağına itiliyor.

FETÖ davalarının bu kadar uzamasının arkasında yatan temel neden de budur. Davalar sürdükçe bu tehdidi gerekçe göstererek her türlü antidemokratik uygulamayı vatandaşa kabul ettirmek mümkün. Bir iktidar, ülkeyi demokratik usuller yerine otoriter yöntemlerle idare etmeye karar vermişse bunu meşrulaştırmak için mutlaka vatandaşa göstereceği bir tehdit ve tehlikenin de bulunması gerekir. İşte bir türlü bitmeyen FETÖ davaları, iktidarın tehdit ihtiyacını karşılıyor. Muhalefet de bu çorbayı karıştırarak bilerek yahut bilmeyerek bu oyuna alet oluyor.

Bir ülkede devleti ele geçirmeyi amaç edinen örgütler, guruplar varsa -ki vardır- onlarla mücadele etmek devlet olmanın gereğidir. Ancak bu mücadele demokrasiyi korumak için verilir, demokrasiyi askıya almak, keyfi yönetimi meşrulaştırmak, hukuki denetimden kurtulmak için verilmez. Bugün FETÖ davaları ile her türlü hukuk dışılık normalleştiriliyor, tek adam yönetiminin demokrasi dışı uygulamaları meşrulaştırılıyor. Bir kurum ve kurallar manzumesi olan devlet aygıtı kuralsız ve kurumsuz hale getiriliyor. Bir hain darbe, demokrasiden uzaklaşmanın, devleti kişisel mülk haline getirmenin aracı haline getiriliyor.

Türkiye İran değildir, çünkü iyi kötü bir demokrasi geleneği vardır. Ayrıca iki ülkenin sosyolojileri ve tarihi tecrübeleri farklıdır. Onun için Türkiye İran olamaz. Türkiye Suriye de değildir. Daha dün denecek bir tarihte bağımsızlığını kazanan bir çadır devleti ile binlerce yıllık devlet geleneği olan Türk milleti ve devleti mukayese edilemez. Türkiye’de Suriye’deki gibi bir tek adam modelinin de uzun süre kalıcılığı olamaz. Bu millet sürü değildir, bu kategoriye sokulduğunu anladığı anda da tepkisini, reflekslerini gösterir. İstanbul seçimlerinde yükselen tepkiler aslında vatandaşa sürü muamelesi yapmaya, onun iradesini tanımamaya gösterilen bir tepki idi. Bunun arkası da gelecektir.

Bütün bu mülahazalardan anlaşılacağı üzere doğru olan felaket tellallığı yapmak, vatandaşın umut ve cesaretini kırmak değil, vatandaşı cesaretlendirip, hukukuna sahip çıkacak motivasyonu vermektir. Muhalefette olanların görevi korku telkin etmek olmamalıdır. İktidarı eleştireyim derken onun amaçlarına hizmet edici her türlü açıklama ülkeyi biraz daha otoriterleşmeye götürür. Sorumlu, akıllı, planlı bir muhalefet milletin devletinin, kişinin devleti haline gelmesine müsaade etmez, şöyle olacak, böyle olacak yakınmaları yerine iktidara demokrasi ve hukuku aşamayacağını gösterir. İktidara sınırlarını gösteremeyen bir muhalefet vatandaşa karşı görevini yapamaz, demokrasiye sahip çıkamaz. Yapılması gereken, vatandaşa, hukuktan, demokrasiden, adaletten asla vazgeçilemeyeceğini anlatmak, farklı eğilimleri olanların cesaretlerini kırmaktır.