Düzenlemenin ne getireceğini en doğru Başbakan sn Binali Yıldırım söylüyor. Yıldırım,bu tek adam düzenidir, bir kişi yönetecek, halk patron olacak diyor. Bir kişinin yöneteceği doğru ama halkın nasıl patron olacağını sn Yıldırım söylemiyor.

Bu tip tek adam yönetimleri yakın geçmişte denendi ve o ülkelere ne getirdiği görüldü. Irak'da Saddam yönetimi bir tek adam yönetimiydi. Astığını astı,kestiğini kesti sonunda ülkesini paramparça etti.

Libya'da Kaddafi yönetimi bir tek adam yönetimiydi. Kaddafi çadırında yıllarca Libya'yı demir yumrukla yönetti.Muhalefete hayat hakkı tanımadı. Ülkenin kaynaklarını tabana yayamadı. Devlet malını kişisel malı gibi çar çur etti. Sonunda o da tetikte bekleyen emperyalistlere istediği malzemeyi verdi ve bugün Libya paramparça.

Esad'ın Suriye'sini yazmama gerek yok.Yetmişli yıllardan itibaren devlet Esat ailesinin mülkü haline geldi.Halkın büyük bir kısmı siyasetten ve devletten dışlandı.En küçük muhalefet şiddetle bastırıldı. Devletin kurumları  bazı topluluklara kapandı. Suriye tam bir tek adam yönetimi ve zümre devleti oldu.İnsan hakları ihlalleri, zulümler  sonunda sosyal patlamalara neden oldu. Bugün Suriye bir kaç parçaya bölünmüş durumda,gelecek yıllarda bir Suriye devletinin olup olmayacağını kimse tahmin edemiyor.

Tunus bağımsızlığına 1956 yılında kavuştu,Burgiba önce rakibi Salah Bin Yusuf'u tasfiye etti,1959' Anayasası ile bütün yetkileri kendi elinde topladı.Partileri kapattı,muhalefeti ağır şekilde cezalandırdı. 1987 ye kadar ülkeyi yasaklarla, baskılarla yönetti, ardından gelen Zeynel Abidin bin Ali,  Tunus baharında devrilinceye kadar aynı yolu izledi. Her ikisi de meclisi ve devlet kurumlarını işlevsizleştirerek hegemonyayı tek elde toplamışlardı. Bugün Tunus Nahda ve onun lideri Gannuşi'nin uzlaşmacı politikası,tek adam sisteminden vaz geçilmesi  ve yetkinin kurumlar arasında dağıtılması sonucu kısmen istikrara kavuşmuş durumda.

Bu ülkelerin otak noktası -tek adam -yönetimiydi. Hiç biri, halkına huzur,adalet,refah ve özgürlük getirmedi. İnsanlar yıllar boyu hür bir ülkede değil, açık bir hapishanede yaşadılar. Hemen hepsinin petrolü olmasına rağmen iç biri sanayileşemedi. Ülke, kaynakları doğru kullanılamadığı, ağır baskılar toplumun yaratıcılığını,enerjisini tükettiği için gelişemedi. Tek adamlar bütün dikkatlerini kendi saltanatlarının devamı için harcadılar. Sonunda hem iktidarlarını kaybettiler hem de ülkelerini bir enkaza çevirdiler.

Benzer  bir tecrübeyi Batı' toplumu da  yaşadı. Almanya'da Hitler,İtalya'da Musollini ülkelerini kan gölüne çevirdiler. Hitler'in dizginlenemez hırsı İkinci Dünya Savaşına neden oldu,milyonlarca insan hayatını kaybetti. İki milyon Alman kadına tecavüz edildi,Almanya ortadan ikiye bölündü. Hitler intihar etti,Musollini Linç edildi. Geride harabeye çevrilmiş bir dünya bıraktılar. Almanya da,İtalya da yaşadıklarından dersler çıkardılar. Sistemlerini tek adam üzerine değil, kurumlar üzerine kurdular.

Tek adam düzeni 19 veya 20. yüzyılın hastalığı değil. Saltanat için her yolu mübah görme hastalığı, geçmişte de yaşandı. Hem Emeviler, hem Abbasiler tarihi insanlığın ayaklar altında ezildiği örneklerle dolu. Nevzat Kösoğlu,Hukuka Bağlılık Açısından Eski Türkler'de İslam'da ve Osmanlı'da Devlet isimli değerli eserinde, Emevi ve Abbasi dönemindeki uygulamalara şu örnekleri verir."Emevi  yönetiminin Arap ırkçılığı derin ayrılıklara neden oldu.Haccac Arap olmayanların camilerde imamlık yapamayacaklarına dair hüküm verdi.Irak'taki Nebetilerin ırklarını belirtmek için ellerine damga vuruldu.Müslüman oldukları halde Arap olmayanlardan cizye alınmaya devam etti.Arap olmayanların cenaze namazı kıldırması yasaklandığı için bazen bir Arap çocuğu bulununcaya kadar cenazeler ortada kadı.Arap olmayan kadılar görevlerinden çekilmek zorunda bırakıldılar.Bir Arap kızı Arap olmayanla evlendiğinde evliliği iptal edildi,Arap olmayan  koca kamçılatılıp, saçı sakalı kesilerek şehirde gezdirilerek aşağılanır oldu. Her türlü muhalefet sınırsız kanla bastırıldı. Yöneticiler,  kendilerini herhangi bir ahlaki veya hukuki bağla bağlı hissetmediler. Onlardan hesap soracak bir mekanizma yoktu,ağızlarından çıkan kanundu.Bir çok alim fazıl kişi düşüncelerinden dolayı  idam edildi.İmam-I Azam gibi bir İslam Hukuku zirvesi hapsedildi,kırbaçlandı ,en sonunda zehirlenerek öldürüldü..Arkalarından gelen Abbasiler de farklı davranmadılar,Şam'a girdiklerinde görkemli Emevi Camiine at bağlayıp, ahır olarak kullandılar. Elli bin insanı öldürdükten sonra mezarlardan Emevi cesetlerini çıkararak kırbaçlattılar..." Bütün bu uygulamalar yönetimin saltanata dönüşmesi ve yönetenleri denetleyecek herhangi bir adli mekanizmasının bulunmamasının sonucudur.

Tek adam yönetimlerinin ortak noktası  herhangi bir denetim ve dengeleme mekanizmasının yokluğudur. Bu durumda yönetimin karakterini -tek adamın kişiliği- tayin etmekte,milletin kaderi  bir kişinin psikolojik durumuna bağlı kalmaktadır.İktidar el değiştirdikçe, gelenin kafa ve gönül durumuna göre yönetimin rengi değişmekte, bir despotun yahut hastanın başa geçmesi halinde onu frenleyecek bir mekanizma olmadığı için millete dua etmekten başka çare kalmamaktadır. Bu, elbette bugün ülkemizi yönetenlere yakıştırdığımız bir durum değildir. Ancak kim olursa olsun sınırsız yetkinin  kişilik değişimine yol açtığı,bütün ahlaki değerleri sıyırıp aldığı bir gerçektir.

Çağımız kurumlaşma ve yetkileri paylaşma çağıdır.Şeffaflık,denetlenebilirlik  çağdaş yönetimlerin en önemli vasfıdır. Yönetimlerin karakteri kişilerin psikolojisine değil,yasa ve yönetmeliklere bağlanmıştır.Milletin kaderi bir kişinin vicdanına,keyfine,şahsi komplekslerine bırakılmamıştır. Referandumda karar vereceğimiz konu budur; ya milletin kaderi bir kişinin keyfine bırakılacak, yahut hukukun,denetimin,şeffaflığın hakim olduğu, herkesin sınırlarını bildiği bir Türkiye diyeceğiz.