Şimdi size tuhaf bir meseleyi anlatacağım. Bu yazıda bir yere muhalefet yok ama sorgulama var. Arkadaşlar hiç sordunuz mu ya da sorguladınız mı? bilmem. Yerli otomobilimiz TOGG hayli üst segment ve hitap ettiği kitlenin adedi son derece dar. Peki daha alt müşteri grubu neye binecek? Orta ve dar gelirlinin birikimi için hiç yok muydu halkın binebileceği basit bir model? Vardı arkadaşlar. Ama soruyu şöyle sormak lazımdır.

Orta gelirli veya düşük gelirli vatandaşların bir şeye binmesi neden önemlidir?

Şimdi iyi dinleyin.

Ülkeler, nüfuslarının sosyo ekonomik yapısına göre ürünlerin üretimini yaparlar. Bu şu demektir.

Eğer halkınınn %10 kadarı fakir, %90'ı zengin ise lüks bir araç yapabilirsin %10, önemsiz bir pazardır.

Ama Türkiye gibi nüfusunun %60'tan fazlası orta gelir grubundan oluşan bir ülkede siz bu %60'a yönelik sanayi ürünlerini esgeçemezsiniz. 

Şöyle devam ediyorum daha iyi anlayacaksınız.

Dünyada bazı markalar vardır. Kendi adıyla lüks üretim yapar ama bir yan marka ile de orta tabakanın alacağı ürünlerle onların cebindeki parayı da alır üretim çarklarına ve ekonomik çevrime kazandırır. 

Orta halli insanların çok olduğu ülkede yatırım yapacaksanız bu şarttır.

Wolkswagen'in SEAT ve ŞKODA'yı satın almasındaki sebep de budur. Orta halli tabakanın parasını almak (Avrupa'nın orta hallisi)

SONY'nin KYOCERA markasını çıkarma sebebi de budur.

Türkiye'de herkesin Franke, Liebherr, Smeg, Gaggenau, gibi buzdolaplarına parası yetmiyor. 40-50 bin liralık buzdolapları yerine 10, 15 bilemedin 20 binlik buzdolapları alıyorlar.

Arçelik, Vestel, Regal ve Beko çamaşır makinalarının yürümesi de bu sebeptendir.
 
Bir mal ne kadar basit olursa o kadar tamiri, servisi ve bakımı kolaydır. Ne kadar detayı, elektromekanik sistemleri çetrefilli ise o kadar pahalı ve servis ve garanti sonrası yüksek masrafları söz konusudur.

İşte burası bizim, yani Türkiye'nin Tuzla Jeep Fabrikası arkadaşlar. 1954 yılında “Türk Willys Overland adı ile kurulmuş. O zamanlarda ABD’den parça getirtilerek sivil/askeri cipler üretilmiş. İlk başlarda yerli üretimi sadece %2 iken 1960'ların sonunda yerli üretimi %60 lara kadar çıkmış sonra 1986 yılında fabrika, TSK ya devredildi ve T-Model” isimli proje ile yerli üretim cipler üzerinde çalışılmaya başlanmış, 1988 yılında YTÜ, projeye ortak olmuş ve %100 yerli askeri jeep üretimine başlanmış. 1990 yılında %100 yerli GT ve GTD Model olarak askerî jip üretimine başlanmış"

"Araçlara ait marka tescili de , 1995’te Türk Patent Enstitüsü tarafından ‘Tuzla 1013’ adı ve ‘T’ logosuyla yapılmış yani patenti de bize ait. Ayrıca, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Sanayi Genel Müdürlüğü’nden araç tip onay belgeleri alınarak, ihracat için gerekli şartlar elde edilmş. Ama her nasılsa fabrika 2006 senesinde bir gerekçe gösterilmeden kapatılmış".
(tırnak içindeki kısımlar alıntıdır)

Oysa burası, 1990’dan 2006 yılına dek az az da olsa tamamı yerli üretim 13.000 üzerinde araç üretmiş. Araçlar son derece basit jipler. Ne airbag var, ne ABS ne otomatik vites ne de kliması. Bildiğin jip. Ama taş gibi. Bozulmaz, yan döner ezilmez... 2 kişi düzeltir yola geri koyarsın. Yüksek eğimde sürülür, çamura girer, zıplar, yükü de iyi çeker, dağda taşta bayırda piyadenin, muhaberenin can dostudur. Üstüne tanksavardı havan topuydu makinalıydı koy, götürür... Bozuldu mu* İngiliz anahtarı, tornavida ile tamir edilir. Her yanı kolayca çıkarılabilir ve rahatlıkla yama yapılabilir. Bu araç geliştirilip hatta hiç geliştirilmeden seri üretim miktarı artırılıp bir aile aracı görüntüsü verilse idi 22,5 milyon Türk ailesinin %60'ının ayağını yerden kesebilirdi. Birincisi motoru Türktü.

Bunun doblo gibi olanını da, üstü açık, kapalı, 2 kişilik, 4 kişilik olanını da düşük masraflarla azcık geliştirme ile üretebilirdiniz.

Bu yaptığınız şeyle de sürümden kazanır, 250 bin liraya halkın otomobile binmesini sağlardınız. Adam da parasını yastık altında tutmaz, taksidini ödeyebileceği bu araçlara yatırırdı ve para hep ekonomide çevrimde tutulurdu... Fazla mı ürettin? Onu alacak Afrika ülkelerinde satardın. Çin gibi düşük kaliteli araçlarla Afrika pazarını ele geçirirdin. 

Bu iş hem zincirleme bir iş imkanı oluşturur hem de sektöre çeşitlilik katardı. Bu araçlar için yedek parça, modifiye malzemeler ve onca şeyin üretimi ile dönen bir çark işlerdi. Milyonlarca kişi bundan ekmek yerdi. Doğrudan ve dolaylı...  TOGG 50 bin euro mu? Bu araçları en fazla 10 bin euroya mal edebilirdiniz. Bak İspanya elektrikli mini araç üretiyor silence s04 model ve 6 bin euro. Biz daha da ucuza mal edebilirdik. İspanya'da asgari ücret (1050 euro) bizdekinin 3 katı yahu.

Zamanla para girdisi yapıp bu aracın geliştirilmesi ile Tuzla X, Tuzla SLX gibi çeşitlendirmeler yapardınız.

Şimdi TOGG'u üretince ne oldu? İçerisinde kullanılan motoru Bosch Alman, bataryası Çinli Siro. Yarın Almanya Türkiye'ye ekonomik ambargo koysa veyahut çin, Türkiye'ye yaptırım uygulasa ne olacak? Ya da tersten soralım, Bataryayı Çin'den aldığımız sürece Doğu Türkistan konusunda gıkımızı çıkarabilir miyiz? Motoru Almanya'dan aldığımız sürece Heyyy Almanya diyyebilir miyiz? 

Adam diyor ki, Dünya artık globalleşti büyük bir köy oldu, ürünün parçalarını farklı yerlerde de yaptırabilirsin ve bu ona katma değer katar. Yavrum evet katar ama Türkiye gibi etrafı ateş çemberi ülkelerin böyle lüksü yoktur. Bizler, kendi kendine yeterli olmak zorunda olan ülkelerdeniz. Sen böyle yatırımları Slovenya gibi butk ülkelerde, savunma gereksinimi hiç olmayan veyahut gereksiz düzeyde olan ülkelerde yaparsın. Üret yanda İtalya'da şanzımanı, a yukarıda Avusturya'da da motoru üret, yandaki Hırvatistan'dan da camları getirt al sana Slovenya'nın lüks aracı... İşte bu ülkelerde gider senin mantık. Slovenya kimin tavuğuna kış diyor, hani küresel oyunu bozmaya çalışıyor, hangi adaletsizliğe ses yükseltiyor ki Slovenya'ya Hşşşt akıllı ol! desinler?

Bak Rusya'ya yaptırım uygulandı. Bize olmayacağının garantisi var mı?

Arkadaşlar seneler önce Türkiye'de emektar bir traktör markası yaygındı. Massey & Ferguson traktörleri idi. Her yerde gördüğünüz ve ağırlıklı olarak kırmızı renkteki traktör genelde buydu. Görüp görebileceğiniz en basit, en iş yapan araçtı bu. Anadolu'ya da en uygunuydu. Çünkü Anadolu ve Trakya köylüsü bunu öyle bir kullanırdı ki, arkasına karisör takar 30 kişiyi yükler düğüne gider, denize gider, harmana, patoza, panayıra keşkek şenliğine giderdi. Motoru de kökledikçe kökler, karisörü de yükledikçe yüklerdi.

Haliyle araç bozulurdu da arada bir. Ama o bozulmaları birkaç saatte tamir ederdiniz. Yan sanayi ile, çıkma parçalarla beleşe yakın fiyatlarla götürürdünüz bunları.

Unutmayın! Asker ve çiftçiye her şeyin iş yapanı, çalışma prensibi olarak en basit çalışanı ve en basit tamir edileni lazımdır. Şimdi adamın traktörü klimalı, motor beyni olan, onca elektronik ıvır zıvırı olan traktörler. Bir bozuluyor, servisin gelmesini bekliyor 4-5 gün. Ne gerek vardı?

Askerin bineceği araçta evet cephe hattında personel taşıması için kirpi, zpt vs çok önemli ama diğer bölgelerde bu tuzla jipleri idealdi. Bak bir savaş durumunda bu jipler yine en idealidir. Çünkü bunlar motorlu piyade gibidir. Üretim bandından asla kaldırmaman gereken, belki sayısını azaltacağın ama o bantın hep aktif çalışması gereken bir fabrikadır bu.

Savaşta bozuldu mu? Yara mı aldı? Tamir et, yama, cepheye sür... hatta cepheye hiç sürme, cephe gerisinde sağa sola koştursun.

Şimdi fabrikanın geldiği hali söylüyorum. Çalışmıyor ve atıl durumda. Başına yine bir ürfabrika komutanı koyulmuş ama içeride üretim nanay. Üretilmiş araçların ise bazısı yığılmış çürüyor. Ya da uyanıklar ihalelerle bunları alıyor, modifiye hale getirip 750 binden pazarlıyorlar.

Offroad tutkunları için veya jip  delisi için para mı? Değil. Peki niçin bu fabrika gerekçesiz olarak kapatıldı?

zannedersem sebebi "kendi hikayesinin mimarı olmak" ısrarı.

Şimdi bu ne demek? Bunu anlamak için eskiden bir arkadaşımın başına gelenlerle açıklamam gerekecek.

Eskiden, üniversite zamanında bir arkadaş vardı. Arada bir karşılaşırdık konuşurduk. Babasının bir oteli vardı Sirkeci'de. Ufak bir oteldi ama iyi iş yapıyordu. Yazlıklarını, 3 apartmanlarını ve tüm servetlerini oradan kazanmışlardı. Çocuk da babamdan sonra ben otelin başına geçerim zaten tek erkeğim diyordu. Akli dengesi bozuk bir kızkardeşi vardı. Ama gel zaman git zaman sonra bu çocuğu bir haller bastı. Babasından soğumuş, ona diş bilemiş bir hal sardı bunu. Sebebini önceleri hiç bilemedik... Meğerse babası annesini aldatmış, annesi de intihar etmişti. Babasının da içtiği sigara yüzünden ayaklarını kesiyorlar işin başına çocuk geçiyor. 

Bu delikanlı o oteli kapattı. Evet kapattı. Otel olarak değil elektronik üzerine iş yapacağım dedi. O sıralar Türkiye'de toplama bilgisayar furyası vardı daha yeni yeni.... Bu da tüm binayı değiştirdi. Günde iyi kötü 1.500 dolar kazanan otelin tüm odalarını söktürdü, tuvaletleri iptal ettirdi. Bir katta montaj, diğerinde servis hizmeti vs. Mühendislere teknisyenlere ciddi paralar veriyordu. Ekran daha LCD yeni yeni çıkmaya başlamış, %3-4 karla piyasaya giriyordu... 

İhalelere girdi, ihale ihale gezdi, ama şirketi ilk iki üç seneden sonra hiç görmedim. Sonra duydum ki, aile servetini hayli tüketmiş orası için.

Çünkü babasının hikayesinin devamıydı otel. O ise bu hikayeyi devam ettirmedi çünkü kini babasınaydı. Bizde de iktidarlar, benzer bir refleksle bir öncekinin hikayesini devam ettirmek gibi görüyorlar bu mevzuları. Oysa bunlar milletin akçesidir, milli değerlerdir. Devam ettirilmeliydi. Aselsan, Netaş, ne güzel cep telefonu yapıyordu. Bozulmuyordu da ... iyi mi oldu üretimi durdurmaları?

Türk insanının parası Nokia, Ericsson'a gitmeye başladı.
Daha piyasada samsung ve iphone bile yoktu o sıralarda. Oysa devam etseydi şimdiki iphone veya samsung gibi pek tabii ki olabilirdi.

Olmadı... Ayda 10 bin lira para kazanan kasiyer çocukta iphone görüyorum. Deli gibi bir telefon alma furyası var millette. Bu paralar hep dışarı akan kara deliklerimiz bizim. Aselsan ve Netaş eğer o sektörde kalsalardı ciddi bir merhale kat etmiş olurduk. Bak şu anda cep telefonu üretiminde yokuz.

Olabilirdik de.

Tıpkı bunun gibi düşünün şimdi.

Bu Tuzla marka jipler de aselsan telefon gibiydi. Bunun üzerine geliştirme yapılsaydı Tuzla adıyla devam eder, yürürdü. Ne gerek vardı sıfırdan başlamaya? İşte Türkiye'nin her iktidar döneminde sıfırdan başlama sıkıntısı budur. Her seçim döneminde, her yerel seçim öncesinde güzelim kaldırımlar neden sökülür de yeniden yapılır? Allahaşkına andezit gibi volkanik bir taş ki kırılması çok zordur kimin neresine batar da o taşları her seçim döneminde söküp yeniden döşerler? Bu hiçlik tiyatrosu nedense kaderimizdir bizim.

Kıramıyoruz şu fasih daireyi.

Bak TOGG için yılda 175 bin adet retilecek denmişti şimdi ise yıl sonuna dek 28 bin tane ancak üretilebilir deniyor.

Hiç aklınız kesiyor mu şu rakamın Türkiye nüfusuna oranını?

22,5 milyon aile var demiştik Türkiye'de.
Bunun %60'ı, 13,5 milyon araç ihtiyacı demektir. Hatta bu, aile başına rakamdır. Aynı ailede baba anne, delikanlı da araç alsa sayı artar.

İşte bu 13,5 milyon kişinin talebine arz edecek bir alternatif koyamamışsın. Koyamadığın için de piyasaya efelenip ikinci el fiyatlarına düzenleme getirmek dışında çaren yok.

Yurtdışındaki ikinci elleri Türkiye'ye dünya kadar vergi vermeden sokmaya da izin yok. Peki ne yapacak Türk halkı?

Böbreğini satsa, karaborsada bir böbrek 50-60 bin dolar. Ancak yetiyor TOGG almaya. Yani milli gururu yaşamak için böbreğini satabilirsin. Başka türlü binme ihtimalin yok. Kaliteli yaşamanın bedeli hiçbir ülkede Türkiye'deki kadar kaf dağında değildir.

Oysa basit şeyler istiyoruz. Ayağımız yerden kesilsin, maaşımız barınmamıza yetsin, üç beş gün insan gibi tatil yapalım, kendi şehirlerimizin meydanlarında elin iti kopuğu bizi parmaklamasın istiyoruz. Bu kadar mı imkansıza biner en basit ihtiyaçlar?

İddia ediyorum ki şu ülkede İspanya'nın yaptığı ve o yukarıda ismini verdiğim otomobillerden daha iyisi 6.500 dolardan da ucuza mal edilebilir. Çin, Cherry ile başladı, Geely ile Mercedes'i taklit etti ama şu anda otomobil piyasasında Afrika'yı ele geçirmiş durumda. Niye Afrika'da hep Çin malları ve özellikle de o Çin mallarının ucuzları tutuluyor? Çünkü nüfuslarının alım gücü yüzdesi düşük ekonomi grubundan oluşuyor. Yani özetle mantığın şu olmalıdır.

A grubu ekonomiye sahip olanlar için bir araçtan 10 bin adet üretirsin. 500 bin euroya satarsın.

B grubu ekonomiye sahip olanlar için de B grubu kalitede bir araçtan 100 bin adet üretir 50 bin euroya satarsın. Dikkat et yine aynı karı ediyorsun.

C grubu ekonomiye sahip olanlar için de C grubu kalitede bir araçtan yılda 1 milyon tane üretir, 5 bin euroya satarsın. Aynı karı belki fazlasını elde edersin.

Biz ne yaptık? sadece B'den gittik. TOGG'u ürettik. A zaten bu topraklarda A grubu nüfus çok az olduğu için onlar da batıın A grubu mallarını kullandığı için gereksiz bir deneme olurdu.

B'dir TOGG.
Avrupa'daki ve ABD'deki basit bir orta halli adamın bineceği araç Türkiye'de lükstür. Lüks olduğu için de nüfusun düşük bir yüzdesine hitap eder. Geri kalanları ise kedinin ciğere baktığı gibi bakar.

Niye baksın ama?

Hitler, VolksWagen araçları ilk ürettiren kişidir arkadaşlar. VolksWagen demek, HALKINARACI demekti. Maksat basitti. Halkın ihtiyacı için üretilecek hesaplı araç.

Böyle yürüdü VW. O tosbağaların en çok tutulma sebebi de pratik ve tamirinin kolay olmasıydı. Hala da tutuluyor, hala da delisi var. Kült bir araba oldu.

Kendi hikayesini yazmak isteyen insanlar için bu dediklerimizi anlamak "basit bir muhalefet" olarak algılanabilir ama bu Türkiye'de her iktidarın içine kaçan bir şeydir. Anlamam mesela nüfus yoğunluğu olmayan Çamlıca tepesine tepenin o konik şeklinden bağımsız şekilde o köşeli ve tepe silüetine ters Çamlıca camii şart mıydı?

Kadıköy'de denizden doldurulan bir alana yapılamaz mıydı? Ne gerek vardı dağı rezil etmeye? O çamlıca tepesine batırılmış şırınga biçimindeki saçma kule için kaç yarışma yapıldı da bu seçildi?

Taksim camii denen Kuzey Koreli mimarların elinden çıkmış gibi duran ucube için çok mu uğraşıldı acaba? Her şeyin neden en çirkinine, en pahalısına muhatabız? Yoksa bizler de Allah'ın "merhamet ve rahmetini, bereketini çekip aldığı" zavallı milletlerden biriyiz de kendimizi mi avutuyoruz?

Malezya gibi İngiliz sömürgesi iken şartlı ve bozmayacağına garanti verdiği maddeler karşılığında baımsızlığına ulaşmış eski sömürge ülkeler gibi işleyen kurallar, rafine kurumlar kaliteli üniversiteler neden bizde yok?

Neden her şeyin gibisi var? Bizleri en sonunda "Yahu bizden adam olmaz" dedirtip müstemleke olmaya mı itiyor birileri?

Kendi ulusal özgüvenimizi yitirmemiz acaba istenen şey mi? Yoksa bu da bizim bir evhamımız da, aslında dış güçlerin böyle istediği mavralarına inanıp kendi vizyonsuzluğumuzu görmekten mi kaçıyoruz?

Bir elin yaptığını diğeri neden bozuyor?

Nuri Demirağ, Vecihi Hürkuş, Nuri Killigil gibi milli hikayeler neden başlamadan bitiyor veyahut efsaneleşecekken bir yerlerde hikaye kopuyor?

Neden saçma sapan şeylerle ayrılıyoruz?

1400 yıl önce yaşamış Hazreti Ali ve Muaviye kavgasının mirasçısı olan mezhepler neden iki Türk ülkesini 500 senedir gereksiz yere ayırdı da hala bu ülkede de bir ayrım sebebi oluyor?

Düşünün 1800'lerde yapılan nüfus sayımında Osmanlı nüfusu Türkiye'de 7,2 milyon, İran'da 6,5 milyondu. İki Türk ülkesinin toplamı 15 milyon vardı ya da yoktu... Ama aynı dönemde Rusya, 25 milyondu. Ne oldu biliyor musunuz? Rusya iki ülkeyi de dinlene dinlene dövdü, parçalar koparttı. Bizlerle Küçük Kaynarca, Yaş, Hünkar İskelesi ve onca antlaşma, İran ile de Gülistan ve Türkmençay antlaşmaları ile Türk ülkelerinin en kritik ikisinin ortasını kama gibi böldü. 1915 Ermeni isyanları eğer başarılı olsaydı kamayı güneye dek indirip o bağlantıyı tamamen kesecekti.

Bizler vaktinde birlik olmadık. Bir olsaydık Attila gibi Avrupa'ya yürürdük. Selçuklu gibi Bizans'a yürürdük. Ama olamadık, hala da olamıyoruz. Laik dediğinde Muhafazakar, kırmızı görmüş camız gibi oluyor. Muhafazakar dediğinde de Laik aynı şekilde oluyor.

Bir bayrağın gölgesi altında serin serin yatmanın ve huzurun değerini bilmeyen bu millet, korktuğum odur ki gelecekte bir esareti tatmakla imtihan olacaktır. Avrupa'da sokaklarda bir tane it yokken her AB ülkesinde sahipsiz başıboş köpekler itlaf edilirken Mısır'daki 15 milyon, Türkiye'deki 15 milyon başıboş köpek, Avrupa'daki dergilere konu yapılır, bizlere cici gösterilir. Bu yüzden 80 yıldır Avrupa'da görülmeyen ZİNCİRLEME kuduz vakaları bizde görülür. Kuduz ve bulaşıcı onca hastalıkla Atatürk'ün dediği gibi "harap ve bitap düşmüş" olana dek ilerliyoruz.

Göçmenleri kendi topraklarında istemezler ama bizde "çeşitlilik" ve "birlikte yaşam" diye reklam ederler. Nüfusumuz homojendi hiç değilse şimdi o da hayal. Kürdüm diyen kardeşlerimizi de Türk sayıyorum onlar da bu memleketin 5 asırlık evladı ama şimdiki 13 milyon kişiyi ne yapalım? Almanya, 1960'lardan itibaren Türkiye'den tam 50 senede göçmen almış ve aldıkları da 2 milyon yok. Kalanı orada doğanlar ve türeyenler. Böylelikle 4 milyonu buldu oradaki Türkler. Düşünün 50 senede 2 milyon Türk nedir, birkaç senede 13 milyon Suriyeli, Afgan, Pakistanlı nedir?

Bu, dibi görülmeyen bir sudur.

Vakti zamanında Churchill İnönü'den savaşa katılmasını istediğinde, İnönü, "Benim Anadolu'daki köylü kadınım ırmağından su kabını doldurmadan evvel suya bir bakar. Dibi bulanıksa doldurmaz, dibini görüyorsa doldurur. Ben bu savaşın dibini görmüyorum, bu şartlarda bu savaşa girmem" der.

Dibini görmediğimiz bir risk, bir nüfus riski, bir popülasyon bombası, bir demografi bombasıyla karşı karşıyayız. Bu nüfus, 10 küsur senedir burada ve bir daha geri gitmek gibi niyetleri de yok. Onları ucuza çalıştıranların da niyeti yok, onları 3-5 aile olarak bir evde konaklatan ve kar eden mal sahibinin de yok. Onlarla evlenip melezleşen aileler de işi ayrı bir boyuta taşıyor ve hiç gidemeyecek aile bağları kuruyorlar. Nüfusu tutarsanız insanların gönlü birbirine kayar ve melezleşir. 

650 sene önce akraba evliliği yapmayan toplumlarla melezleşip ortaya Rumeli Türklüğü'nün farklı varyasyonlarını çıkaran, oradaki yerel halklar ile karışan, oradaki müslümanları ortaya çıkaran (Boşnak, Arnavut vd) ve onlarla melezleşen Türklük, şimdi genetik mirası daha farkı ve IQ seviyesi daha düşük topluluklarla melezleşiyor.

Bu şekilde de daha ortadoğulu bir ülke olmaya doğru gidiyoruz.
Sivas'ta, köyümdeki Boşnaklarda bile akraba evliliği başlamış. Bizim dernek başkanı söyledi. Siz kültürünüzle coğrafyanızda egemen olmadığınızda, coğrafya, egemen kültürüyle sizi değiştiriyor.

Türklük belki de bu topraklarda son sınavını veriyor.
Hastanelerin doğum servislerine bakın anlayacaksınız.

Türkler hatta Kürtler bile 1, 2 doğururken, diğerleri 6-7-8 doğuruyor. Adeta yarışa... Sosyal yardımını cebinden ödeyerek çoğalttığımız insanlara bir nevi "ben artamıyorum, sen benim yerime art.... bugün 13 milyonsun, yarın 33, sonra 53 milyon ol" diyoruz...

Diğer yandan da KK tutup bir diğer akıl yakan lafı ediyor.

"Avrupa Birliği yolu, Can Atalay'dan, Osman Kavala'dan, Selahattin Demirtaş'tan geçiyor" diyor.
Hay zıkkım olsun Kavala'nıza e mi...

İşte bunlar da %60'ı sağcı, milliyetçi olan bir ülkede "Bana sakın oy vermeyin" demenin laflarıdır. 

Kavala da Atalay da Demirtaş da çok umurumuzda sanki.
Ülkedeki en ciddi problem, bu yazdıklarımı okuyan sizlerin yazdıklarımı seslendiren partilere veya benim gibilere değil, Kavala diyen çapsızlara dönüp dolaşıp oyunuzu emanet etmenizdir. Bu ülkede bu yazılanlara alkış tutup en çapsız herifleri meclise taşıdığımız sürece, başımız bitten gözümüz sirkten kurtulmaz.

Bu ülkede çenesini kaşıyan top sakallı ile göbeğini kaşıyan dayının IQ seviyesi de vizyonu da tarafgirliği de bağnazlığı da eşittir.

Böyle toplumlar, kendilerinin boş teneke olduğunu söyleyenleri değil, kendilerini yüceltenleri desteklerler. Çünkü insan kitleleri kadınlar gibidir. Sihirli sevgi sözcüklerinden hoşlanırlar.

İsyan da etseler bu sadece onların durumunu daha da kötüleştirir.
Çünkü fakir toplumlarda isyan eden ettiğiyle, ölen öldüğüyle kalır. İsyanı yönlendiren, isyan sonrası oluşan düzenleri manipüle edenler kapitalist toplumlardır. 

Direksiyona istediğinizi koyun, motoru da halk olsun... istediğiniz isyanı çıkarsanız da yolu çizen kazanır. Otobüs gittiğiyle kalır... 
Yollar hep aynı yere çıkar. Hiçbir köylü ve din-tarım toplumu kendi bağımsızlığını ele geçiremez. Bağımsız olsan da o dövizi sokmak zorundasındır. O faiz çarkından kopamazsın. 
Kopmak için üretmek, üretmek için de halkının sosyo ekonomik durumunu doğru okumak, bir önceki iktidarların yaptıklarıyla harp etmemek, kendi hikayeni yazmak için öncekileri yıkmamak gerekir.

Bak ne dedi Akşener? İş başına geçince TİKA denen kara deliği kapatacağız. Sonra çark etti tabi... ama ne fayda?

Niye kapatıyorsun?
Bak seçimden önce SİHA'lara laf edenler de oldu.
Hiç kaçırmadı diğer cenah bunu. Kullandı. Bence iyi de yaptı... 

Akılsız muhalefet ve içerisindeki dinozorları koltuklarından kopamayan hırslı kifayetsizleri tanıdık.

Bunların da aslında milli olmadıklarını, millete b... kadar bile faydaları olmadığını gördük. En basiti Edirne. Edirne'de yaşıyorum. B.. içinde arkadaşlar. Başındaki belediye başkanı Edirneli bile değil.

Hani diyorlar ya KK mezhepçi diye. Bilmiyorum öyle mi? Ama Edirne'ye koyduğu adam hemşehrisi.
Ana arterler dışında ara sokakları ay yüzeyi gibidir şehrin...
krater krater sokaklar...
Ve görün. Edirne halkı yine CHP diyecek.
Akp'ye verme adam tamam ama başka bir parti de mi yok?
Düşünmüyor düşünmüyoruz. Bayburt'taki adam için AKP ne ise Keşan'daki adam için de CHP odur.

Biri diğerini mürteci, yobaz gibi görürken diğeri de berikini gavur, din düşmanı görür. 1800'lerde Rusya iki Türk ülkesinin içinden geçtiği gibi şimdi de bu ülkenin içinden geçmek isteyen kenarda durur el ovuşturur...

Tuzla jip fabrikası... geçerken bakın bakalım ne durumda.
İn cin top oynuyor... oysa arı kovanı gibi olmalıydı. Binlerce insana yan sektörleri sanayisiyle bir ümit bir kazanç kapısı olmalıydı.

iç edildi... Dua edelim de TOGG'un, kaderi de böyle olmasın.
Ama şüpheniz olmasın onun da ömrü AKP'nin ömrü kadardır. Çünkü Türkiye'de işler böyle yürür. Maalesef....

Neyse... 
İsyan yok arkadaşlar, sabır, şükür, tevekkül..,

Dr. Yüksel Hoş 

Editör: Habererk Com