BİR ÜLKÜCÜNÜN KÜRT MESELESİNE BAKIŞI-2


Doğu’da ülkücülük yapmak zahmetli bir iştir. Bu arada doğum yerim olan Van’da da ülküdaşlarımla yiğitçe birlikte mücadele ettik. Erciş ilçesinde ülkü ocağının kurulmasında Erçis’te bulunan öğretmen okulunun yiğit öğretmenlerinin verdiği kahramanca mücadeleyi unutamam. Küçük bir not düşmek istiyorum; Erciş’te ülkücü hareketin en yiğit evlatlarından, Başbuğum zamanında sürekli olarak MHP genel idare kurulu üyesi olan, kendi cebinden bütün masrafları yaparak adını ALPARSLAN TÜRKEŞ İlköğretim okulu koyup Van Milli Eğitim Müdürlüğü’ne hediye eden yiğit kardeşim Gültekin ÇAVUŞOĞLU’nun kaç dönemdir Van’dan milletvekili adayı yapılmadığını hiçbir zaman anlayamadım.
Üç yılın sonunda Bitlis’teki görevim bitti ve ertesi günü Ankara’ya Gülhane Hastahanesine gelip ihtisasıma başlayacağım, son gece ticaret lisesinde çalışan Fikret ismindeki ülküdaşımızı bıçakladılar. Olaya müdahale ettim ve birkaç saat içerisinde Fikret’in intikamı fazlasıyla alındı. Fakat adliyedeki Marksist-Leninist hakim ve savcılar Kürtçülere sahip çıktılar, öğretmen okulu müdürü Halit ÖNGÜT hocam, ticaret lisesinin müdürü yiğitler yiğidi Adıyamanlı Osman Kurt hocam ve sekiz ülkücü yönetici tutuklandı. Birkaç gün sonra da Ankara’ya benim tutuklanma emrim geldi. Teslim olmak üzere Van’a gittim. Sonra adliyeye gitmek için Van ülkü ocakları iki otobüs eşliğinde beni Bitlis’e getirdi. Adliyeye gideceğim, saldırı olur diye de tedirginim. Benim ülkücü yaptığım Mutki’nin Baban Zaza aşiretinin mensupları en az yüz silahlı kişiyle adliyenin etrafını sardılar (Allah hepsinden razı olsun). Oradan cezaevine gittim, üç ay da cezaevinde yattım. O günlerde Bitlis valisi, nur içinde yatsın, MHP kontenjanından vali olup Bitlis’e atanan Ali Fuat ÇAPANOĞLU idi. Bitlis’e yeni bir solcu hakim atanmış, valiye gelip diyor ki: “Vali bey; benim kızım İzmir’de öğretmenken Urfa’ya sürüldü, tayinini durdurabilir misiniz?” Ali Fuat ağabey de tayini kendi yapacağı halde hakim’e diyor ki; bu tayini ancak Alparslan TÜRKEŞ’in oğlu kadar sevdiği Doktor Selim KAPTANOĞLU yapar, o da tutuklu. Onu serbest bırakırsan bu iş olur(O sıralarda Milliyetçi Cephe hükümeti var, Başbuğum da başbakan yardımcısı). Görevliler gelip bana tahliye olduğumu söylediler. Diğer sekiz ülkücü arkadaşım tahliye olmadığı takdirde cezaevinden çıkmayacağımı söyledim. İki saat sonra onlar da tahliye oldu. Ertesi sabah ihtisas için Ankara’ya hareket edeceğim. Gece Tatvan’dan Bitlis’e döndüm. Sabaha karşı bizleri tutuklayan savcı ve hakimlerin evlerinde, Kürtçü komünist belediye başkanı Adil ŞEREFHANOĞLU’nun evinde patlamalar oldu, birileri gidip oralara tahrip kalıpları yerleştirmiş. Ankara’ya geldikten dört beş ay sonra Bitlis’e mahkeme için bir kere daha gittim. Halkı isyana teşvikten savcı 15 yıl mahkumiyetimi istiyordu. Hakimlerin ve savcıların niyetleri belliydi, cezayı keseceklerdi. Allah tarafından bir şeyler oldu, dört beş ay sonra Bitlis adliyesinin adli emanet silah deposu kimliği belirsiz kişilerce soyuldu, ahşap olan Bitlis adliyesi de yandı. Bizim dava da yandı bitti kül oldu. 1980’de yargılandığım MHP davasında savcı Marksist-Leninist Nurettin SOYER benim için: ‘Bu sanık Bitlis adliyesini yaktıran kişidir.’ diye iftira attı. Söylediklerini ispatlamazsan müfteri olursun dedim.
Ankara’ya geldim, Gülhane Askeri Tıp Akademisinde ortopedi bilim dalında ihtisasa başladım. Bir gün Başbuğ’um beni partiye çağırdı: “Oğlum sen bana yıllar önce ülkücü-doğulular adıyla bir teşkilat kuralım demiştin, ben ülkücüleri bölerim endişesiyle karşı çıkmıştım, Doğu illerinde bizim gençlerin(ülkücülerin) yaptığı mücadeleleri gördükten sonra sen haklıymışsın diye düşündüm. Şimdi senden bir ricam var. Doğulu ülkücülerden bir ekip kuralım ve bir dergi çıkaralım. Derginin bir sayfası Türkçe diğer sayfası da Kürtçe olsun. Kürtlerin Türk olduklarını Doğu ve Güneydoğu’da yayalım” dedi. Bu görevi yiğit kardeşim Diyarbakırlı Ali İhsan BACALAN, can kardeşim Elazığ eski ocak başkanı Vedat GÜLDOĞAN üzerlerine aldı. KON isminde bir dergi çıkardılar. KON Türk dilinde göçebe çadırı anlamına gelir. Hiç unutmuyorum, ilk sayısında ülkücü sarkık bıyıklı Doğulu bir genç fotoğrafı vardı, altında da Kürtçe ve Türkçe olarak ben Türk oğlu Türk’üm yazıyordu. Dergi Doğu’da büyük ilgi gördü kapış-kapış gitti. Ardından, MİT ve Genelkurmay’dan rahmetli Başbuğumu arıyorlar; derginin yayınının hemen durdurulmasını istiyorlar. Bu ülkede kimlerin ihaneti ve gafleti yüzünden Kürtçü hareketin bu kadar güç kazandığını biz Doğulu ülkücüler çok iyi biliriz. Maalesef bu devlet, milli devlet şuuruna sahip kişilerce yönetilemediği için Doğu ve Güneydoğu Anadolu hırsız ve soysuz bürokratlar için sürgün yeri olarak kullanılmıştır. Türkiye’deki, büyük devlet müteahhitlerinin, Güneydoğulu yap-satçı müteahhitlerin Karadenizli oluşlarının sebebi nedir bilir misiniz? Doğu’nun küçük müteahhitleri bölgelerinde yıllarca bu hırsız bürokratlara küçük rüşvetler vererek işler aldılar ve yaptılar. Bu rüşvetin büyüklerini de Ankara’ya gelip Bakanlara verdiler!

Ben Bitlis’te tek doktorken muayenehanemin camına (ülkücü doktor; herkese bedava diye yazı yazdırdım). Milliyet yazarı Hasan Pulur da gazetesinde memlekette böyle manyaklar da var diye köşe yazısı yazdı. Çünkü biz ülkücülüğü; milleti için fedakarlık yapmak diye öğrendik büyüklerimizden!

MHP Genel Başkan Adayı Selim KAPTANOĞLU

not: Devamı gelecek...

Editör: TE Bilişim