“Bize kâfir demiş Müftî Efendi, Tutayım ben ana diyem Müselmân, Vardıkda yarın Rûz-i Cezâ’ya, İkimiz de çıkarız anda yalan!”- Nef’i

Daha çok “İslam’da cinsel hayat”, “Peygamberimizin cinsel gücü” gibi birtakım rivayetlerle yakıştırmalara yönelik konuşmaları ve bu konularda yayınladığı kitaplarla gündem olan Ali Rıza Demircan, Kadir Mısıroğlu ve Mustafa Armağan gibi tarihi çarpıtanların yolunda olduğunu göstererek yeniden sesini duyurmayı başardı!

Mirat Haber isimli sitede yayınlanan “Müslüman, Mustafa Kemal’i Nasıl Anlamalı ve Anmalı” başlıklı yazısında ancak İslamiyet’ten habersiz birinin kullanabileceği ifade ve yakıştırmalarla Atatürk’e hakaret ediyor.  O yazıda iftira ise iftira, suizansa suizan, gıybetse gıybet dinimizin hoş görmediği, haram ve günah saydığı her ne varsa bezenmiş durumda. Yazıya şöyle başlıyor:

“Benim için İslam’la ve tarihimizle çelişen ve çatışan Atatürk değil de kurtuluş savaşımıza katkı vermiş Mustafa Kemal kayda değerdir. Ama artık o da bir ölüdür.”

Sonra da bazı ayetlerden yola çıkarak “Müslüman olarak ölmeyenler için dua edilemeyeceğini, anne ve babamız bile olsa cenaze namazlarının kılınamayacağını” ifade ederek asıl varmak istediği yere gelip “Atatürk Ateist-Deist miydi” diye soruyor. Cevabını da şöyle vermiş:

“Derin olmasa da yapabildiğim araştırmalara ve güvendiğim araştırmacıların çalışmalarına göre kanunla Atatürk soyadı verilen Mustafa Kemal benim için İslamî iman ve yaşam kurallarını red  edip örten   ateist -deist bir ölüdür!”

Dikkat buyurun lütfen, “Derin olmasa da yapabildiğim araştırmalara ve güvendiğim araştırmacıların çalışmalarına göre” diyor. Lütfedip derinlemesine bir araştırma yapmamış “Güvendiği araştırmacıların” kimler olduğu da zaten ortada. Bir de parantez içerisinde (Bu tespit aşağılama değil bilimsel bir tespittir) demez mi? Nasıl bir “bilimsel tespit” ise!

Hüküm verdi ya, kinini kusuyor:

“Onu, 10 Kasım gibi vesilelerle de olsa, Mustafa Kemal Atatürk olduğu için değil inancım gereği inkârcı/kâfir bir ölü olduğu için hayır dua ile anamam.  Birileri ne düşünürse düşünsün umurumda değil ama iyice bilinmesini isterim ki bu tavrım inançlarım sebebiyledir. Ona karşı özel bir kastım olmadığı gibi sevenlerini üzme amacım da yoktur.”

Bu yazdıklarınız kasıt değilse nedir ve Atatürk’ü vatanımıza, milletimize büyük hizmetleri olan  ve sizin aksinize İslamiyet’i bilen, dinimize büyük hizmetleri olan biri olarak tanıyan bizleri çok, hem de çok üzmüştür bay Demircan. Hele de öyle fikirleri olan ve yazı ile yayan kişinin oğlunun da Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı olarak görev yapıyor olması bizleri daha da üzmüştür.

Siz çok daha iyi bilirsiniz ama bilmek istemediğiniz ya da bile bile göz ve gönül ardı etiğiniz İslami düsturları hatırlatmak istiyorum. İftira atmak, suizanda bulunmak, gıybet etmek haramdır, günahtır.

Şimdi de yazdıklarınızın neden iftira, neden suizan ve neden gıybet olduğunu sizin Atatürk hakkında yaptığınız sathi “araştırmalara” göre değil gerçeklere dayanarak anlatalım.

Öncelikle aşina olduğunuz ya da aynı mahallede bulunduğunuz Yeni Şafak Gazetesi’nin 1 Ocak 2017 tarihli nüshasında Yalçın Çetinkaya imzası ile yayınlanan “Mustafa Kemal’in Mûsikî Zevki ve Kemal Batanay” başlıklı yazıdan bir bölüm aktarayım ki sizin için daha inandırıcı olsun: 

“…Merhum hâfız, tanbûrî, bestekâr ve hattat Kemal Batanay'ın Mustafa Kemal ile askerliği esnâsında yaşadığı bir hatırasından bahsedeceğim. Kemal Batanay'ın bu hatırasını, muhterem Muhiddin Serin hocamızın hazırladığı “Türk Hat Üstadları 3 – Kemal Batanay" adlı çalışmadan naklediyorum.  

Müttefik kuvvetlerinin Çanakkale'den çekilmelerini müteakib, Kemal Batanay'ın birliği de istirahat için Edirne'ye sevkedilir. (Ocak 1916). Bir müddet Edirne'de kalırlar. Bu arada Anafartalar 19. Fırka Kumandanı Mustafa Kemal'in de Edirne 16. Kolordu kumandanlığına tayin edildiğini duymuştur. Batanay, soğuk bir kış günü Cuma namazı için hazırlık yaptıktan sonra biraz erken Üç Şerefeli Cami'ye gider. Cami avlusu Cuma için hareketlenmiş, cemaat camiye girmeye başlamıştır. Batanay bu ulu mâbed karşısında ecdadımızın büyüklüğünü bir daha derinden hissettiğini söyler ve içinde câmiye girip Kur'an okumak arzusu uyanır. Doğruca müezzin mahfilindeki müezzinlere yaklaşarak hâfız olduğunu ve Kur'an okumak istediğini söyleyip izin ister. Müezzinler de “Bir subay, hem de hâfız" diyerek çok sevinirler ve: “Tabii, lûtfedersiniz, buyurunuz okuyunuz efendim" derler. Mahfile çıkıp oturur ve Kur'an okumaya başlar. Kısa zamanda câmi lebâleb dolar. Cemaat huşû içinde sessizce hâfız Kemal Batanay'ı dinlemektedir. Cuma saati gelir, ezan okunur ve ilk sünnet kılınır. Müezzinbaşı iç ezanı da Batanay'ın okuması için işaret eder. Hicaz makâmında müessir bir ezan okur. Namaz bittikten sonra cemaatin büyük ilgi ve sevgi gösterisi arasında kalmışken bir er Batanay'a yaklaşarak: “Efendim, kumandanım sizi istiyor" deyince, “Eyvah, resmî elbise ile ezan okuduğum için usule aykırı bir iş yaptık galiba" diye endişe ve korkuya kapılır.

Maiyeti ile avluda bekleyen kumandana yaklaşır. Bu kumandanın, Albay Mustafa Kemal olduğunu görünce heyecanı daha da artar. Mustafa Kemal kendisine; “Oğlum, terbiye görmüş güzel bir sesin var. Okuduğun ezanı çok beğendim ve duygulandım. Seni tebrik ederim" deyince rahatlar. İsmini ve bulunduğu kıtayı sorar ve yaverine yazdırır. Adaş olduğunu öğrenince de “Oğlum, Edirne'de kaldığımız süre içinde ben Cuma namazına hangi câmiye gidersem sen de o câmiye gelecek ve iç ezanı okuyacaksın" der. Hafta içinde yaveri Ali Rıza Bey arar ve Mustafa Kemal'in Cuma namazını Selimiye Camii'nde kılacağını ve kendisinin de orada hazır bulunarak, Kur'an ve ezan okumasını söyler. İstenileni yapar. Namazdan sonra avluda bekleyen Mustafa Kemal'in yanına gidip selâm verir. “Oğlum" der Mustafa Kemal, “Bugün yine bizi yaktın. Gelecek hafta hangi camiye gidersem sen de oraya geleceksin". Ertesi hafta Mustafa Kemal, Eski Cami'ye gider. Tabii Kemal Batanay da…”

Şimdi Ali Rıza Demircan’a ilk sorumuzu soralım: Anafartalar 19. Fırka Kumandanı Mustafa Kemal Müslüman olmasa idi Cuma Namazı’nda ne işi vardı? Hadi adet yerini bulsun diye gitti diyelim; subay elbisesi ile Kur’an ve ezan okuyan birini niye takdir etti ve her Cuma gittiği camiye gelip okumasını istedi?

Bizzat ilk ağızdan ve hem de Hafız olan Kemal Batanay’dan aktarılan bu hatıra İstiklal Savaşı yıllarından öncesine aitti. Sonra olanlar oldu ve Mustafa Kemal Paşa’nın liderliğinde şahlanan Türk Milleti işgalcileri kovup ömrünü tamamlayan Osmanlı Devleti yerine Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kurdu. Mustafa Kemal Paşa artık Atatürk olmuştu. Yeni kurulan devletin ilk icraatlarından biri Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kurmak oldu. Atatürk, Ali Rıza Demircan’ın iddia ettiği gibi “Ateist-Deist” olsa idi o zamanın şartlarında bütün yetkileri üzerinde toplayan bir lider olarak bu kurumu niye kursundu? Ali Rıza Demirci Hoca, Atatürk’ün kurduğu bu güzide kuruma bağlı olarak ve devletten maaş alarak mesela 12 yıl Süleymaniye Camii'nde vaizlik görevinde bulunmuş mudur bulunmamış mıdır?

Atatürk’ün o yıllarda Kastamonu’da yaptığı konuşmada “Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en gerçek yol, medeniyet yoludur” demiş olmsının anlam ve önemini size 15 Temmuz darbe girişimi de anlatamamışsa, bunu hala akledemiyorsanız ne diyeyim ne söyleyeyim?  

Osmanlı döneminde milletimiz cehalet içinde yüzüyordu ve okumuş olanlar daha ziyade saray çevresinde bulunanlarla Rum, Ermeni ve Yahudiler gibi azınlıklardan oluşuyordu. Kur’an-ı Kerim’i yüzünden okuyabilenler bile azınlıkta idi. Cenab-ı Allah’ın “Anlaşılmak, akledip düşünmek ve öğüt almak” üzere gönderdiği kitabımızı anlayan nerede ise yok gibiydi. Bunu çok iyi bilen Atatürk, “Milletimiz Kur’an’ın arkasından koşuyor fakat onun ne dediğini anlamıyor. İçinde neler var bilmiyor ve bilmeden ibadet ediyor” diyerek meal ve tefsir çalışmasını başlattı.  Kuran’ın tefsir ve tercümesi için TBMM‘de yapılan görüşmeler sonucunda bu iş için   bütçeye 20.000 lira ek bir ödenek konuldu. Günün şartlarına göre oldukça yüklü miktarda olan bu ödenek TBMM’de kabul edildi. Bu görev bizzat Atatürk tarafından Mehmet Akif Ersoy‘a ve Elmalılı Hamdi Yazır‘a verildi.  Cumhuriyet döneminde bu amaçla İmam Hatip Liseleri, Yüksek İslam Enstitüleri, İlahiyat Fakülteleri açıldı.

Sayın Demircan! Keşke biraz derinlemesine araştırma yapmış olsaydınız da sizin ifadenizle “Ateist-Deist” olan biri bunları yapar mıydı yapmaz mıydı öğrenseydiniz. Gerçi bilmemeniz mümkün değil ama bile bile niye iftira atıyorsunuz acaba?

Şimdi gelelim sadede…

Peygamberimiz şöyle buyuruyor:

"Müslümana sövmek (iftira atmak, hakaret etmek) fısktır (günahtır, haramdır) Onunla çarpışmak ise küfürdür." (Müslim, 1/325) 

Müslüman Müslümana kâfir derse hükmü nedir? 

Yazımızın başına, şair Nef’i’nin kendisini bir taraftan överken bir taraftan da “kafir” diye iftira atan Şeyhülislam Yahya Efendi’ye şiirle verdiği cevabı almıştım. Nef’i, “Müftü Efendi bize kafir demiş ama ben de ona Müslüman desem yarın Allah’ın huzuruna vardığımızda ikimiz de yalancı çıkarız” diyor. Yani bir bakıma Peygamber Efendimizin şu Hadis-i Şerifinin mealini şiirle ifade ediyor:

“Her kim bir adama: Ey kafir veya Allah’ın düşmanı der de o adam dediği gibi değilse, o sözler bunları söyleyene döner.” (Müslim, İman, 112)

Demircan Hoca ve onun görüşünde olanlar! Durum tam da budur; bilmem anlatabildim mi?