İktidar ya da Cumhur İttifakı çoktan beri Sosyal Medya’ya takmış durumda idi. Konuşmaları, açıklamaları, yandaş, candaş medyaları, hatta Diyanet aracılığı ile hazırlanıp yayınlanan Cuma Hutbeleri ve vaazlarla konu bir hayli işlendikten sonra nihayet bir “Dezenformasyon Yasası” da çıkarıldı.

Teknolojik imkanlar, dijital dünyanın sunduğu kolaylıklar hakaret, iftira, yalan ve kasıtlı haber yayma gayreti gütmeden eleştiri yaparak düşünceleri aktarma aracı olarak kullanıldıktan sonra kime ne zararı olabilir ki? Derdini sıkıntısını boşaltamayan, düşüncelerini aktaramayan insanlar gerilirler, bunalıma girerler ve patlama noktasına gelebilirler.

Hakaret ediliyor, yalan ve kasıtlı haberler yayınlanıyorsa zaten kanunlarınızda yeri var. Gereği yapılır, yapılıyor. Yeter ki adalet terazisi şaşmasın ve durumdan vazife çıkaranlar olmasın. İnsanları sıkboğaz edip inatlaşmaya gidilirse işte sınır komşumuz olan İran’da olup bitenler ortada. Zaman zaman patlak veren isyan ya da başkaldırı hareketleri artık lokal olmaktan çıktı ve ülke geneline yayılan protesto hareketlerine dönüştü. Alınan polisiye tedbirlere, “Ahlak Polisi” adı verilen oluşumların giderek artan baskılarına, ordunun devreye girmesine rağmen insanlar sokaklarda ve artık korkmuyorlar. Çünkü patlama noktasına gelmişler, baraj kapakları iş görmüyor.

İran çok güzel bir ülke ve bir uçtan bir uca tarih fışkırıyor, baştan başa Türk eserleriyle bezenmiş durumda. İki defa gidip çoğu yerini gezdim, hatıralarımı da yayınladım. Orada dostlarımız, arkadaşlarımız var. Çoğu zaman haberleşemiyoruz. Attığımız bir mesaja bazen birkaç ay sonra cevap alabiliyoruz. Sebebi, sosyal medyadaki kısıtlama.

Eminim ki, İran’da sosyal medya kısıtlaması olmasa ve insanlar dertlerini sıkıntılarını rahatça dile getirebilseler, arkadaşlarıyla rahatça haberleşebilseler, düşüncelerini aktarıp rahatlayabilselerdi olaylar bu noktaya gelmezdi. Dertlerini düşüncelerini yazıya, mesaja dökemeyenler çareyi sokaklarda arıyorlar. Tabir yerinde ise artık macun tüpten çıkmıştır ve ne yapılırsa yapılsın geri girmesi mümkün değildir.

Türkiye’de sosyal medya kısıntısı o safhada değil ama olmasını isteyen grupların var olduğu da anlaşılıyor. O grupların iktidara baskı yaptıklarını da duyuyoruz. Siyasi irade dünyada olup bitenlerden ders alarak hiçbir baskıya boyun eğmemeli ve insanların rahatça haberleşip düşüncelerini, görüşlerini aktarmalarını kolaylaştırmalıdır.

 Yazıma, “Asıl Tehlike Sosyal Medya Değil Başıboş Medyadır” başlığını atmıştım. Sosyal Medya malum; peki “Başıboş Medya” nedir?

Şimdi her yaştan herkesin elinde “Akıllı Telefonlar”, mini minnacık çocukların elinde tabletler var. Daha okuma yazma bilmeyen çocuklar tabletleri annelerinden, babalarından ve bizler gibi dedelerinden, ninelerinden daha iyi kullanabiliyorlar ama nasıl, neden, ne amaçla, niçin?

Aileler kendilerince işin kolayını bulmuşlar. Evde, işte, misafirlikte çocuklarının eline telefonlarını ve durumları biraz daha iyi olanlar tabletlerini vererek onlarla ilgilenmekten kurtuluyorlar! Çünkü çocuklarıyla artık o telefon ya da tabletler ilgileniyor!

Teknoloji, bilgisayar, telefon, tablet her ne ise kullanım amacına göre oldukça yararlı da olabilir zararlı da. İnternet ortamında sayısız yararlı “içerik” olduğu gibi haddinden fazla zararlı “içerik” de var. Beş on yıl öncesine kadar televizyonlardaki çocuk kanalları ve oralarda yayınlanan çizgi filmlerle oyalanan çocuklar artık ellerindeki telefon ve tabletlerle vakit geçirmeyi tercih ediyorlar. Çevrede yaptığım gözlemler, eş dosttan dinlediklerim ve torunlarımda gördüklerim bu konuda büyük bir tehlikenin geldiğine işaret ediyor.

“Youtuber” diye adlandırılan ve sayıları bir hayli kabarık olan kişiler var. Bunlar genelde argo ve müstehcenlik barındıran kelimelerle bezeli ifadeler kullanarak kendilerince videolar hazırlayıp youtube ya da başka kanallarla yayınlıyorlar. Bu videolarda saçma sapan oyunlar, görüntü üzerine giydirilen laubali maç anlatımları, “pis kokulu yemekler” gibi saçmalıklar, itici, kırıcı şakalaşmalar, kavgalar her ne ararsanız var. Ortak noktaları mutlaka argo kelimeler, müstehcenlik barındıran ifadeler ve ağızlarını yaya yaya yapılan tiksindirici konuşmalar…

Yalnızca yerli youtuberlar değil tabii; dijital dünya ve internet ortamı yerli ve yabancı her türlü saldırıya açık. Bu konuda ailelere, okul ve öğretmenlere ve elbette ki devleti yönetenlere görev ve sorumluluklar düşüyor. Mesela Finlandiya ve Japonya’daki çocuklar neden böyle lüzumsuz işlerle uğraşıp vakit öldürmüyorlar da bizdekiler oyun ve oynaştalar? Avrupa’da, Japonya’da çocukları, gençleri, hatta yaşlı dedelerle nineleri bile otobüslerde, otobüs duraklarında, metrolarda ellerinde kitaplarla görüyoruz da bizde karada, denizde, havada herkesin elinde neden telefon ve tablet var? 

Kısacası, Türkiye’de Sosyal Medya’dan önce Başıboş Medya’ya bir çekidüzen vermek gerekiyor. Bu yapılmazsa gelecek nesiller kaybedilecektir. Bu konuda aile, okul, çevre üçgeni kendilerine düşen sorumluluğu yerine getirmeli, devlet de çocuklarımızın, gençlerimizin yararlı aktivitelere yönlendirilmesi için gerekli düzenlemeleri yapmalıdır.